31 Aralık 2007 Pazartesi

ESKİ-YENİ ve GİDEN-GELEN

Ben bu yazıyı 2007’nin son günü yazıyorum.Siz DOĞUŞ okurları 2008’in ikincü gününde okuyorsunuz.

Yılların değişim günlerine yerleşmiş tanımıyla “Yılbaşı” diyoruz.Yılbaşı herkes için farklı anlamlar ifade ediyor.Kimisi için kötü geçen “eski-giden” yıldan kurtulma,”yeni-gelen” yıldan umut beklentisi.Kimisi için bir piyango bileti ile zengin olma hayalleri.Kimisi için çılgınca eğlence.Kimisi için eski yılda yapılan hataları yeni yılda tekrarlamama konusunda bireysel kararlar almak.Yıllardır içilen sigarayı yeni yılda bırakmak.Geçen yıl gidilemeyen tatile bu yıl gitmek.Geçen yıl yaşanan hastalıkların bir gecede geçmesi ve sağlıklı bir yeni yıl beklentisi...Herkese göre bir değişim gecesi yılbaşıları.

Kimisi de yeni yıl kutlamanın,yeni yılda eğlencenin günah olup olmadığını tartışıyor.Ya da yeni yıl eğlencelerine alternatif “zikir geceleri”ne katılmayı tercih ediyor.Yeni yılda eğlenceyi seçenlerden bir kısmı lüks otellerde veya mekanlardaki çılgınlıklara hazırlanırken,bir kısım insanda bir çok dünya kentinde olduğu gibi yeni yılı meydanlarda karşılamaya hazırlanıyor.Oldukça büyük çoğunluk ta kendi evinde aile bireyleri ile özel bir yemek yemeyi ve televizyon seyretmeyi tercih ediyor.

Devlet kurumları ve özel şirketler için de bu yıl değişiminin anlamı giden-eski yılın hesaplarının kapatılması,yeni yıla ait hedeflerin ve bütçenin belirlenmesi olarak bir anlam taşıyor.

Yılın son gününün gazete ve televizyonlarında da geçen yıl neler oldu,eski-giden yılın önemli olayları bir sayfada geniş yer alırken diğer sayfada yeni yılda neler olacak,yeni yıldan neler bekleniyor sorularına yanıtlar verilmeye çalışılıyor.

Kısacası yılbaşı,giden,eski yılın uğurlanması,gelen,yeni yılın karşılanması için tüm dünyada tüm insanlar için bir anlam ifade ediyor.Eski yıllarda bu yeni yıl kutlamalarında insanlar birbirlerine çok renkli tebrik kartları göndererek kutlama yaparlardı.Yılbaşlarında,bayramlarda tebrik kartı basmak ve satmak için bir sektör oluşmuştu.Özellikle postahanelerin önünde ve ana caddelerde tebrik kartı satanların açtığı rengarenk standlardan ve kalabalıktan yürümek zorlaşırdı...İnsanın “hey gidi yıllar hey...” diyesi geliyor.

Şimdilerde teknolojik olarak tebrik kartları da değişti.Ya bilgisayardan e-posta yoluyla renkli kartlar gönderiliyor,alınıyor ya da cep telefonlarından mesajlarla yeni yıl kutlanıyor.

Bireysel ve toplumsal olarak yılbaşı sizin için ne anlama geliyorsa,içinizden nasıl geliyorsa öyle kutlayın.Sadece yeni yıldan mucizevi değişiklikler bekleyenler için bir uyarım var.Şu halk deyimini unutmayın. “GELEN GİDENİ ARATIR !”

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN !

02 OCAK 08 İZNİK DOĞUŞ

25 Aralık 2007 Salı

İZNİK’TEN

Bildiğiniz gibi benim DOĞUŞ Gazetesi’ndeki köşemin adı “İZNİK’TEN” ama ben uzunca bir süredir yazılarımı İznik dışından yazıyorum.Bu yazımı ise 24 Aralık sabahı İznik’ten DOĞUŞ’un bilgisayarından yazıyorum.

Bu yazıya başlamadan önce İznik’te yayınlanan yerel gazetelerin geçen hafta yazdıklarına baktım.Bazı haberleri ve köşe yazılarını okudum.

Bu köşede yerel basının yayınlandıkları belde ve bölge için önemi üzerine birkaç kez yazdım.Yerel basının yayınlandıkları beldeni haberleri ile o beldenin nabzını tuttuklarını düşünüyorum.O gazetelerde köşe yazısı yazan arkadaşlarımın da hem yaşadıkları beldenin hem de ülkenin sorunlarını belde halkıyla paylaşması olarak görüyorum.

Bu bağlamda üç yazıyı çok beğendiğimi burada ifade etmeliyim.Beğendiğim yazılardan ilki Turgut TUNA Hocamın DOĞUŞ’ta yayınlanan “Nereden Nereye ?” başlıklı yazısı. Bu kasabanın sosyo-ekonomik yapısını bilimsel yöntemle açıklayan Turgut TUNA Hocamın daha sık yazı yazmasını diliyorum.Yine DOĞUŞ’ta yayınlanan Soner İLHAN’ın “İZNİK VE TARIM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER-2” başlıklı yazısı çok güzel ve yararlı bilgiler içeren yazısı.Beğenerek okuduğum üçüncü yazı ise Ömer CENGİZ Hocamın İZNİK Gazetesi’nde yayınlanan “EVET Mİ – HAYIR MI ?” başlıklı yazısı oldu.Yerel basından okuduğum özellikle bu üç yazıyı burada tekrar andım ki okuyamayanlar bulup okuyabilsinler diye.

İZNİK Gazetesi’ni ne yazık ki sadece İznik’e geldiğim zamanlar okuyabiliyorum…

Yerel basının diğer gazetelerinde Bayram reklamları da çok ilginçti…

Bu hafta İznik’te olup biteni yerel basından izlemek benim için keyif verici idi.Bu arada İznik’te dikkati çeken en önemli olay ise Ayasofya’da restorasyonun başlamış olması idi. Önümüzdeki haftalarda Ayasofaya’nın restorasyonu konusunda yazılar yazacağım ama şimdilik sadece iki hususa değinmek istiyorum.Biri olumlu biri olumsuz.

Olumlu olandan başlayalım.I.Murat Hamamı,Kültür Merkezi,Kırgızlar Türbesi onarımlarında ısrarlarımıza rağmen bir türlü asılmayan restorasyon-inşaat bilgi tabelalarının bu defa asılmış olması.Onarımın kim tarafından,kime kaç paraya yaptırıldığı,işin ne zaman başlayıp ne zaman biteceği bilgilerinin açıklanmasını olumlu buluyorum.Yukarıda bahsettiğim onarımlarda bu bilgilendirmenin neden yapılmadığını sormaya ve merak etmeye devam edeceğiz…

Ayasofya’nın restorasyonundaki ilk göze çarpan olumsuzluk ise yapının önüne ve cadde tarafına çekilen çirkin perde.Binanın önünü kapatan bu çirkin perde nedense arkasına çekilmemiş…Yani yarısı perdeli yarısı perdesiz.Aslında hiç olmasa daha iyi olacak…

İzniklilerin bu Ayasofya restorasyonunu dikkatle izlemelerini öneririm.Bakalım yarım perdenin arkasından ne çıkacak ?

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 26 ARALIK 07

17 Aralık 2007 Pazartesi

İZNİK FOTOĞRAFLARIM





DOĞUŞ’un bu sayısı “bayram özel sayısı” olduğu için siyaseti,sorunları bir kenara bırakıp keyifli bir yazı yazmak istedim.Bu nedenle affınıza sığınarak biraz kendimden,hobilerimden bahsetmek istiyorum.

Hobby (Hobi) İngilizce bir sözcük.Türkçe’de de maalesef çok sık kullanılıyor.Meslek dışı merak,meraklar anlamında kullanılıyor.Bu anlamda fotoğraf çekmek benim 25 yıldır sürdürdüğüm meraklarımdan birisi.Son yıllarda bu merakım daha da arttı.

Fotoğraf,teknolojik yeniliklerle (filmden dijitale geçiş) toplumda daha çok sayıda insanın ilgisini çeken yaygın bir sanat dalı.Bir çok üniversitede fotoğraf bölümleri var.Bu nedenle fotoğraf üzerine yazılacak çok şey var.

Son yıllarda çektiğim fotoğraflarımı internet ortamında,üyesi olduğum fotoğraf kulüplerinde fotoğraf dostlarımla paylaşıyorum.İlk fotoğraf sergimi de bu yılın temmuz ayı içinde Hong Kong’ta açtım.İnşallah günün birinde İznik’te de bir fotoğraf sergisi açma olanağı bulurum...

Fotoğraf arşivimde çok sayıda İznik fotoğrafı var.Bunlardan ikisinden söz etmek istiyorum.

Hong Kong’ta açtığım sergide 25 fotoğrafımı sergiledim.Bunlardan 5 tanesi İznik’ten çekilmiş fotoğraflardı.Sergimin sonunda fotoğraflarımdan birini sergimi gezmeye gelen Hong Kong Başkonsolosumuza hediye ettim.Birini de sergimin açılışında ve sergi süresince bana yardımcı olan,kendisi de fotoğraf sanatçısı olan Hong Konglu öğretmen arkadaşıma hediye etmek istedim ve seçimi kendisine bıraktım.25 fotoğrafın içinden seçtiği fotoğraf benim geçen yıl Haziran ayında İznik’te çektiğim “İznik Gölü’nde Akşam Oldu...” adını verdiğim fotoğrafımdı...Bana ”Bu güzel gölde fotoğraf çekmek için Türkiye’ye geleceğim.” diyen Hong Kong’lu dostumu unutmadım.

Bu yıl 19 Mayıs’ta dostlarımı İznik’e getirmiştim.Onlara İznik’i gezdirdim.19 Mayıs sabahı da erken saatlerde fotoğraf makinemi kapıp Çamlık Motel’den Darka’ya kadar bir yürüyüş yaptım ve fotoğraflar çektim.O fotoğraflarımdan birini de 23 Mayıs 07 tarihinde üyesi olduğum FFC (FotoFanClub) de “İznik Gölü’nde huzur-1 “ adıyla yayınladım.Fotoğraf dostlarım tarafımdan bu fotoğrafım çok beğenildi.

16 Aralık 07 Pazar akşamı bir e-mail (eloktronik posta) aldım.Sizinle de paylaşmak için aynen aktarıyorum.

“Merhabalar Hüseyin Bey, 23.5.2007 tarihinde fotofanclub'a yüklemiş olduğunuz İznik Gölü'nde Huzur_1 isimli fotografınızın yağlı boya çalışmasını yapmak için sizden izin rica etmiştim. Sizde ricamı kırmamıştınız. Ancak aynı atelyede resim çalıştığım bir arkadaşım "bu fotografı ben çalışayım lütfen " deyince bende onu kıramadım. Bu iletinin ekinde fotografınızın yağlıboya çalışmasının fotografını size gönderiyorum. Sizin de bildiğiniz gibi resim fotograftan biraz farklı oluyor. objelerin yerlerini değiştirebiliyoruz. O nedenle sandalı biraz sola almanın resimsel anlamda daha doğru olacağı düşünülerek sandalın yeri değiştirildi. Umarım beğenirsiniz. Selamlarımla.FFC den S. P. “


İznik Gölü’nde Huzur-1 isimli bu fotoğrafımı ve bu fotoğraftan esinlenilerek yapılan resmi siz dost okurlarımla DOĞUŞ’ta Siyah-Beyazda olsa paylaşmak istiyorum.Merak edenler İnternetteki web-blog sayfamdan ( http://huseyinay.blogspot.com/ ) renklisine bakabilir.

Tüm İzniklilerin ve dostların bayramını kutlar,sağlıklı ve neşeli bayramlar dilerim.

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 19 ARALIK 07

10 Aralık 2007 Pazartesi

KYOTO’YA EVET !





Aslında bizim medyamız tüm dünyayı ilgilendiren yaşamsal konulara yer vermek yerine magazin haberlerine daha çok yer verse de ve siz bu konuyla özel olarak ilgilenmeseniz bile son yıllarda televizyonlarda,gazetelerde iklim değişikliği,küresel ısınma,kuraklık haberlerinin,tartışmalarının arttığının farkında olmalısınız.

Dünyamız ve geleceğimiz büyük bir tehlike altında.Bu dünyanın duyarlı insanları,bilim insanlarının uyarıları ile insanlığın kendi felaketini ve sonunu hazırladığının farkına son 30 yılda vardı.Felaketin boyutlarını farketmeyenler ise sadece dünya sorunlarından habersiz büyük kitle değil dünyamızı kirleten başta ABD olmak üzere sanayileşmiş ülkelerin dünyayı yönettiğini sanan yöneticileridir.

Dünyada küresel ısınma,iklim değişikliği,kuraklık haberlerinde son cümle mutlaka Kyoto Protokolüne,Kyoto Sözleşmesine,Kyoto’yu imzalayan ülklere ve imzalamayan ülkelere gelir.

Nedir bu Kyoto Sözleşmesi ?

Bu gazetenin ve yazının sınırları içinde kısaca anımsatalım.

Küresel ısınmanın önlenmesi için hazırlanan ilk uluslararası belge olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) 1992’de Rio’da yapılan Yeryüzü Zirvesi sırasında imzaya açıldı ve 21 Mart 1994’te yürürlüğe girdi.Küresel ısınmanın önlenmesi için sera gazlarının sınırlandırılmasını öngören bu çerçeve anlaşmanın bağlayıcılığı yoktu.

UNFCCC’nin yürürlüğe girmesinden sonra her yıl BM tarafında konferanslar (COP) düzenlenmeye başladı ve bu konferansları üçüncüsünde Japonya’nın Kyoto kentinde Kyoto Protokolü kabul edildi.Kyoto Protokolü,taraf olan sanayileşmiş ülkelere,2008-2012 yılları arasında 1990 seviyesine göre belirli bir sera gazı indirimi hedefine ulaşmayı şart koşar.Ortalama % 5,2 olan bu indirim hedefi ülkelere göre değişir.En yüksek hedefe sahip Avrupa Birliği,% 8’lik sera gazı indirim hedefini kabul etmiştir.

Kyoto Protokolü,bilim insanlarının küresel ısınmayı önlemek için gerekli olduğunu açıkladıkları düzeyin (2030’a kadar % 60,2050’ye kadar % 80-95) çok altındadır.Üstelik sorumlu ülkeler bu hedeflere ulaşmak için gereken önlemleri almamaktadır.Bu ülkelerden tüm dünya sera gazı emisyonlarının % 25’inden tek başına sorumlu olan ABD’nin ve % 1,5’luk paya sahip olan Avustralya’nın imzalamaması nedeniyle protokol yara almıştır.

Kyoto Protokolü’nü neredeyse tüm dünya ülkeleri imzaladı.Geçen haftaya kadar Kyoto’yu imzalamayan üç ülke vardı.ABD,Avustralya ve Türkiye !

Bu ülkelerden Avustralya’da çevre tartışmalarının damgasını vurduğu seçimler yapıldı.Kyoto Protokolü’nü imzalamamakta direnen John Howard Hükümeti gitti ve Avustralya’nın yeni başbakanı Kevin Rudd,hükümetin ilk icraatı olarak Kyoto Protokolünü onayladı.

Böylece sanayileşmiş ülkelerden bu protokolü imzalamayan tek ülke ABD kaldı.Sanayileşmekte olan ülkelerden de tek ülke Türkiye !

Türkiye çerçeve sözleşmenin imzaya açıldığı Rio zirvesinde Başbakan Süleyman Demirel tarafından üst düzeyde temsil edildiği halde sözleşmeye imza atmamıştır. Bir OECD ülkesi olduğu için çerçeve sözleşmenin Ek-1 listesinde yer alan Türkiye, sözleşmeyi imzalamak yerine listeden çıkmak için lobi yapmayı tercih etmiştir.

Türkiye küresel ısınma konusunda her zaman çok yavaş davranan,uluslararası mekanizmaların çevresinde dolaşmaya ve zaman kazanmaya çalışan bir ülke olmuştur.Sözleşmenin getirdiği en önemli yükümlülük olan sera gazı envanterini ancak 2006 yılında,yani sözleşmenin imzalanmasından 14 yıl sonra Birleşmiş Milletler’e sunabilen Türkiye’nin,bu envanterde 1990-2004 yılları arasında sera gazlarını 170 milyon tondan 357 milyon tona çıkardığı,yani % 110 artışla rekor kırdığı ortaya çıkmıştır.Bu rakamlarla % 1,3’lük paya sahip olduğu ve dünyanın en fazla sera gazı üreten 13.ülkesi olduğu ortaya çıkan Türkiye,geçen hafta Avustralya’nın da imzalaması ile tüm dünyada Kyoto’yu imzalamaktan kaçan iki ülkeden biridir.

ABD ve Türkiye !

Gelecek hafta Endonezya’nın Bali adasında BM İklim değişikliği konferansı yapılacak.

Bu konferans öncesi iklim değişikliğine,küresel ısınmaya duyarlı milyonlarca insan 8 Aralık Cumartesi günü dünyanın tüm kentlerinde seslerini duyurmak için sokaklardaydı.Dünya kentleriyle eş zamanlı olarak 8 Aralık Cumartesi günü İstanbul Kadıköy Meydanı’nda Küresel Eylem Grubu’ (KEG) nun öncülüğünde binlerce insan bir araya geldi.

BM Bali Konferansı öncesi Hükümetin Kyoto’yu imzalayarak ABD’nin yanında tek ülke kalmanın utancından kurtulmasını istedi.

ABD’den izinsiz tek adım atamayan bu hükümet bu hafta Kyoto’yu imzalayarak bir sürpriz yapabilir mi ?

Emperyalist şirketlerin Kazdağları’nı yok etmesine seyirci kalan,dünyayı kirleten fosil enerjiler (kömür ve petrol) yerine rüzgar ve güneş enerjileri için hiç bir adım atmayan,bunun yerine Nükleer enerjide çözüm arayan,ormanları yakanları teşvik etmek için 2B yasasını çıkarmakta ısrar eden,göstermelik ağaçlandırma kampanyaları düzenleyen bu hükümetin ABD’den izin almadan Kyoto’yu imzalaması mümkün değil ama insan safça da olsa umut etmek istiyor.

8 Aralık’ta ben de Kadıköy’de idim.Dünyamızın geleceği,çocuklarımızın,torunlarımızın geleceği için Hükümetimizin Kyoto’yu imzalamasını isteyenlerin sesine sesimi kattım.İkisini burada paylaştığım fotoğraflar çektim.

Bir yurttaş olarak bir de buradan haykırıyorum...

KYOTO'YA EVET !

KYOTO'YU İM-ZA-LA !

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 12 ARALIK 07

3 Aralık 2007 Pazartesi

YANIT YERİNE KİLİT

Geçen haftaki yazımda;Bu gazetede geçen yıl Kırgızlar Türbesi ile ilgili yazdığım yazıları anımsatarak yazılarıma bir yıldır yanıt beklediğimi yazdım.

Kimden yanıt bekledim ?

TBMM’de Hükümet adına söz veren dönemin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN’den yanıt bekledim.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden veya Bursa Bölge Müdürlüğü’nden yanıt bekledim.

Bursa Anıtlar Kurulu’ndan,

Bursa Valililği’nden,

İznik Kaymakamlığı’ndan yanıt bekledim.

Konuyla ilgili Hazırlık soruşturması açan,tanık olarak ifademi alan İznik Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan bir “Takipsizlik Kararı” veya bir “İddianame” bekledim...

Geçen hafta belirttiğim gibi hiç bir kurumdan,hiç bir kimseden tek bir satır yanıt alamadım...

Türkiye hukuk devletiydi... Hükümet ve İdare şeffaftı...Yargı bağımsızdı...Bu ülkede Bilgi Edinme Yasası yürürlükteydi...

Benim bu gazetede yazdıklarım noktasına,virgülüne kadar doğru.

Fotoğraflarıyla kanıtlı.

Bu nedenle konu ile ilgili hiç bir kurum veya kişi inkar edemez.

Kabul de edemiyorlar.

Çünkü yazdıklarım kabul edildiğinde ilgililer hakkında yasal işlem de yapılması gerekir...

Benim yazdıklarıma görevli olmayanlardan,kendilerini yerel basın sanan arkadaşlardan “yalan” diyenler oldu.Ama kalkıp Kırgızlar Türbesi’ne kadar gidip bakma,görme zahmetine bile katlanmadıkları için ben onları ciddiye bile almadım...Onlar sadece plaket törenlerini izlediler ve yazdılar...
Bu yazıdan sonra biraz utanıp gidip bakmaya kalkarlarsa Kırgızlar Türbesi’ne giremeyecekler...

Benim yazdıklarıma bir yıldır tek satır yanıt veremeyenler Kırgızlar Türbesi’nin kapısını kilitlemişler...

Evet yanlış okumadınız.Kırgızlar Türbesi’nin kapısında kilit var.

Dünyada ve Türkiye’de hiç kilitli türbe var mı ? Gördünüz mü,duydunuz mu böyle bir şey...

Geçen hafta İznik’teydim.Yazdıklarımı takip etmek için Kırgızlar Türbesi’ne de tekrar gittim ve gördüm.

İkinci restorasyon ve tadilatta yapılan değişiklikleri gördüm.Duvar sıvaları ve badanası yenilenmiş.İçlerinde mezar olmayan boş sandukaların yeşil örtüleri üzerine üstünde arapça yazılar olan ikinci bir örtü konmuş.

Veee...Türbenin kapısına kilit vurulmuş...Neden acaba ?

Herhalde boş sandukalar çalınmasın,odun yerine yakılmasın diye...Başka bir neden aklıma gelmiyor...

Kent mezarlığı içinde,Kılıçaslan Caddesi,Lefke Kapı yakınlarındaki Çandarlı Türbeleri ve İznik’teki tüm türbeler harap vaziyette dururken iki yılda iki defa restorasyon geçiren,mezarları yok edilip mezar yerine boş sanduka konulan,bahçesine heykel yapılan,kapısına kilit vurulan Kırgızlar Türbesi’nin adının da değiştirilmesini öneriyorum.

Kilitli Türbe,Mezarsız Türbe veya Heykelli Türbe...Hangisini beğenirseniz.

Bu arada yerel ve bölge basınında Ayasofya Müzesi’nin restorasyon ihalesinin yapıldığını,restorasyonun yakında başlayacağını okuyorum.

Restorasyon adı altında Kırgızlar Türbesi’nin mezarlarını yok edenlere hiç güvenim yok.İznik’in en eski tarihi eseri Ayasofya Müzesi’ni de restorasyon adı altında,1700 yıllık mozaik ve freskleri tahrip ederek,burayı da camiye çevirmelerinden kuşku duyarım.

Mezarsız,heykelli ve kilitli türbeyi gördükten sonra haksız mıyım ?


İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 05 ARALIK 07

25 Kasım 2007 Pazar

BİR YILDIR YANIT BEKLİYORUM

İznik DOĞUŞ Gazetesi,30 yıldır İznik’te yayınlanan haftalık bir yerel gazete.Ben bir İznikli yurttaş olarak bu gazetede İznik’in sorunları hakkında yazılar yazıyorum.

Geçen yıl bu yerel gazetenin bu sütunlarında bir yerel gazeteci olarak onarılan Kırgızlar Türbesi konusunda fotoğraflı haber ve yazılar yazdım.

28 Haziran 06 tarihli DOĞUŞ’taki fotoğraflı yazımın başlığı :”KIRGIZ MEZARLARI NEREDE ?” başlığını taşıyordu.

5 Temmuz 06 tarihli yazımın başlığı ise ; “BİLDİKLERİMİZ-BİLMEDİKLERİMİZ !...YAZDIKLARIMIZ-YAZMADIKLARIMIZ !...” dı.

8 Kasım 06 tarihli yine fotoğraflı yazımın başlığı ise ; “KIRGIZLAR’IN HESABINI KİM VERECEK ?” idi.

8 Kasım 06 tarihinde bir başka iş daha yaptım.Bu üç yazımı bir mektupla TBMM’deki 16 Bursa Milletvekiline e-mail yolu ile gönderdim.

CHP Bursa Milletvekili Sayın Mehmet KÜÇÜKAŞIK,konuyu TBMM gündemine taşıdı ve benim yazılarımı TBMM kürsüsünden okudu ve yazdıklarım TBMM Genel Kurul Tutanaklarına geçti.

Dönemin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN TBMM’de bir söz verdi.
TBMM Genel Kurul Tutanakları’ndan aynen aktarıyorum.İsteyen TBMM web sayfasından aslını görebilir.

“Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurul Tutanağı
22. Dönem 5. Yasama Yılı
16. Birleşim 08/Kasım /2006 Çarşamba

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - ...İznik'te, Kırgızlar Türbesi'nin onarımıyla ilgili bir gazete haberini, burada, bizlerle paylaştı. Kırgızlar Türbesi ve mezarlığıyla ilgili işleri yapan, Vakıflar Genel Müdürlüğü değil, İznik Kaymakamlığı. Ama, ben, Hükûmetin bir üyesi olarak ve Başbakan Yardımcısı sıfatıyla, orada ileri sürülen iddiaları ihbar kabul ederek, İçişleri Bakanlığı kanalıyla, İznik Kaymakamlığından bilgi isteyeceğim ve cevabını sizlere göndereceğim, ilgili gazeteye de ayrıca intikal ettireceğim. Çok teşekkür ederim.”

8 Kasım 06 tarihli yazımın son paragrafını buraya aktarıyorum.

“Bu sorularımı yerel basın aracılığı ile Sayın Kültür Bakanı’na,Sayın Dışişleri Bakanı’na,Sayın Bursa Valisi’ne,Sayın Bursa Anıtlar Kurulu’na,Sayın Vakıflar Genel Müdürü’ne,Sayın İznik Kaymakamı’na ve Sayın Kırgızistan Büyükelçisi’ne soruyorum…Sayın İznik Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazdıklarımı lütfen ihbar kabul ederek sorumlular hakkında soruşturma başlatmasını talep ediyorum. “

İznik Cumhuriyet Başsavcısı talebimi kabul edip bir Hazırlık soruşturması başlattı ve ben 1 Aralık 06 tarihli tanık ifademde bildiklerimi kendisine anlattım.Elimdeki fotoğrafları da kendisine ilettim.

Aradan bir yıldan fazla zaman geçti...Bu bir yıl boyunca hep bir yanıt bekledim.Ama kimseden bir tek satır yanıt alamadım...

Ben yerel gazeteci olmamın ötesinde hukukçuyum.Hukuka saygılıyım.T.C Devleti’nin de bir “hukuk devleti” olduğuna inanmak istiyorum.

Hukuk Devleti olan TC’nin yasama organına TBMM’ne inandım-güvendim.
Yasama organı TBMM’de bu devletin Yürütme organı olan Hükümetin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN’in verdiği söze inandım-güvendim.

Bu devletin yargı organı İznik Cumhuriyet Başsavcısı’na inandım-güvendim.

Basını herhalde izlerler diye düşündüğüm Bursa Valisi’ne,Bursa Anıtlar Kurulu’na,Vakıflar Genel Müdürü’ne,İznik Kaymakamı’na güvendim-inandım.

Yukarıda isimlerini saydığım Devletin yasama-yürütme-yargı ve idari makamlarının hiçbirinden,hiç kimseden olumlu veya olumsuz tek bir satır yanıt almadım.

Bu durumda ne yapmam gerekiyor ? Bir fikri olan var mı acaba ?


İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 28 KASIM 07

19 Kasım 2007 Pazartesi

İZNİK ve HALİL ERGÜN


Geçen hafta “BİR YUDUM HALİL ERGÜN ve İZNİK” başlıklı yazımda bir televizyon programından yola çıkarak Halil ERGÜN’ün İznik’e bakışını,onun İznik sevgisini dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.Halil ERGÜN hemşehrimiz,dostumuz baba ocağı İznik’i sevdiği kadar İznik’i her fırsatta tanıtmak için de çaba harcar.Bu onun için çok doğal bir davranıştır.Çünkü o gerçek bir İzniklidir.

“Kırlangıç Fırtınası” ; Halil ERGÜN’ün kendi özyaşam hikayesinden yola çıkarak senaryosunu yazdığı,başrolünde oynadığı ve 1985 yılında yine bir İznikli Atilla CANDEMİR tarafından İznik ve İstanbul’da çekilen bir filmin adıdır.Bu filmden esinlenerek benim “ bu kasabanın kırlangıcı” olarak tanımladığım Halil ERGÜN’ün İznik’e bakışını,İznik sevgisini biliyoruz da İznik’in ( özellikle İznik yerel yönetiminin ) Halil ERGÜN’e bakışını biliyor muyuz ?

Sokaktaki İzniklinin Halil ERGÜN’e bakışından söz etmiyorum.Doğal olarak seveni de sevmeyeni de vardır.Onu tanıyanların onu sevmemesi de mümkün değildir.Ben İznik’i yönetenlerin,yerel yönetiminin,yerel basınının,yerel toplumsal kuruluşlarının ve siyasi partilerin yerel temsilcilerinin Halil ERGÜN’ün İznik için nasıl bir değer olduğunun farkında olmadıklarını düşünüyorum.

Halil ERGÜN,40 yıldır sanatın içinde.Gençlik yıllarında (60’lı yıllar) tiyatro ile başladığı sanat yaşamına 1974’ten beri sinemada devam ediyor.Bugünlerde televizyon dizilerinin en aranan oyuncusudur ve herkes tarafından tanınmakta,takdir edilmektedir.Yerelden ulusala,ulusaldan evrensele yükselen başarı çizgisiyle sanat dünyasında değerini kanıtlamış ve sayısız ödüller almıştır.Halil ERGÜN’ün son ödülü bu yıl 44.düzenlenen bu ülkenin en büyük sinema festivali olan Antalya Altın Portakal Sinema Festivali’nde aldığı “Onur Ödülü” dür.

Peki İznik’in yerel yönetimi,Kaymakamlığı,Belediyesi,basını,odaları,partileri Halil ERGÜN’e bugüne kadar İznik’in tanıtımına yaptığı katkılar için bir ödül vermiş midir ? Ya da vermeyi düşünmüş müdür ? Bırakın ödül vermeyi bir telefon açıp kutlamış mıdır ?

Kaymakamın askerlik arkadaşına İznik’te bir şarkı klibi çekti diye yalakalık yapmak için sıraya girenler Halil ERGÜN’ün İznik’te kaç sinema filmi çektiğini biliyorlar mı acaba ? Ben bazılarını anımsatayım.Merhaba,Kaşık Düşmanı,Güllüşan,Kırlangıç Fırtınası...İlk aklıma gelenler.

Düzenledikleri “Göl Akşamları” şenliklerinde İznikli şairleri bir kenarda tutup tarikat şairlerini baştacı yapanlar Halil ERGÜN’ün de şiir yazdığını,hemde çok güzel şiir okuduğunu da biliyorlar mı acaba ? Bu şenliklerde İzniklilere gerçek İznik şiirleri okuması için Halil ERGÜN’ü davet etmek kimsenin aklına gelmemiştir.

İznikli Halil ERGÜN’ün İznik yerel yönetimi tarafından değerinin bilinmemesi üzerine yazacak o kadar çok şey var ki bu yazının sınırlarını aşar.

Bu gazetede yazan Soner İLHAN arkadaşımın 19 Eylül 07 tarihli “İZNİK’TE BİR HAFTA SONU” başlıklı yazısına 10 Ekim 07 tarihli “HER ŞEY HAYAL ETMEKLE BAŞLAR…” başlıklı yazımda değinmiştim...Arkadaşımın hayalleri içinde Halil ERGÜN Kültür Merkezi de vardı... Yazımı şu cümleler ile bitirmiştim.

“Aslında her şey hayal etmekle başlar.Umarım hayallerin gerçek olur sevgili Soner İLHAN…Umarım aynı hayalleri bir gün İznik Belediye Başkanı da, iktidarı,muhalefeti ile Meclis üyeleri de kurar.Ya da İznik’i yeniden yönetmeye talip olacak siyasi partilerin İznikli yöneticileri de kurar.Çağdaş bir kenti,çağdaş İznik’i hayal etmek böyle bir kenti kurmak için işe başlamanın ilk adımıdır.
Umarım İznik’in rahat koltuklarında horlayanlar da bir gün uyanır ve bu kasabadaki görevlerinin farkına varırlar.Hayallerin için teşekkürler sevgili Soner İLHAN…”

Bu yazdıklarımı daha ileriye götürüp bu yazımı bir öneri ile bitirmek istiyorum.

Eğer İznik’te İznik için büyük düşünen,çağdaş bir İznik kenti kurmak ve yönetmek isteyen akıllı,bilime,sanata duyarlı,İznik’in değerlerinin farkında bir yerel yönetim olsaydı neler yapardı ? Neler yapmazdı ki !...

İznik’in Atatürk Caddesi’nde Halil ERGÜN’ün babaevi yıllardır boş ve yıkılmak üzere.Bu evde doğan,çocukluğu,gençliği bu evde geçen son yıllara kadar bu evde oturan Halil ERGÜN için olduğu kadar İznik için de tarihi bir değerdir.Yukarıda niteliklerini saydığım akıllı bir İznik yerel yönetimi olsa bu evi kamulaştırır,aslına uygun olarak restore eder.Halil ERGÜN’ün de yardımıyla bir “Halil Ergün Evi” olarak düzenleyerek İznik’i ziyaret edecek yerli ve yabancı ziyaretçilerin gezebileceği küçük çaplı bir müze eve dönüştürür...

Türkiye’nin çeşitli kentlerinde bu tür müze-evler var.İlk aklıma gelenler geçen yıl Diyarbakır’da gezdiğim Cahit Sıtkı Tarancı Evi,bu yıl Malatya’da gördüğüm Tarihi Malatya Evi.Uzağa da gitmeye gerek yok.Komşu Yenişehir’de “Şemaki Evi” Kültür Bakanlığı tarafından bir müze ev olarak korunuyor.

İznik yerel yönetimi ya da onların önerisi ile Kültür Bakanlığı tarafından yıkılmak üzere olan Halil ERGÜN’ün babaevini onarıp müze ev olarak düzenleyip hizmete açmak İznik’in kültürel değerlerine bir değer katmak olmaz mı ? Bu davranış İznik’in bir değeri olan Halil ERGÜN’e de değer vermek,onu yaşarken İznik adına onurlandırmak olur.

Ben gönlümden geçenleri yazdım.Ya siz ne dersiniz İznikliler ?

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 21 KASIM 07

12 Kasım 2007 Pazartesi

BİR YUDUM HALİL ERGÜN VE İZNİK



Bu ayın başında gazetelerin televizyon programlarının tanıtımında kullandıkları aşağıdaki duyuruyu okuduğumda heyecanlandım.

Duyuru şöyleydi :

“ Nebil Özgentürk'le Bir Yudum İnsan'da yeni sezon ve yeni bir bölüm... Bugün, Halil Ergün'ün yaşam öyküsüyle döneme merhaba diyecek olan programı yeni sezonda Yetkin Dilenciler seslendiriyor. Bir Yudum İnsan, yeni sezonun ilk bölümünde sahne ve sinemada 40. yılını tamamlayan Halil Ergün'e ve doğup büyüdüğü İznik'e bir pencere açıyor.

Tiyatroyu örgüt sayan, 12 Mart yönetimince tutuklanan, afla çıktığında Yılmaz Güney'in 'İzin' filmiyle sinemaya adım atan, 8o'e yakın pek çok filmde rol alan ve yıllardır başta Yaprak Dökümü, Baba Evi gibi dizilerde oynayan Ergün, sinemada yaşanan çelişkileri de anlatacak, politikaya girdiği yılları da... Ve tabii ki birlikte sinema yaptığı, bir soba borusu devrilmesi sonucu yanarak ölen yönetmen Bilge Olgaç'la yaşadığı anılarını anlatacak.”

3 Kasım Cumartesi akşamı yayınlanan birinci bölümü gezide olduğum için izleyemedim.10 Kasım Cumartesi akşamı ikinci bölümü,ertesi sabah ta tekrarda birinci bölümü de seyrettim.

Sevgili Dostum Halil Ergün’ün 40 yıllık sanat yaşamının 35 yılını yakından izlediğim ayrıca bu programda anlattıklarının bir kısmını daha önceden kendisinden dinlediğim için bu programı seyrederken zaman zaman gülümsedim,zaman zaman hüzünlendim ama çokça da düşündüm.

Burada ayrıntısına giremeyeceğim ama kısaca belirteyim .Gülümsediğim bölümler 12 Mart-12 Eylül dönemlerinde yaşadıklarını anlattığı bölümlerdi.Hüzünlendiğim bölüm ise Halil sayesinde tanıyıp sevdiğim güzel insan Bilge Olgaç’ın bir yangın sonrası yaşamını yitirdiği bölümdü.Düşündüğüm bölümler ise Halil’in siyaset yılları ve İznik’i anlattığı bölümlerdi.

“Toprak çağırıyor…İznik çağırıyor…” diyen İznikli Halil Ergün’ün programını umarım tüm İznikliler izlemiştir.

“Bir Yudum İnsan : Halil Ergün” iki bölümlük bir programdı.Ben de bu yazıyı iki bölüm yapacağım.Bu ilk bölümde bu gazetenin bu sütunlarında 20 Nisan 2005 tarihinde onun için yazdığım yazının bir bölümünü bir kez daha tekrarlıyorum.

**

Biz bu kasabanın kırlangıçlarıyız… Kırlangıçlar yuvalarını yapıların kuytu yerlerine çok sağlam bir şekilde sabırla kurarlar ve zaman zaman yuvalarından ayrılsalar da yuvalarını unutmazlar.İnsan yaşamında da kırlangıç fırtınaları yaşanır,bazı insanlar kırlangıçlar gibi uzaklara savrulur.Ancak kırlangıcın aklı bin bir emekle kurduğu yuvasındadır,tek sığınağı orasıdır.Dünyayı dolaşıp gelse geleceği son yer yuvasıdır.Bazen kırlangıç yuvaları boş kalır.O yuvaları sakın ola ki boş sanıp yıkmaya kalkmayın.O yuva için yüreği pır pır eden kırlangıçlar vardır.

Halil Ergün’ü hiç televizyon söyleşilerinde izlediniz mi ? Söyleyeceğini açık seçik net olarak söyler ve sözü mutlaka İznik’e getirir.İznik deyince gözlerinin içi güler,gözleri çocukluğuna döner,gözleri yaşarır ve “Benim kasabam İznik’te…” diye başladı mı anlatmaya sözlerini kesemezsiniz.Halil çevresindeki dostlarına öylesine duygulu anlatır ki İznik’i,konuştuğu her insana geçiriverir İznik sevgisini.Halil’in anlatımlarından etkilenerek Halil’in anlattığı İznik’i görmeye gelen çok insan tanırım.Halil kasabasını,İznik’i sever.Zamanının çoğunu dışarıda geçirse de aklı ve yüreği hep buradadır,İznik’tedir.Halil’i anlatmaya sayfalar yetmez.

Otuz yıldan fazla oluyor tiyatrodan kopup sinemaya geçtiği.Oynadığı ilk filmlerinden biri olan “İzin” (1974) de Yılmaz Güney’in bir senaryosuydu.Halil o filmde de Selimiye’den izinli çıkan bir mahkumu oynuyordu.Aradan 31 yıl geçmiş Erden Kral’ın “Yolda” (2005) filminde Halil Ergün filmin “Yılmaz” karakterini canlandırıyor.Arada bir de 1981’in zor koşullarında yapılan ve Türk sinemasına en büyük ödüllerden birini getiren Şerif Gören’in “Yol” filmi var.Sanat dünyası bu süreci biliyor.Halil’i,O’nun tutarlı çizgisini tanıyor,Türk sinemasına verdiği emeği de biliyor ve takdir ediyor.

O Halil,bizim kasabamızın Halil’idir…Bazıları farkına varsa da varmasa da…Bu kasabada O’nun başarılarıyla gurur duyanlar olduğunu O’da biliyor.

Halil’de,Hamdi’de kendi alanlarında başarıyı yakalamış dostlarımızdır.Onlar ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar,ne kadar ödül alırlarsa alsınlar,kasabamızdan alacakları küçük bir selam kadar değerli olamaz…

Burada istemeyerek de olsa bir paragraf açmak istiyorum.Geçmişte masum insanları acımasızca öldüren eli kanlı katiller,mafya babaları,devleti hortumlayanlar doğdukları kasabalarda kahramanlar gibi konvoylarla karşılandılar.Güreşçiler,futbolcular yere göğe sığdırılamadılar.O kasabalar, o insanlar için “Türkiye sizinle gurur duyuyor !” diye meydanlara döküldü.

Halil’de,Hamdi’de bu arada ben de yaşam boyu elimize silah almadık.Benim 35 yıllık emeğim hariç devletle hiçbir alışverişimiz olmadı.Düşüncelerimizle,İznik sevgimizle var olduk.Kasabamızın adını lekeleyecek hiçbir eylemimiz olmadı.Biz belki devlet için bir şey yapmadık ama bu ülkenin güzel insanları için,çocuklar için sanat ürettik.Bu kasabanın tarihi eserlerinden bir taş eksilse,gölüne bir çöp düşse bizim yüreğimiz kanar.Bahar aylarında yüreğimiz kasabamızın erik,elma,şeftali ve kiraz çiçekleri gibi renk renktir.Sararan bir asma yaprağında,üzüm salkımında,zeytin karasındadır sevdamız.Biz kasabımızı hep sevdik.Hem de karşılıksız sevdik.Çünkü “Bu kasaba bizim baba evimiz,ana kucağımız,çocukluğumuzun geçtiği yuvamızdır.

Biz bu kasabanın kırlangıçlarıyız…”

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 14 KASIM 07

8 Kasım 2007 Perşembe

ERDAL İNÖNÜ

Kasım ayı ağaçların yaprak döktüğü,bulutların yağmur getirdiği hüzünlü bir aydır…

Geçen yıl 8 Kasım’da Bülent Ecevit’i Ankara’da toprağa vermiştik.Geçen hafta da 4 Kasım Pazar günü Erdal İnönü İstanbul’da toprağa verildi.10 Kasım’da ise Atatürk’ün 69. ölüm yıldönümü…

Erdal İnönü için yazılı ve görsel basında çok şey söylendi ve yazıldı.Burada tekrarlamanın bir anlamı yok.Herkes tanıdığı Erdal İnönü’yü anlatıyor.Ben de öyle yapacağım.

Benim için Erdal İnönü her şeyden önce bilim adamıdır.Hem de bu ülkenin yetiştirdiği ender bilim adamlarından biridir.Bugünün gençlerinin adını bile bilmediği ünlü matematikçimiz Cahit Arf düzeyinde bir bilim insanıdır.

Başbakan ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğlu olmak,bu sıfatı taşımak gerçekten zordur.Erdal İnönü bu zorluğu,bu ağır yükü taşımasını bilmiştir.

Erdal İnönü bilim adamlığının dışında “bilge” düzeyinde bir kültür ve düşünce adamıdır.

Bilim adamlığı ve bilgeliğini zekası ve nezaketi ile birleştiren Erdal İnönü olayları esprili yorumu şakacı hazır cevaplığı ile efsaneleşmiş güzel insanlarımızdan biriydi.

Erdal İnönü,ülkesine duyduğu sorumluluk nedeniyle zor bir dönemde siyasete atılmış ve bu alanda da ayrılıklara karşı “birleşmeyi” savunan,bu alanda gösterdiği özverili davranışı anlaşılamamıştır.Siyaseti bırakışında bile verdiği bir ders vardır.Ama ders alacaklar nerede ?

Birkaç kez Erdal İnönü’nün sohbetini dinleme olanağı buldum.Olaylara yaklaşımını ve hazır cevaplığını hep takdirle karşıladım.Bu sohbetlerinden birinde kendisinden duyduğum bir ilkeyi yaşamımda hep uygularım.

Medya haberlerine göre olayları yorumlamamak ve bir olayın üstünden 24 saat geçmeden o olay hakkında yorum yapmamak…Gazete ve televizyon haberleri yerine kitap okumak…

1988 yılında İznik’e geldiğinde Balıkçı Restaurant’da ki yemek sırasında kendisine “afiyet olsun…” diyenlere “Siz arkamda durduğunuz süresince ben yemek yiyemem ki…” deyişini anımsıyorum.

Erdal İnönü gerçekten yeri doldurulması çok zor insanlardan biridir.O’nu özleyeceğiz.

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 07 KASIM 07

25 Ekim 2007 Perşembe

Biz korumazsak...Biz karşı çıkmazsak... Kazdağları yok olacaktır !




Geçen hafta “KAZDAĞLARI ALTINA KURBAN EDİLEMEZ !” başlıklı yazımda Kazdağları’ndan yükselen çığlığı sizlere duyurmaya çalıştım.Kazdağları için 10 yıl önce bu sütunlarda yazdığım yazımı da yayınladım.

Kazdağları’nın çığlığını ulaşabildiğim tüm dostlarıma ulaştırmaya çalıştım.Ulusal basında da Kazdağları ile ilgili çok güzel yazılar yazılıyor ve televizyon programları yapılıyor.Herhale okuyor ve izliyorsunuzdur...

Kazdağları ile ilgili yazacak o kadar çok şey var ki...Hepsini burada yayınlamak bu gazetenin,bu sütunun boyutlarını kat kat aşıyor.Yine de elimden geldiğince aktarmaya çalışacağım.

Olayı tam olarak anlayabilmek için Kazdağları bölgesinde yaşayan insanların ilgili makamlara (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı,Bölge Valilikleri vd.) verdikleri imzalı dilekçelerinden bir paragrafı okuyalım.

“Bizler, Çanakkale ili, ilçe, belde ve köylerinde yaşayan kişileriz. 2004 yılında Dünya Çevre gününde çıkarılan 3213 sayılı maden yasasına göre ülkemizde sadece batı anadoluda 100.000 km ² lik bir alan olmak üzere toplam 155.000 km ² lik bir alanda yabancılara maden ruhsatı verilmiştir. Yine uluslar arası altın tekellerinin belirttiğine göre bu alan mücavir alanlarla birlikte 450.000 km ² ye çıkmaktadır. Yani ülke yüzölçümünün yaklaşık yarısı 99 yıllığına yabancı çok uluslu şirketlere kiraya verilmiştir. İlimizde de Cominco, Tüprag ve onların taşeron şirketleri tarafından maden arama faaliyetleri kapsamında başta Çan-Söğütalan/ Bardakçılar/Halilağa/Hacıbekirler, Bayramiç-Muratlar/Karıncalı/Zeytinli/Kuşçayırı, Çanakkale-Kirazlı, Ayvacık-Bahçedere köylerinde ve daha bir çok sahada sondaj faaliyetleri sürdürülmektedir. Genellikle tarımla geçimini sağlayan yöre halkının, bilgisi ve onayı dışında Ayvalık, Edremit Körfezi ile Balıkesir Kazdağları Milli Parkı alanında, Çanakkale Merkez Dardanos-İntepe’de, Bayramiç, Çan ve Ayvacık ilçelerinde, Kazdağları ve eteklerinde çok sayıda işletme ruhsatı verildiği bilinmektedir. Oksijen deposu, biyolojik çeşitlilik alanı, uluslar arası bilimsel projelerin uygulandığı gen kaynağı, Balıkesir-Erdek-Çanakkale-Edremit Körfezi-Ayvalık hattında yaşayan halkın içme, kullanma ve tarımsal sulama suyu kaynağı olan Kazdağları biz korumazsak, madencilik faaliyetlerine karşı çıkmazsak yok olacaktır.”

Kazdağlarında yaşayan insanlarımız sorunlarını resmi olarak böyle ortaya koyuyor.Arka arkaya yapılan toplantılarda sesler yükseliyor ve çığlık olup büyüyor...

Şimdi bir-iki cümlelik bir alıntı daha okuyalım...

"Bu kanunla Türkiye’de doğayı tabiatı korumak mümkün değil. Anasına kızan evden çıkıp taş ocağı ruhsatı alıp şehrin ormanın en güzel yerinde arama yapıyor. Bu kanunla yola devam edilirse arama yapan işletmeler mantar gibi biter. İş çığırından çıkmadan bu kanun değiştirilmeli."

Sizce bu doğru sözleri kim söylemiş olabilir ?

Bütün bu işleri başımıza açan uluslararası emperyalist şirketlere ülkemizin doğal çevresini yağmalamasına,yok edilmesine yol açan,alay eder gibi 2004 yılı Dünya Çevre Günü’nde çıkarılan Maden Yasası’nın altında imzası olan biri...

Şimdi gerçeği görmüş ve “iş çığırından çıkmadan bu kanun değiştirilmeli.” diyen kişi eski Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’den başkası değil...

Zaman zaman boşuna demiyoruz “ Burası Türkiye ! “

Burası Türkiye...Ve her ne kadar değiştirilmek için yoğun çaba harcansa da halen geçerli bir Anayasa’sı var.Ve bu Anayasa ne diyor ? Anımsayalım...

“Anayasa’nın 2. maddesine göre “T.C.Devleti, sosyal hukuk devleti”dir, 56.maddesine göre “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir”. 138. maddesine göre de; “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez”

Geçen hafta Çarşamba günü üyesi olmaktan gurur duyduğum Beşiktaşımız BJK İnönü Stadında son iki yılın Avrupa Şampiyonu ve finalisti İngilizlerin Liverpool takımını 2-1 yenerek hepimiz mutlu etti.Bu maç sırasında Beşiktaş’ın toplumsal olaylara duyarlı ÇARŞI Grubu’nun tribünlere astığı iki pankartın fotoğrafını sizinle paylaşmak istiyorum... ÇARŞI SİYANÜRE DE KARŞI !

Ya siz ?

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 31 EKİM 07

19 Ekim 2007 Cuma

KAZDAĞLARI ALTINA KURBAN EDİLEMEZ !

Bugünlerde Kazdağları’ndan bir çığlık yükseliyor.

Duyuyor musunuz ?

Bu bir öfke çığlığı…Bu bir destek çığlığı…Bu bir yardım çığlığı…Bu bir birlik çığlığı…Bu bir doğayı koruma çığlığı…Bu bir vatan toprağını savunma çığlığı…Bu zeytincilerin çığlığı…Bu bir insanlık çığlığı…Bu küresel emperyalizme karşı bir direniş çığlığı…

Eğer bu çığlığı duymuyorsanız,kulaklarınızda bir problem var demektir.Bu çığlığı yüreğinizde hissetmiyorsanız insanlığınızda sorun var demektir.Eğer bu çığlığı duymuyorsanız,siz küresel emperyalizmin doğa yağmacısı şirketlerinin ortağısınız demektir.

Siz bugün Kazdağları’ndan yükselen bu çığlığı duymazsanız yarın sizin çığlığınızı da duyacak kimse kalmaz…

Kazdağları’nın çığlığını duyun ! Bu çığlığı duyurun…”…ve artık yeter !” deyip bir çığlıkta siz atın ne olur…

DOĞUŞ olarak bu hafta bu çığlığı size duyurmaya çalışacağız.Bu kez Kazdağları Bergama köylüleri kadar yalnız ve çaresiz değil.Bölgenin tüm kişi ve kuruluşları ayakta.Birlikte hareket ediyorlar.Şimdiden ulusal basında bu çığlığı duyan bir çok yazar bu çığlığı duymayanlara duyurmak için yazılar yazdı.

Ben Hüseyin AY olarak bu çığlığı 10 yıl öncesinden duydum.

Bu gazetede 24 Aralık 97’de yazdığım yazımı burada tekrar yayınlıyorum.


19 Kasım 1997 tarihinde yayınlanan Antalya Mektubu’nda Bergama Köylülerinin topraklarında siyanürlü altın aramak isteyen Eurogold şirketine karşı verdikleri mücadeleyi kutlamış ancak Eurogold Türkiye’den tümüyle gitmeden bayram yapmamalarını yazmıştım.Bu Antalya Mektubu’na başlarken önümde Hürriyet Gazetesinin iki haberi var.Sadece başlıklarını veriyorum :

Hürriyet 25 Kasım 1997 : EUROGOLD KAZ DAĞI’NDA

Bergama’da siyanür yöntemiyle altın madeni işletmek isteyince uluslararası çevre mücadelesi ile karşı karşıya kalan Eurogold,şimdi de Çanakkale’nin Kaz Dağları’nda altın aramaya başladı.

Hürriyet 27 Kasım 1997 : İDA,DİKEN ÜSTÜNDE

Bergama örneğinden hiçbir ders almamış görünen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın,Eurogold Firması’na Kaz Dağı eteklerinde altın arama izni vermesi,yöre halkını ayaklandırdı.

*
Benim Kaz Dağı’nı (mitolojideki adıyla İda Dağı) ne çok sevdiğimi bilen dostlarım bu iki haberin beni nasıl etkilediğini tahmin edebilirler.1990 lı yıllarda nerdeyse geleneksel hale getirdiğimiz Mayıs ayında Kaz Dağı yürüyüşlerimizde, bu dağı kuzeyden güneye,doğudan batıya geçişler yaptık.Her defasında en az iki gece kamp yaptığım,kamp ateşi etrafında dostlarımla söyleştiğim,her yürüyüşte birkaç kez yolumuzu kaybettiğimiz,yıldızlarının altında uyuduğum,kır çiçeklerinin yüzlerce fotoğrafını çektiğim,1775 metrelik Sarıkız zirvesinde huzur bulduğum,zirveye yakın buzullar içinden fışkıran sarı çiğdemlerine aşık olup şiirler yazdığım,havasıyla,suyu ile Kaz Dağı’nın benim yaşamımda ve anılarımda çok ayrı ve özel bir yeri vardır.Her yürüyüşümüzün ya başlangıç ya da bitiş noktası Bayramiç ilçesinin Evciler Kasabasıdır.Burada Ayazma olarak bilinen kamp yerinde 1996 yılının Kurban Bayramında başlangıç kampını yapmıştık.Ne güzel bir piknik ve kamp yeridir.İşte tam da bu noktadan siyanürle altın aramaya başlıyormuş Eurogold.

Anlaşılan 1998 Mayıs ayında Kaz Dağı’na, Evciler Ayazma’ya kamp yapmaya değil Eurogold’a karşı eylem yapmaya gideceğiz dostlarımla.

Hazır mısınız dostlar ?

Bu doğa düşmanı uluslararası Eurogold şirketine hangi siyasi,hangi bürokrat ne gibi çıkarlar karşılığında izin verir merak ediyorum.Bu şirkete Bergama deneyinden sonra Kaz Dağı’nda da siyanürle altın arama izni verenlerin,aklından,namusundan,insanlığından şüphe ediyorum.”


10 yıl önce bu satırları yazmışım…10 yılda neler değişti ? Şimdi Kazdağları’nda neler oluyor ? Bunları da gelecek hafta yazacağım.

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 24 EKİM 07

14 Ekim 2007 Pazar

BAYRAM GELMİŞ NEYİME-KAN DAMLAR YÜREĞİME…

Yazının başlığındaki sözcükler çoğunluğun anımsadığını sandığım bir halk türküsünün dizeleri.

Evet,bir bayram geldi geçti…Ama nasıl geçti ? Türkü sözlerinde olduğu gibi kan damlayan yüreklere bayram gelmiş,geçmiş kimin neyine.

Bir yanda siyasi terör,bir yanda trafik terörü…Siyasi terörde yaşamını yitirenler şehit,trafik teröründe yaşamını yitirenler Niyazi…

Bu yazıyı yazdığım Pazar akşam saatlerinde başta İstanbul olmak üzere büyük kentlere bayram dönüş çilesi devam ediyordu.Ve sadece üç günlük bayram trafiğinde yaşamını yitirenlerin sayısı 84 kişiydi…Bayramlarda trafiğe insan kurban etmek bizim ülkenin değişmeyen geleneği.Bozuk ve denetimsiz yollar,trafik kurallarına uymamayı kural edinmiş,aceleci,saygısız sürücülerle daha uzun yıllar değişmesi de mümkün değil.

Yazımızın asıl konusu siyasi terör.Bayram öncesi kalkan 15 şehit cenazesinin hüznü çöktü bayramın üstüne.Şehit askerlerin evlerinde ağıtlar yakıldı,törenlerde nutuklar ve sloganlar atıldı,yumruklar sıkıldı…Siyasiler kınama demeçleri yayınladılar.Medyada şehitlerin yaşam öyküleri yazıldı,çarpıcı manşetler atıldı,insanların kanayan yürekleri,gözyaşları bol bol malzeme yapıldı…

İlk gün konuyu gelecek ay Başkan Bush’la görüşeceğini açıklayan Başbakan bayramda tavır değiştirdi.Sınır ötesi operasyon için Meclis’e yeni bir tezkere getirmeye karar verdi.Sanatçılara vereceği kokteyli erteleyen Cumhurbaşkanı kızının görkemli düğününü ertelemeyi düşünmedi.

Dünyanın çeşitli bölgelerinde,Ortadoğu’da ve Türkiye’de süren tüm kirli savaşların ve terörün kaynağı ABD emperyalizmidir.Bu gerçek apaçık ortadayken ABD emperyalizmine karşı çıkmayan,karşı çıkmak bir yana ABD emperyalizminin savaşlarına ve terör eylemlerine destek olanlar,bu terörden siyasi çıkar umanlar bu terör suçuna ortaktırlar.Bu suç ortaklarının başında Kuzey Irak’taki Kürt milliyetçileri ve PKK gelmektedir.

Kendi aralarında kavga eder görünseler de bizim Türk ve Kürt milliyetçisi siyasi partilerimiz de ABD emperyalizmine karşı kesin bir karşı duruş tavrı sergilemedikleri için içte verdikleri keskin mesajların ve sahte göz yaşlarının hiçbir önemi yoktur.

Bana göre savaşa ve teröre karşı yeni bir toplumsal muhalefet oluşturulmalıdır.Bu yeni toplumsal muhalefetin ortak paydası ise ABD emperyalizmine,savaşa ve teröre karşı duruş olmalıdır.

Terör eylemlerinde taraf olunmamalıdır.Masum insanların canına kast eden terörizmin milliyeti de dini de yoktur.Teröristin Kürdü,Türkü,Ermenisi,Rumu,Arabı,Amerikalısı,İngilizi,Fransızı,Almanı,İspanyolu olmadığı gibi teröristin müslümanı ,hıristiyanı,yahudisi de olmaz.Milliyetlerine ve dinlerine göre terör eylemlerinde taraf tutulursa,teröristler bu kriterlere göre değerlendirilip sadece bir kısmına karşı çıkılıp bir kısmına destek olunursa bu terörizme karşı çıkmak olmaz.Nerden ve kimden gelirse gelsin tüm terörist eylemlere karşı çıkılmalıdır.

Yoksa terörizmin kaynağı ve baş destekçisi ABD emperyalizminin yaptığı gibi Iraklı,Arap,Filistinli,Afgan teröristler kötü,Amerikalı,İsrailli ve Kürt teröristler iyidir derseniz,ya da tersini söylerseniz siz terörizmde taraf tutuyorsunuz demektir.

ABD emperyalizmine,onun savaşlarına ve terörist eylemlerine karşı çıkmayanlar, ulusal ve bölgesel düzeydeki terörist eylemlerde taraf tutanlar ne kadar milliyetçi,ne kadar solcu,ne kadar dinci olurlarsa olsunlar sonuçta ABD kaynaklı terörist anlayışın ve vahşetin değirmenine su taşımaktan başka bir şey yapamazlar.

İşte bu koşullarda bir bayram gelmiş,geçmiş benim neyime…

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ-17 EKİM 07

7 Ekim 2007 Pazar

HER ŞEY HAYAL ETMEKLE BAŞLAR…

DOĞUŞ Gazetesi’ni zorunlu olarak sizlerden biraz gecikmeli olarak okuyorum.DOĞUŞ’a yeni arkadaşlar yazı yazmaya başladı.DOĞUŞ’un eski ve yeni yazarlarını ilgiyle okuyorum.Gazeteyi alır almaz öncelikle okuduğum iki yazar var.Sevgili Remzi GÜLTEKİN ve yeni arkadaşımız Soner İLHAN.Bu arkadaşları öncelikle okumamın nedeni ise yazılarında İznik haberlerine ağırlık verdikleri içindir.

Remzi GÜLTEKİN’in yazılarında “bir dokun bin ahh işit…” misali İznik’in bitip tükenmez sıkıntıları,yerel yöneticilerin vurdumduymazlığını okumak bana kendimi İznik’te hissettiriyor.Remzi Usta’nın yazıları içerik olarak sıkıntılı ama üslup olarak ürettiği çiniler kadar güzel…Remzi Usta,beynine, kalemine sağlık.Ben buralardan sesini duyuyorum.İnşallah bir gün duyması gerekenler de duyacaktır…Yılmadan yazmaya devam et lütfen…

Yeni arkadaşımız Soner İLHAN’da İznik’in sorunlarını belli ki çok iyi biliyor.İznik’ten gözlemleri,soruları ile İznik’in çağdaş bir kent olmak yerine nasıl köye dönüşen,giderek gerileyen bir kasaba olarak kalışını bizlere yansıtıyor.Bana biraz 2005 yılı başında Çarşamba Sohbetleri Grubu’nda gündeme getirdiğimiz “ kent kimliği,kentlilik bilinci,kent arşivi,kent müzesi” konularını anımsatıyor.Soner İLHAN arkadaşımız her halde o tarihlerde İznik’te değildi.O tarihlerde bizim bu toplantılarımıza katılmış olsaydı demek ki kendisinden çok yararlanacakmışız…

İznik’te sadece sorunları saptamak,hatta fotoğraflamak bile işe yaramıyor.İznik yerel yönetiminde bulunanlar bunlara gülüp geçiyor.Çünkü onların İznik diye bir derdi yok…Çağdaş bir kent nasıl olur,nasıl yönetilir,neler yapılır,neler yapılmaz onları hiç mi hiç ilgilendirmiyor.Onların ne Türkiye’deki ne de dünyadaki kentlerden haberi var…Bilim,kültür,sanat kavramlarını hiç duymamışlardır bile.Böyle olunca da bu yerel yöneticilerin çağdaş bir İznik düşünmesini,hayal etmesini beklemek biraz safdillik olur.Çünkü onlar ülkede ve İznik’te nasılsa çoğunluğu ele geçirdiler ya…Üstelik ne ülkede ne de İznik’te muhalefet de yok…Soru soran da yok,hesap soran da...Oraya kim otursa bu kasabayı yönetir.

Soner İLHAN arkadaşımın bu gazetede 19 Eylül tarihinde yayınlanan “İZNİK’TE BİR HAFTA SONU” başlıklı yazısını ilgiyle okudum.Arkadaşımız İznik’i çağdaş bir kent olarak hayal ediyor,kültür ve spor aktivitelerinin yoğun olduğu bu kentte yaşamanın ve hafta sonu program yapmanın güçlüklerinden bahsediyor.

Halil Ergün Kültür Merkezi’ndeki fotoğraf sergisine mi gitsin,K.Eryılmaz yüzme havuzuna mı gitsin,basket maçına mı gitsin…

Güzel bir hayaldi doğrusu.Böyle bir kentte ömrümün son demlerinde Lefke Kapı’ya yakın olsun diye ben de yaşamak isterdim…

Aslında her şey hayal etmekle başlar.Umarım hayallerin gerçek olur sevgili Soner İLHAN…Umarım aynı hayalleri bir gün İznik Belediye Başkanı da, iktidarı,muhalefeti ile Meclis üyeleri de kurar.Ya da İznik’i yeniden yönetmeye talip olacak siyasi partilerin İznikli yöneticileri de kurar.Çağdaş bir kenti,çağdaş İznik’i hayal etmek böyle bir kenti kurmak için işe başlamanın ilk adımıdır.

Umarım İznik’in rahat koltuklarında horlayanlar da bir gün uyanır ve bu kasabadaki görevlerinin farkına varırlar.Hayallerin için teşekkürler sevgili Soner İLHAN…

Okurlarımın,dostlarımın ve tüm İzniklilerin Şeker Bayramı’nı kutlarım.

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ – 10 EKİM 07

29 Eylül 2007 Cumartesi

GÜNCEL TARTIŞMALAR

22 Temmuz seçimleri geldi geçti.Cumhurbaşkanlığı seçimi bitti.Seçim akşamı Başbakan,seçildikten sonra Cumhurbaşkanı da tüm halkı kucakladıklarını söylediler…”Tamam istikrar kazandı,yola devam ediyoruz.” demeye kalmadan yeni tartışmalar çıktı ortaya…

Halkı kucaklama,uzlaşma lafları ertesi gün unutuldu.Onlar dünde kaldı.Bu yıl Mevlana yılı ya “şimdi yeni şeyler söylemek lazım…” deyip birileri çantalarını açtı.O ne ? Yeni Anayasa hazırlıkları çıktı ortaya.Önce beş yıllık ilk iktidar döneminde tüm zorlamalara karşın çözülemeyen “türban sorunu” nu acilen çözmek gerekiyordu.Nasıl olacaktı bu iş ? Anayasa değişikliği yapılması da yetmezdi.Ne yapmalı ? “Yeni Sivil Anayasa (!)” yapılmalıydı.Hazır yeni sivil Anayasa yapılırken şu Cumhuriyet’in temel ilkeleri filan da gözden geçirilse iyi olurdu…

Birkaç profesörün çantasından çıkan taslak Kızılcahamam’da AKP kurmaylarınca da gözden geçirildi.Böyle çıktı ortaya AKP’nin “sivil” Anayasa taslağı.Meclisin milliyetçi muhalefet partileri CHP,MHP,DTP şaşkın şaşkın bakarken üniversiteden bir ses yükselecek oldu.

”Anayasa böyle hazırlanmaz,toplumun tüm kesimlerinin görüşlerinin alınması gerekir,tartışılması ve üzerinde uzlaşılması gerekir.Ayrıca üniversitelerde türbanı serbest bırakırsanız,taşra üniversitelerinde türban takmayanlara baskı yapılır,Arkasından türban liselere,ilköğretime girer.Hatta türban yetmez,çarşaf,peçe,sarık,cübbe derken bunun sonu gelmez…” diyecek oldular.Başbakanımızın yanıtı hazırdı…”Siz kendi işinize bakın !...”

Sonra bazı medyada ve iş dünyasında benzer sızlanmalar başladı.Yok “kadınlar korkuyormuş…” da,yok “mahalle baskısı” ile faşizme yol açılırmış da,yok “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” oluyormuşuz da,yok “Türkiye Malezya olur mu,olmaz mı ?” da…Basında birden Malezya röportajları,Malezya anketleri… Bir sürü istikrarı,huzuru bozacak tartışma mı, yoksa kurnaz Başbakanımızın seçimlerden önce yaptığı gibi “yeni bir çelik-çomak oyunu”mu ?

Bu arada Irak’ta,Orta Doğu’da,AB’de,ABD’de neler oluyor ? Kim neyi nasıl satıyor,kim nasıl alıyor ? Kimin askeri nereye giriyor,nereye çıkıyor ? Kim ne hazırlıklar yapıyor ? Hey…Orada neler oluyor ?

Neyse biz kendi işimize bakalım…Ramazan da bitiyor.Bu akşam kimin iftarına davetliyiz ? Bu akşam teravihi hangi camide kılacağız ? Bayramda tatile nereye gideceğiz ? Bu sene pek zeytin de yok…Marmarabirlik ne fiyat verecek acaba ? Herkes işine baksın…Size ne “sivil Anayasa” dan,Malezya’dan,Irak’tan…

Eee…Benim işim yok…Ben emekli bir adamım…Benim işim yazı yazmak,fotoğraf çekmek,soru sormak…O halde ben ilgilenebilirim bu üstüme vazife olan-olmayan işlerle…

Ama ben bu tartışmalara kıyısından köşesinden değil direk,tabandan girerim.Kimseye yalakalık yapacak halim de yok…En son söylemem gerekeni,başından söyler işi bitiririm.

Beyler,bayanlar Amerika keşfedileli 500 yıl oldu.Yeniden keşfetmeye gerek yok.Dünya tarihi diye bir şey var.Bu işler hep böyle başlar.Çoğunluğun azınlığa tahakkümü ile başlar.Nereye gider ? Faşizme gider faşizme…

Güvenlik güçlerinin katillerle fotoğraf çektirdikleri,katiller için kahramanlık türküleri yakanların sanatçı sayıldığı, din adına Sivas’ta 37 kişiyi yakanların,Malatya’da insanları koyun gibi kesenlerin sokakta dolaştığı bir ülkeden başka ne bekliyorsunuz ?

Açın okuyun Hitler’i,Mussolini’yi,Franko’yu,Stalin’i…Niye taa Malezya’ya kadar gidiyorsunuz ? Türkiye İran’da olur,Irak’da olur,Pakistan’da,Taliban Afganistanı’da…Tabii Malezya’da…

Siz şimdiden ABD’de CIA’nın kucağından fetvalar veren Halife adayının dönüşünü karşılamaya hazır olun…Dönmesi yakındır.Dolmabahçe Sarayı hazırlanıyor.Boğaz tarafındaki birimler Başbakana tahsis edildi.Camiye yakın kısım da Halife hazretlerine mi tahsis edilecek acaba ? Ya Atatürk’ün öldüğü oda ne olacak derseniz ? Onu bilemem…Bilsem de söylemem…

Çözüm mü ? Onu da söyleyeyim…

Bu ülkenin solcuları,sosyalistleri adam gibi bir sol muhalefet – dikkat edin iktidar demiyorum- oluşturmadıkları sürece bu tarihin çarkı geriye doğru dönecektir.

“Sol” deyince öyle milliyetçi,tarikatçi,darbeci,sekter,kişiliksiz,sahte soldan değil emperyalizme,kapitalizme karşı duracak;Savaşa karşı evrensel barışı,özgürlüğü,demokrasiyi savunacak,doğadan,çevreden,tarihten,sanattan haberi olacak,daha bir sürü özellikleri olan adam gibi bir sol muhalefetten söz ediyorum.

Olur mu ? Niye olmasın ?

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 03 EKİM 07

23 Eylül 2007 Pazar

21 EKİM REFERANDUMU NİYE YAPILIYOR ?

Türkiye 22 Temmuz seçimlerinden üç ay sonra 21 Ekim’de bir kez daha sandık başına gidiyor.21 Ekim Referandumu’na bir aydan az bir zaman kaldı.Sınır kapılarında ise oy verme işlem devam ediyor.
Bu referandumda iki seçeneğiniz var. Ya “EVET” ya da “HAYIR”… Peki ama neye “evet” neye “hayır” diyeceksiniz ? Bilen var mı ? Bir bilen varsa anlatsın da biz de öğrenelim bari…
Önce referandum nedir bir bakalım…
“ Referandum (latince referendum) genelde anayasa değişikliği, yasaların kabulu ve ya çok önemli meselelerde halkın iradesini belirlemek amacıyla yapılan oylamadır. Referandumda halkın iradesi idareye doğrudan doğruya yansımakta olup doğrudan demokrasi'nin güzel bir örneğidir. Temsili demokraside ise, halkın seçtiği insanlar, halkın iradesini yansıtmaya çalışmaktadır. Türkiye'de çok az uygulanan referandum, gelişmiş ülkelerde sık sık uygulanır. Referandum kelimesi genelde plebisit kelimesiyle beraber anılır.”
("http://tr.wikipedia.org/wiki/Referandum"'dan alındı)

21 Ekim 07 Cumhurbaşkanlığı Referandumu Türkiye’nin 5.referandumu olacak…Türkiye’de daha önce yapılan 4 referandumu kısaca anımsayalım…

“ Türkiye'de ilk referandum, 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin ardından hazırlanan 1961 Anayasası için yapıldı. 9 Temmuz 1961'deki halkoylaması ile 1961 Anayasası, yüzde 38.3 ''hayır'' oyuna karşılık, yüzde 61.7 ''evet'' oyuyla kabul edildi.
Türkiye ikinci kez ''1982 Anayasası''nın halkoyuna sunulması üzerine sandık başına gitti. İkinci referandum, 1980 askeri müdahalesinin ardından hazırlanan 1982 Anayasası için 7 Kasım 1982'de yapıldı. Halkoylamasına, 18 milyon 885 bin 488 seçmen katıldı. 17 milyon 215 bin 559 seçmen ''kabul'' (yüzde 91.37), 1 milyon 626 bin 431 seçmen de ''ret'' (yüzde 8.63) oyu kullandı. 1982 Anayasası, sonuçların açıklanmasıyla 9 Kasım 1982'de yürürlüğe girdi.
Türkiye'de 3. halkoylaması, 1982 Anayasası'nın Geçici 4. maddesi ile getirilen 10 ve 5 yıllık siyasal yasakların kalkıp kalkmaması konusunda 6 Eylül 1987'de düzenlendi. Yüksek Seçim Kurulu (YSK), halkoylaması sonuçlarını 12 Eylül 1987'de açıkladı. Halkoylamasına 24 milyon 436 bin 821 seçmen katıldı. Geçerli 23 milyon 347 bin 856 oydan 11 milyon 711 bin 461'i ''evet'', 11 milyon 636 bin 395'i ''hayır'' çıktı. Böylece, Geçici 4. madde yürürlükten kalktı.
Türkiye'nin dördüncü kez önüne getirilen halkoylaması sandığının konusu ise Anayasa'nın 127. maddesindeki yerel seçimlerin 1 yıl erkene alınıp alınmaması oldu. Bu halkoylaması, 25 Eylül 1988'de yapıldı. Seçmenlerin yüzde 65'i ''hayır'', yüzde 35'i ''evet'' oyu kullandı. Böylece yerel seçimlerin erkene alınması için Anayasa'nın 127. maddesindeki değişiklik kabul edilmedi ve 13 Kasım 1988 olarak öngörülen erken yerel seçim yapılmadı. “ (AA)

Ben kendi adıma Türkiye’de daha önce yapılan dört referandumu da anımsıyorum.Yurt dışında da referandumlar izledim.

Referandumlarda taraflar olur. “EVET” i savunanlar, ya da “HAYIR”ı savunanlar.Genellikle mevcut iktidarlar ”evetçi” ,muhalefet partileri ” hayırcı” olur. Taraflar çoğunluğu sağlamak için seçimlerde olduğu gibi propaganda yapar,halkı bilinçlendirir.Medyada tartışmalar sürer gider.

Bakıyoruz 21 Ekim Referandumu’na… Ne “evetçisi” var ortalıkta,ne “hayırcısı”…Medyada hiçbir şey yazılmıyor,tartışılmıyor.Bu konuda tek bir yazı var.O da 18 Eylül tarihli Hürriyet’ten Yılmaz ÖZDİL’in yazısı… Eee doğal olarak da bu konuda bilgisi olmayan halk da referanduma ilgisiz.

Dünyanın hiçbir yerinde siyasi partilerin,medyanın ve halkın sahip çıkmadığı,bu kadar ilgisiz kaldığı bir referandum görülmemiştir…

O zaman sahi biz bu 21 Ekim Referandumu’nu niye yapıyoruz? Bu konudaki tek yazı olduğunu söylediğimiz Yılmaz Özdil’in yazısında ilginç sorular ve sorulardan sonuç çıkarmalar var…Yılmaz Özdil,yazısında Cumhurbaşkanı A.GÜL’ün bu referandumda “HAYIR” oyu kullanacağını söylüyor…

Bana göre sadece Cumhurbaşkanı değil tüm AKP’liler,22 Temmuz seçimlerinde AKP’ye oy veren yüzde 47 çoğunluk da “HAYIR” oyu kullanacak…Muhalefet zaten doğal olarak “HAYIR” kullanmalı.Ya da taktik değiştirip “EVET” demeli.Çünkü bu referandumdan “EVET” çoğunluğunun çıkması Abdullah GÜL’ün Cumhurbaşkanlığı’nı tartışmalı hale getirir.Hukuken de düşürür…

Yılmaz Özdil yazısında güzel özetlemiş nedenini…

Ben 21 Ekim 07’de yapılacak referandum konusu 31.05.2007 tarihli ve 5678 sayılı 7 maddelik “ TÜR­Kİ­YE CUM­HU­Rİ­YE­Tİ ANA­YA­SA­SI­NIN BA­ZI MAD­DE­LE­RİN­DE DEĞİŞİKLİK YA­PIL­MA­SI HAK­KIN­DA KANUN” un 6.maddesini TBMM tutanaklarından alarak aynen sizlere sunuyorum…

“MAD­DE 6- Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Ana­ya­sa­sı­na aşa­ğı­da­ki ge­çi­ci mad­de­ler ek­len­miş­tir.
“GE­Çİ­Cİ MAD­DE 18- Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Ana­ya­sa­sı­nın 67 nci mad­de­si­nin son fık­ra­sı, Cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çim­le­ri­nin ya­pı­la­bil­me­si için; çı­ka­rıl­ma­sı ge­re­ken ka­nun hü­küm­le­ri ile se­çim ka­nun­la­rın­da ya­pı­la­cak de­ği­şik­lik­ler bakımından dik­ka­te alın­maz.
GE­Çİ­Cİ MAD­DE 19- On­bi­rin­ci Cum­hur­baş­ka­nı se­çi­mi­nin ilk tur oy­la­ma­sı, bu Ka­nu­nun Res­mi Ga­ze­te­de ya­yı­mı­nı ta­kip eden kır­kın­cı gün­den son­ra­ki ilk Pa­zar gü­nü, ikin­ci tur oy­la­ma­sı ise ilk tur oy­la­ma­yı ta­kip eden ikin­ci Pa­zar gü­nü ya­pı­lır.”

Türkiye’nin 11.Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL AKP milletvekillerinin oyu ile seçildi.Göreve başladı…

O halde 21 Ekim 07 referandumu niye yapılıyor ? İktidar partisi AKP ve diğer muhalefet partileri bu referandumda nasıl oy kullanacak ?

Ben başından beri Abdullah GÜL’ün Cumhurbaşkanlığı’na karşı olduğum için ve de hukuksal tartışmaya bir katkım olsun diye bu referandumda “EVET” oyu kullanacağım.Ya siz ne yapacaksınız ?...

İnşallah bu referandumdan “EVET” çıkar da; AKP de kendi seçtiği Cumhurbaşkanını kendisi düşüren siyasi parti olarak dünya siyaset tarihine geçer…

Yılmaz Özdil’in deyimiyle ; “…Kendi işine yarasın diye yaptığın "bir maddelik" kanunda bile hata yapıyorsan, "yüz küsur maddelik" Anayasa'yı nasıl yapacaksın? “
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 26 EYLÜL 07

15 Eylül 2007 Cumartesi

DOĞA,ÇEVRE ve BİLİM









Geçen haftaki yazımda İznik Gölü’nün Belediyemiz tarafından kepçeyle temizlenmesi – ya da katledilmesi- konusunda :
“Bu yazının DOĞUŞ’ta yayınlandığı 12 Eylül’de ben Malatya İnönü Üniversitesi’nde düzenlenen 7.Ulusal Çevre ve Ekoloji Kongresi’nde olacağım.En iyisi bu konuyu oradaki bilim insanlarına sorayım da öğreneyim bari…” demiştim.
Geçen hafta Pazartesi sabahı İstanbul’dan Malatya’ya gittim.Malatya İnönü Üniversitesi’nin düzenlediği VII.Ulusal Ekoloji ve Çevre Kongresi’ne katıldım.Kongrenin açılış törenine yetişemedim ama açılış konuşmasına yetişebildim.Kongrenin bu yıl ki açılış konuşmasını TEMA Vakfı Kurucusu ve Onursal Başkanı Sayın Hayrettin KARACA yaptı.
Türkiye’de çevre,toprak,erozyon,kuraklık ve çölleşme kavramları ile bütünleşen Sayın Hayrettin KARACA 81 yaşında olmasına karşın ( rakamları ters çevirirsek ) 18 yaşının dinamizmini ve heyecanını taşıyan bir güzel insan.Yakından tanıma ve sohbet imkanı bulduğum için mutlu oldum.
Hayrettin KARACA Kongre’de “ORMAN YANGINLARI” üzerine yaptığı ve benim çok yararlandığım konuşmasını şu sözlerle tamamladı ve ayakta alkışlandı.
“ Sözlerimi önüme çıkan herkese yılmadan tekrar ettiğim gibi “okumak ibadettir,okumamak vatana hıyanettir;daha iyi yarınlar için bilgili yurttaşlara ihtiyaç vardır.” TOPRAĞINI HOR GÖREN YARINLARI ZOR GÖRÜR ! “
Hayrettin KARACA’dan sonra geçen yıl Diyarbakır’da yapılan kongrede tanıdığım Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Sayın Pof.Dr.Ali DEMİRSOY’un “KÜRESEL ISINMA VE TÜRKİYE’DEKİ YANSIMALARI” başlıklı sunumunu büyük bir ilgi ve hayranlıkla dinledim.Sayın Ali DEMİRSOY,bilgili ve konusunun uzmanı olmanın güveni ve kararlılığı ile küresel ısınma sorununa günlük ve dar bir çerçeveden bakmak yerine evrensel bir açıdan bakmak gerekliliğini vurguladı.O da konuşmasını :
“ Doğayı bilinçli olarak gözlediğimi söyleyebileceğim,42 yılda tanık olduğum Anadolu’daki değişiklikler : GEÇMİŞİ OLMAYAN YA DA SİLİNMİŞ YOKEDİLMİŞ BİR DÜNYA VAR OLMAMIŞ BİR DÜNYADIR... GELECEK SİZLERİN ELİNİZDE,ÇOK GEÇ KALMAYIN DERİM !!! “ diyerek bitirdi.
Ekoloji,çevre ve doğa konularında onlarca bilim insanını dinledim ve yüzlerce genç bilim insanının çok değişik konulardaki bilimsel projelerini-çalışmalarını sergiledikleri poster sunumlarını izledim.
Kayısı kenti Malatya’nın İnönü Üniversitesi’nin genç ve dinamik rektörü Prof.Dr.Fatih HİLMİOĞLU’nun bu üniversiteyi 1997’den 2007’ye 10 yılda nereden nereye getirdiğini kıvançla gözlemledim.Malatya’da üniversiteye adını veren Atatürk’ün yakın arkadaşı 2.Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün zarif eşi Mevbihe İNÖNÜ adına yaptırılan pırıl pırıl öğrenci yurdunda kaldım.
İnsan bu tür bilimsel toplantılarda Türkiye’nin sorunlarının siyasetin dar kavramları,kısır çekişmeleri ile anlaşılamayacağını,sorunların ancak bilimin ışığında anlaşılabileceğinin ve çözülebileceğinin farkına varıyor.Türkiye’nin çağdaşlaşmasının önündeki engellerin başında bilime ve kültüre inanmayan kafalardır.
Malatya Müzesi’ndeki Arslantepe höyüğünde yapılan kazılardan çıkarılanları görmediyseniz,Nemrut Dağı’ndaki beşbin yıllık muhteşem heykellerle gün batımını izlemediyseniz Anadolu’nun on bin yıllık tarihini nasıl anlayacaksınız ?
Anadolu’nun tarihini bilmeden,Anadolu’nun doğasının çölleştiğini görmeden; bugün dünyamızın karşı karşıya kaldığı küresel ısınma sorununu bilime inanmadan nasıl anlayacaksınız ?
Anadolu’nun tarihini ve doğasını bilmeden,sadece siyasal kavramlarla Anadolu’nun ve Türkiye’nin geleceğini biçimlendirmek ve kavramak mümkün değildir.
Geçen hafta Malatya’ya gidip gelirken uçaktan çölleşen Anadolu’nun fotoğraflarını çektim.Kongrede Hayrettin KARACA ve Ali DEMİRSOY gibi Türkiye doğasına gönül vermiş insanları dinledim.Genç bilim insanlarının çalışmalarını izledim.
Ve bir şeye üzüldüm...Ulusal düzeyde Türkiye’nin yönetiminde,yerel düzeyde İznik’in yerel yönetiminde Türkiye’nin ,İznik’in tarihinin ve doğasının öneminin farkında olmayan,bilime inanmayan insanların yönetimde olmasına...
Hala Türkiye’nin KYOTO Anlaşması’nı imzalamamamasının,İznik Gölü’nün kepçeyle temizlemeye kalkışılmasının başka açıklaması olabilir mi ?
Bilmem anlatabildim mi ?
Bu yazımı da üç fotoğrafımla tamamlayayım.Çölleşen Anadolu,Nemrut’un beşbin yıllık heykelleri ve Hayrettin KARACA...

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ- 19 EYLÜL 07

http://huseyinay.blogspot.com/

10 Eylül 2007 Pazartesi

“BUGÜN 12 EYLÜL !” ve "KEPÇE"




Çocukluğumuzda ezberlediğimiz ve çocukluk heyecanı ile haykırdığımız bir dize vardı: ”Bugün 23 Nisan ! Neşe doluyor insan ! “
“Bugün 12 Eylül !” diye başlık attıktan sonra ne yazık ki arkasını “Neşe doluyor insan !” diye getiremiyoruz…
Bugün 12 Eylül ! Hüzün doluyor insan !
12 Eylül 1980’de beş paşanın adına Türkiye dediğimiz güzel ülkemizi “anarşi ve terörden kurtarmak” bahanesiyle ülkede demokrasiyi,siyaseti,toplumsal örgütlenmeyi tankla,tüfekle yok ettikleri tarihin 27. yıldönümü…
12 Eylüllerde hüzünle dolanlar tabii ki yaşı 40’ın üstünde olanlardır.Bu yaşın altındakiler için 12 Eylül hiçbir şey ifade etmeyebilir…
Belli bir yaştan sonra hüzünlenmek de yetmiyor. Geçen hafta bu sütunlarda tanıttığım Neyzen Tevfik gibi halk deyimiyle “kafayı yiyip” her bir şeyi açıkça söyleyip hatta küfretmek geçiyor insanın içinden…
Benim yaşım 60’a gelirken ben bunları düşünüyorum.
Geçenlerde 75.yaş gününü kutlayan (ama ben kutlamayı unuttum,özür dilerim) Yılmaz AKKILIÇ ağabeyimizin ruh halini anlıyorum.Bursa’nın duayen gazetecisi,araştırmacı,yazar Yılmaz AKKILIÇ Bursa Kent Gazetesi’nde çok keyifli yazılar yazıyor.Ben ilgiyle okuyorum,izliyorum.
Yılmaz Ağabey’in Ağustos ayında arka arkaya yazdığı iki yazısına kısaca değinmek istiyorum.
İlk yazı 21 Ağustos 07 tarihli.Bu yazının başlığı : “Ya küresel ısınmaya çözüm, ya insansız Doğa”
İkinci yazı 22 Ağustos 07 tarihli yazının başlığı ise “İznik’te kepçeyle arkeolojik kazı”
Bu güzel iki yazının içeriğine burada giremeyeceğim.Meraklısı bulsun okusun…
Geçen hafta kısa süreliğine de olsa İznik’te idim.Dostlarımı gördüm.İznik’te olup biteni öğrenme fırsatım oldu.Cuma sabahı ise her zaman yaptığım gibi göl kenarında yürüyüşe ve fotoğraf çekmeye çıktım…
En son 19 Mayıs’ta fotoğraf çektiğim yerlerde dokunsalar ağlayacaktım…
İznik Gölü ölüyor dostlar…İznik Gölü ölüyor…İznik Gölü kuruyor…
Daha önceki yazılarımda yazdığım gibi İznik Gölü’nün kuruması,İznik Gölü’nün ölmesi İznik’in kuruması,İznik’in ölmesi demektir…Çünkü İznik’e yaşam veren İznik Gölü’dür.İznik Gölü yoksa İznik’te yoktur…
Küresel ısınma,kuraklık,bilinçsiz ve hor kullanma gölümüzü öldürüyor.
Ne yapmalı,nasıl yapmalı ? Neler yapılabilir ? Bilimsel olarak neyi,nasıl yapmalı da bu evrensel felaketten gölümüzü en az zararla kurtarmalı ?
Fotoğraf çekmek için balıkçı barınağının oraya gittiğimde gördüklerim beni şaşkına çevirdi.Belediyemiz buraya bir çay bahçesi açmış.Bir çay ocağı,büfe kondurmuş,üç beş de masa,sandalye koymuşlar.Bir de renkli bir tabela.Bu yer olmuş mu sana “İznik Belediyesi Sosyal Tesisleri”… Ne tesis ama… Buna pek fazla da itirazım yok doğrusu…
Ama o da ne ? Sosyal Tesislerin yanında kocaman bir kepçe…Yıllardır oradaki otoparkta duran,acaba bunları ne yapacaklar diye merak edip durduğum 3 büyük mermer bloğu gölün içinde.Üzerinde ise bir bayrak ve belediyemizin flamaları…Vay be ne düşünce…Ne akıl…Ne Belediye faaliyeti ama…
Darka’ya kadar yürüdüm,döndüm o koca kepçe çalışmaya başlamıştı.Kepçe oraya daha önceden sahil güvenlik amacıyla konan jandarma konteynerinin önüne dalıyor,çamurları çıkarıyor ve kamyonlara yüklüyor.Kamyonlarda o çamurları gidip bir yerlere döküyor.Ama ne faaliyet,ne çalışma,gözlerim yaşardı vallahi.
Belediyemiz kepçeyle İznik Gölü’nün çamurunu çıkarıp gölümüzü temizleyecek…Darka’ya kadar olan 1 km.lik alan böyle temizlenecekmiş…Gölümüzü mesken tutmuş mekelerin,bahrilerin,siyah ve beyaz balıkçılların yaşam alanları yok edilecekmiş kimin umurunda…Kuşlar,balıklar,doğal yaşam,ekoloji,çevre kimin umurunda…
Baktım,gördüm ve fotoğrafladım.Beyaz balıkçıl da benim kadar üzgün ve çaresizdi…
Benim bildiğim kepçeyle kanal temizlenir,inşaat çukuru açılır…Ama kepçeyle göl temizlenmez…
Bu Bursa’da,İznik’te hiç mi etkili,yetkili,bilime inanmış akıllı adam yok ? Birisi bana kepçeyle 308 km2 lik gölün nasıl temizleneceğini açıklasın,anlatsın…Dünyada bir örneğini göstersin…Neyzen Tevfik gibi kafayı yiyeceğim ya…
Bu yazının DOĞUŞ’ta yayınlandığı 12 Eylül’de ben Malatya İnönü Üniversitesi’nde düzenlenen 7.Ulusal Çevre ve Ekoloji Kongresi’nde olacağım.En iyisi bu konuyu oradaki bilim insanlarına sorayım da öğreneyim bari…
Yaa Yılmaz Abi; İznik’te daha bilmediğin,görmediğin,duymadığın,aklına gelmeyen neler var ? İznik’te kepçeyle sadece arkeolojik kazı yapılmıyor…Türkiye’nin beşinci gölü olan İznik Gölü de kepçeyle temizleniyor…
İznik Kaymakamı da Belediye Başkanı da kepçeyi çok seviyor anlaşılan…Başka ne diyelim ? Başka açıklaması var mı ?
Peki Bursa’da bir Vali var mı ? Bir Kültür Müdürü var mı,bir Tarım Müdürü,Çevre Müdürü var mı ? Vakıflar Bölge Müdürü,Doğal ve Tarihi Varlıkları Koruma Kurulu var mı ? Varsa onlara seslenmek istiyorum.
Hey Bursalı yetkililer ! İznik hala Bursa’nın ilçesi…Bu ilçede neler oluyor ? Haberiniz var mı ? Orada mısınız ?
Bir de İznik Belediye Meclisi’ndeki muhalefet partilerinin üyeleri ve diğer siyasi partiler bu konularda ne düşünürler acaba ? Bu konularda İznik Belediye Meclisi’nin bir görüşmesi,ya da kararı var mı ? Bu gölü kepçeyle temizleme işinin bir projesi var mı ? İlgili makamlardan alınmış bir izin var mı ? Merak ediyorum doğrusu…
İznik yerel yönetimini artık iyi tanıyorum.Bu yazıya da,bu sorulara da yanıt vereceklerini hiç sanmıyorum.
Bu yazıyı ve yazının konusu fotoğrafları İznik Kent Arşivi’ne bir belge olarak bırakıyorum…Günün birinde birilerinin işine yarar belki…

http://huseyinay.blogspot.com/


İznik Belediyesi gölü kepçeyle temizliyor.


Göl temizlik alanında bir beyaz balıkçıl.
Gölün ve kendisinin geleceğini düşünüyor.

2 Eylül 2007 Pazar

NEYZEN TEVFİK




Bu yaz Bodrum’a gelenler görmüştür.Bodrum Belediyesi ünlü Bodrumluları tanıtmak amacı ile Bodrum içinde, Bodrum-Turgutreis ve Bodrum-Milas karayolundaki büyük reklam panolarına Türkçe-İngilizce tanıtım afişleri astı.
“Tarihin babası Herodot Bodrumludur ! “ “Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Bodrumludur ! “ “”Neyzen Tevfik Bodrumludur !” “Zeki Müren Bodrumludur !”
Gerçekte Cevat Şakir ve Zeki Müren Bodrum dışında doğmuşlar ama yaşamlarının bir bölümünü Bodrum’da geçirmiş ve Bodrum’un tanıtımına önemli katkılar sağlamışlardır.
Bu hafta size bu ünlü Bodrumlulardan birini tanıtacağım.Çoğunluk onun adını duymuş,dörtlüklerini ve fıkralarını okumuş ya da dinlemiştir.
Yaşadığı dönemin en ünlü ney üstadı olan Neyzen Tevfik 24 Mart 1879’da Bodrum’da doğdu.” Bir kova suyu damla damla içsen de,bir kere de içsen de su biter” diyen Neyzen Tevfik 28 Ocak 1953’te İstanbul’da öldü.
Neyi dergahtan çıkarıp halkın ayağına götüren Neyzen Tevfik tüm otorite ve düzen koyucu güçlere muhalif olarak lafını hiç sakınmadı.Düzen karşıtı sözleri nedeniyle defalarca sorgulandı ve tutuklandı.Meyle bedenini dinlendirip neyle ruhunu arındıran Neyzen Tevfik saraylara da konuk oldu akıl hastanesine de.
1940’lı yıllarda Bakırköy Akıl Hastanesi’nin 21 No.lu koğuşu ona ayrılır,istediği zaman gelir,yatar dinlenir ve çıkar giderdi. Hayatı hep uçlarda yaşayan Neyzen Tevfik hakkında o kadar çok şey anlatılır ve söylenir ki o bir efsanedir.Neyzen Tevfik’i kendi satırlarından tanımak en iyisidir.İşte size arada bir meyini çekip neyini üfleyen Neyzen Tevfik’in dörtlüklerinden ve ikiliklerinden seçmeler:

Kim demiş bizde demokrat idare yoktur
Ne demek,olmasa elbet dışarıdan alırız
Sırredip karne usulüyle o gümrük malını
Karaborsaya verir,biz bize benzer kılarız.

*Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
"Bizdeki kayda göre, şimdi o meb'us!" dediler...

*Kim demiştir kanun alınmıştır ayak altına,
Böyle bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir.
Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede,
Kaldırım olmazsa kanun-ı hükûmet çiğnenir.


*Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden,
Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.
Kara bir kinle taassub pusudan çıktı yine,
Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bürüdü.


*Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,
Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!


Bodrum’da Neyzen Tevfik adına bir cadde vardır.Bodrum Kalesi’nin karşısında Bodrum Limanından Tepecik Camiine giderken Kaymakamlık önünde Neyzen Tevfik’in ney üflerken bir de anıtı vardır.
Neyzen Tevfik’i anlatmak,tanıtmak onunla ilgili bir fıkra olmazsa eksik kalır.İşte onunla ilgili fıkralardan biri.


Hangisini içer

Yeşilaycı bir profesör, "içkinin zararları" konulu bir konferans veriyormuş.Konuşmasının bir yerinde dinleyicilere sormuş: " iki kovadan birine rakı diğerine su doldurup bunları bir eşeğin önüne koysak, eşek hangisinden içer acaba " Dinleyiciler hep bir ağızdan " Suyu " demişler. " Neden suyu içer" demiş profesör, Neyzen hemen atılmış " Eşekliğinden " Ahmet Rasim milletvekilliği döneminde bu espriyi Mustafa Kemal'e anlatmış.M.Kemal bunu çok beğenmiş. Atatürk beraberindekilerle bir aksam çiftliğinde içerken,az ötede dolaşan bir köylü çocuğunu yanına çağırarak sormuş : --Biz ne yapıyoruz ? --Rakı içiyorsunuz. --Söyle bakalım, iki kovadan birine rakı diğerine su doldursak,bunları eşeğin önüne koysak,eşek hangisini içer ? --Rakıyı ! --Aman,demiş,sebebini sormayalım!!!
* İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ- 5 EYLÜL 07

27 Ağustos 2007 Pazartesi

NELER OLUYOR ?

Bizler genellikle soru sormayan,soru soranı sevmeyen bir toplumun bireyleriyiz.
Yazının ilk cümlesindeki bu “bizler” kelimesini açmalıyım. ”Bizler” derken gazetelere yazı yazanları,yazılanları okuyanları kastediyorum.
Soru sormayan toplumun “bazı bireyleri” okuduklarını da anlamayıp öküz altında buzağı aradığından açıklama gereği duydum.
Toplumun çoğunluğu soru sormayınca,doğal olarak beyinleri de soru sormaya,yanıt almaya,sorulara alınan yanıtlar arasında bağlantı kurmaya da alışık olmadığından ortaya bazı sorunlar çıkıyor.
Onun için biz toplum olarak aklımızla düşünerek değil,duygularımızla hareket ederiz.Yine bu nedenle olup biteni anlayamayız.
22 Temmuz seçimlerinden sonra bir süre siyaset yazmamaya özen gösterdim.Bunu bir süre daha sürdürmeye kararlıyım.
Ama elimde değil.Benim beynim de soru sormaya alışmış.Olup biteni anlamak için yüzlerce soru kafamda beni rahatsız edip duruyor.
Ulusal basının önde gelen gazetelerinden Hürriyet’in çok soru soran ünlü gazetecisi Emin ÇÖLAŞAN’ın işine sessiz sedasız son verildi.Kimse “neden ?” diye sormadı.Çok soru soranın doğal akıbeti budur diye kabullenildi.
Ardından aynı gazetenin esprili yazarı, insan ve hayvan dostu,ülke ve doğa aşığı Bekir COŞKUN bir yazı yazdı.Neredeyse kıyamet koptu…
En iyisi ben yine de siyaset yazmayayım.Kenan OĞUZ’da Ertuğrul ÖZKÖK’e özenip benim işime son verebilir.Ne olur ne olmaz…
Bekir COŞKUN olayından sonra ben kendim yazı yazmak yerine ulusal basının önde gelen kalemlerinin,yazarlarının bu konudaki görüşlerinden bir derleme yapayım.Anlayacağınız bu hafta konuklarım var.Ulusal yazarların görüş özetleri Hürriyet’in 23 Ağustos 07 tarihli web sayfasından alınmıştır.Buyurun bakalım…
“ Başbakan Erdoğan’ın, Bekir Coşkun’a yönelik "Çek git" anlayışına AB’den muhalefet partilerine, sivil toplum örgütlerinden okurlara yoğun tepki dün de sürdü. "Çek git" anlayışının, Erdoğan’ın 4.5 yıllık iktidarı dönemindeki en büyük gaf ve hata olduğu konusunda herkes birleşti. İşte özetle bazı köşe yazarlarının görüşleri...

Ertuğrul Özkök (Hürriyet): Bakın Fransa’da Yeşiller Partisi lideri Irak’a giden bakanlarından "fino" diye söz ediyor, basın bunu olduğu gibi yazıyor, ama bir Allah’ın kulu "Beğenmeyen gitsin" demiyor. "Ya sev, ya terk et" diktatörlere musallat olan bir zihniyet tarzıdır.


Oktay Ekşi: (Hürriyet): Hani Sayın Başbakan özgürlükçüydü; demokrat idi; hoşgörülü idi? Hani kendisine oy vermeyenlerin de görüşlerine değer verecekti? Hani herkesi kucaklayacaktı? Daha o sözlerin üzerinden bir ay bile geçmeden ne çabuk unutuverdi dediklerini? Sayın Başbakan’a birileri sormalıdır: "Babanın çiftliğinden mi kovuyorsun Bekir Coşkun’u?" diye...

Mehmet Y. Yılmaz (Hürriyet): Düşündüm de, şu kısa Cumhuriyet tarihimiz süresince Bekir Coşkun ve bizim gibi insanları bu ülkeden kovmak isteyen ne kadar çok grup çıkmış. Geçmişte varlığımızdan hoşlanmayanlara nasıl kafa tutup, ülkemizi terk etmedikse, şimdi de terk etmeyeceğiz elbette.

Tufan Türenç (Hürriyet): Bizim demokratlığı kimselere bırakmayan Başbakan’ın özde değil, sözde demokrat söylemlerinden Bekir Coşkun da nasibini aldı. Bekir, Başbakan’ın "Ananı da al git" demediğine şükretsin.

Yalçın Doğan (Hürriyet): Eleştiri haklarına saygı, hoşgörü, kucaklaşma işte buraya kadar. Erdoğan’ın bu sözleri demokrasi felsefesine, demokrasi ruhuna ve devlet yönetimine teğet bile geçmiyor.

Yılmaz Özdil (Hürriyet): Sezer’i yuhlamak, serbest. Gül’e itiraz, vatana ihanet! Ben size söyleyeyim... Tayyip Erdoğan "ya sev, ya terk et" dediği için oyu en az 5 puan artmıştır. Atatürk Türkiyesi, kendi halkı tarafından inkar edildi çünkü. Böyle bundan sonra. Tarikatlar iktidar. Türkler azınlık. Hem Türk, hem laiksen, çare yok, tası tarağı toplayıp gideceksin bu topraklardan.

Özdemir İnce (Hürriyet): Erdoğan kendini tarikat şeyhi, vatandaşları da mürit sanmakta. Benim bildiğim Bekir Coşkun kimsenin müridi değil. Uygar bir başbakan, düşünceyi açıklama özgürlüğünü ve eleştiri hakkını kullanan bir vatandaşa "Vatandaşlıktan çık!" diye posta koyamaz.

Sedat Ergin (Milliyet): Başbakan’ın bu çıkışı başka işaretlerle birleşince, aslında AKP henüz ikinci dönem için yola koyulmadan ortalığa yayılmakta olan rahatsız edici bir yönelişi gösteriyor. Mahalledeki kabadayı bozuntularına yakışan bu sözler mi Türk demokrasisini taçlandırıyor? Allahtan Başbakan Erdoğan’ın muhalif gazetecileri sürgüne gönderebilme gibi bir yetkisi yok.

Melih Aşık (Milliyet): Seçim gecesi verilen "Herkesi kucaklayacağız" sözü buraya kadar. Ya bizi beğen ya vatandaşlığı terk et. Yeni slogan bu. Ne diyelim? Tramvay demokratlığı işte buraya kadar.

İsmet Berkan (Radikal): Kimin vatanından kimi kovuyorsunuz? Sizi beğenmeyenleri, eleştirenleri tek tek kovacaksanız, sizin bütün seçim dönemi boyunca eleştirdiklerinizden ne farkınız var?

Murat Yetkin (Radikal): Coşkun’un söylediklerine katılmayabilirsiniz. Benim de katılmadığım yerler var. Ama bu söze katılmamam, söyleyene ’Vatandaşlıktan çıksın, gitsin’ dememi gerektirmez.

Emre Aköz (Sabah): Neticede fikirlerini ve duygularını kaleme alan bir köşe yazarına, "Vatandaşlıktan çık. Bu ülkeden git" demek de neyin nesi oluyor? Birbirimize böyle tutum alırsak; ortada ne ifade özgürlüğü kalır, ne demokrasi.

Umur Talu (Sabah): Son devlet adamı: Başbakan’ın (bir başbakanın) gazeteci Bekir Coşkun’a (bir gazeteciye, bir vatandaşa), eleştiri özgürlüğünü kullanması karşısında, "Vatandaşlıktan çık" diyebilmesi vahimdir. Ne sinirle izah edilebilir, ne yüzde 47 ile. Tüm vatandaşlar için de utanç verici. Kınanmalı, hiç unutulmamalı!

Ergun Babahan (Sabah): Unutmamak gerekir ki, iktidarlar geçici, kurallar kalıcıdır. Her iktidar kendisi gibi düşünmeyenleri vatandaşlıktan çıkmaya ve gitmeye davet ederse, birkaç seçim sonra ülkede oy kullanacak yurttaş kalmayabilir!

Güngör Mengi (Vatan): Bekir Coşkun’a kapıyı gösterme hakkını Başbakan nereden aldığını sanıyor? Hiçbir seçimin sonucu, bu ülkeye padişah veya halife getiremez.”

Liste daha çok uzun ama yer darlığından ben bu kadarını yazabildim.Bildiğiniz gibi bu yazarların çoğu 22 Temmuz öncesi ve sonrasında AKP iktidarına övgüler düzüyordu.
Şimdi sıradan vatandaş olarak,yerel bir yazar olarak ben “NELER OLUYOR ?” diye sormayayım da ne yapayım?
Bu arada Bekir COŞKUN 22 Ağustos 07 tarihli yazısında “ Gidecek yerim yok.Nereye gideyim ?” diye yazınca bir okuru olarak kendisine aynı gün şu mesajımı ilettim:
“SEVGİLİ BEKİR COŞKUN,ELBET BİZİM GİDECEK YERİMİZ YOK...
AMA ONLARIN ABD'Sİ VAR,AB'Sİ VAR,ARABİSTANI VAR.
BİZ DEĞİL,ONLAR BİR GÜN GELDİKLERİ GİBİ GİDECEKLER !
GÜN OLA DEVRAN DÖNE.GÖZLERİNDEN ÖPERİM.SELAM,SEVGİ VE SAYGILARIMLA.

HÜSEYİN AY”

Siz bu yazıyı okuduğunuzda Türkiye’nin 11.Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL seçilmiş olur.Haftaya da 60.Hükümet kurulur.İşler yoluna girer.İstikrar devam eder gider…
Ama arada anlamadığınız olaylar olursa beyninizi soru sormaya alıştırsanız iyi olur.Soru sormak her zaman iyidir.Düşünmeyi gerektirir.Soru soran insan düşünen insandır.Düşünen insan farklı olur.Benden hatırlatması…

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ-29 AĞUSTOS 07