27 Nisan 2009 Pazartesi

AÇIKLAMA
“ Erzurum’dan ABD’ye bir yol hikayesi
Fethullah Gülen’in önlenemez yükselişi “

Başlığıyla başladığım yazı dizisinin blogumda çok yer kaplayacak olması,bu arada güncel gelişmelerden uzaklaşmamak ve de yazının bütünlüğünü de düşünürek ilgilenen arkadaşlar için bu yazının İngilizce ve Türkçe linklerini vermek istiyorum.

Türkiye’de olup biteni, ergenekon dalgalarını, cemaat ve iktidar yanlısı medyanın yazılarını anlamak açısından okunmasında yarar olan bir yazı. Yazının tümüne katılmak mümkün değil. Bu nedenle tartışmaya açık, herkesin kendince değerlendireceği bir yazı… Cemaat medyasının bu yazıdan çok rahatsız olmasının bir anlamı olmalı.

Bilgilerinize sunarım.

http://www.meforum.org/2071/fethullah-gulenin-buyuk-ihtirasi
http://www.meforum.org/2045/fethullah-gulens-grand-ambition


* Linklerin orijinali " BAĞLANTILARIM" bölmündedir.
Erzurum’dan ABD’ye bir yol hikayesi
Fethullah Gülen’in önlenemez yükselişi

Yazı Dizisi : ( 1 ) GİRİŞ


Son haftalardaki yazılarımda kısa kısa da olsa “Takkeli Herkül” Fethullah Gülen’den söz ettim. Son 20 yılda Türkiye’nin hem içeride hem dışarıda en çok tanınan, ulusal ve uluslararası basında hakkında en çok yazı yazılan kişisi, aynı zamanda en çok sevilen, en çok nefret edilen, kısacası en çok tartışılan kişisi hiç kuşkusuz Fethullah Gülen’dir…Bir zamanlar vaaz kasetleri elden ele dolaşır, her akşam bir televizyon konalında yeni bir kasedi ortaya çıkardı. Sonra dünyanın bir çok ülkesinde açtığı “Türk Okulları” ile de gündem oluşturdu. Son iki yıldır da Türkiye’nin gündemini oluşturan “Ergenekon Davası ve operasyon dalgaları” ile bağlantılı olarak adı devamlı gündemde olan Fethullah Gülen’i savunan televizyonları, gazeteleri ile özel medyası var. Kendisine “Hocaefendi” olarak hitap edilen ve 98 yılından beri ABD’ de yaşayan Fethullah Gülen hakkında bu yılın Ocak ayında Amarikan Middle East Quarterly dergisinde Rachel Sharon-Krespin imzalı “ Fethullah Gülen'in Büyük İhtirası - Türkiye'deki İslamcılık Tehlikesi” başlıklı uzunca bir yazı yayınlandı.



Bu yazıyı Cumhuriyet Gazetesi 15 Ocak 09 tarihinde ` Gülen imparatorluğu` manşet haberi ile okuyucularına duyurdu. Milliyet Gazetesi de “Gülen cemaati devleti ele geçirdi “ başlığını kullanıyordu. Aynı gün başta Zaman Gazetesi olmak üzere Hocaefendi medyası “ Cumhuriyet Fethullah Gülen’e Saldırdı” başlıklı aynı haberi ortak kullanıyorlardı. 17 Ocak’ta Zaman Gazetesi Washington Temsilcisi Ali H. Aslan “ ABD’de yazılan her şeye neden itibar edilemez ?” başlıklı haberi ile Rachel Sharon-Krespin’in yazısının etkisini kırmaya çalışıyordu. Hocaefendinin müritleri ise Amerikan dergisinde çıkan yazıyı haberleştiren başta Cumhuriyet Gazetesi olmak üzere kendileri dışındaki herkese “Ergenekon” sopasını göstererek inanılmaz tehditler savuruyorlardı…

Bir yandan da Mehtap Tv.den Ali Ünal gibi Hocaefendi’yi yüceltiyorlardı… “ 120'ye yakın ülkeye yayılmış hizmetleri, müesseseleri görmeyerek, bütün dünyada iletişim koridorları açan ve günümüzde İslâmî-insanî hizmetlerin en temel zeminini oluşturan hoşgörü ve diyaloğa, bunu benimseyen insanlara ve Hocaefendi'ye bir defa daha saldırı adına kullanabilmektedir. “ Kısacası Rachel Sharon-Krespin’in Fethullah Gülen yazısı medya dünyasını karıştırmaya yetiyordu.

98 yılından beri Türkiye’ye gelemeyen, Suudi Arabistan ve İran gibi İslam ülkelerine gidemeyen Fethullah Gülen ABD’den beyaz takkesi ile Herkül.org internet sitesinden kendi imparatorluğunu ve Türkiye’yi yönetmeye çalışıyor… Fethullah Gülen’i anlatan Rachel Sharon-Krespin’in bu uzun yazısının Türkçesini İznik DOĞUŞ okurlarına ve blogumdaki okurlarıma bölümler halinde sunmak istiyorum. Daha önce ulusal basında yayınlanan, internet ortamında dolaşan bu yazıdaki görüşlerin tümüne katıldığımı söyleyemem. Bu yazıyla Fethullah Gülen’i biraz daha tanımış olacaksınız. Bu giriş bölümünden sonra buyurun ilk bölümü okumaya…

Fethullah Gülen'in Büyük İhtirası
Türkiye'deki İslamcılık Tehlikesi


Türkiye'nin iktidar partisi AKP, yonetiminin yedinci yılına girerken Türkiye artık bu partinin ikitidarı eline geçirdiği yıldaki laik ve demokratik ülke değildir. AKP bürokrasiyi kendi kontrolü altına geçirerek Türkiye'nin temel kimliğini değiştirmiştir. AKP'nin yükselişinden önce Ankara'nın yüzü Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'ya çevriliydi. Bugün, Avrupa Birliği'ne katılma retoriğine karşın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türkiye'yi Avrupa'dan uzaklaştırıp Rusya ve İran'a yaklaştırmış ve Türk dış politikasının Orta Doğu'daki pozisyonunu yeniden şekillendirerek, İsrail'e duyulan sempatiden vazgeçip Hamas, Hizbullah ve Suriye'ye yönelik dostlukları geliştirmiştir. Amerikan karşıtı, anti-Hırıstiyan ve anti-Semitik duygular artış göstermiştir.

Türkiye'nin bu radikal dönüşümün ardında sadece AKP'nin siyasi makinası değil, gizemli Hocaefendi Fethullah Gülen tarafından yönetilen sinsi İslamcı tarikat da vardır. Bu İslamcı tarikat, kendini hoşgörü ve uzlaşma savunucusu olarak göstermeye çalışıyor olsa da, tam tersi birtakım karanlık işlerin peşinde koşmaktadır. Bugün Fethullah Gülen ve takipçileri, yani Fethullaçılar, sadece iktidarı etkilemekle yetinmiyor, iktidarı ele geçirmeye çalışıyorlar.

Bugün Türkiye'de 85 bin cami var. Yani, her 800 vatandaşa bir cami düşüyor. Bunu bir de hastane sayısıyla karşılaştıralım: Her 60 bin vatandaşa bir hastane. Türkiye'de kişi başına düşen cami sayısı dünyadaki en büyük orandır. Bir de 90 bin imamı düşünün. Doktor ve öğretmen sayısından daha çok.

Türkiye'de medrese benzeri binlerce imam-hatip okulu ve sayısı 4.000'i aşan devlet destekli resmi Kuran kursları var-bu rakama gayri resmi Kuran kursları dahil değildir. Onları da eklerseniz, en az on kez daha büyük bir rakamla karşılaşabilirsiniz.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın harcamaları beşe katlanmıştır. 2002'de 553 trilyon Türk lirası (yaklaşık 325 milyon Amerikan doları) harcama yapmış olan başkanlık, harcamalarını AKP'nin ilk dört buçuk yıllık iktidarı sırasında 2.7 katrilyon liraya çıkarmıştır. Bu başkanlığın bütçesi diğer sekiz bakanlığın toplam bütçesinden daha büyüktür.[1] (*) Yazıdaki bu dipnotları son bölümde yayınlayacağım.

Türkiye'de Cuma namazına katılım oranı, İran'ınki aşıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay'ın hükümlerine karşın, devlet okullarında zorunlu Sünni İslam eğitimi devam ediyor.[2] Hem Başbakan Erdoğan, hem Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu "ulemaya danışalım"a karşı gösterilen tepkileri eleştirmişlerdi.

Bütün bu gelişmeler arasında, Fethullah Gülen Türkiye'nin siyasi platformunu şekillendirmeye çalışan bir aktör olarak ortaya çıkıyor. Bunu yaparken de hem AKP'nin içindeki yandaşlarını kullanıyor, hem de cemaatin inanılmaz derecede büyük medya imparatorluğunu, finans kurumlarını, bankalarını, işletme birimlerini, binlerce okul, üniversite, ışıkevleri ve benzeri kurum ve kuruluşlardan oluşan uluslararası ağını harekete geçiriyor. Fethullah Gülen bir finans imparatorudur.

En iyi tahminlerle, 25 milyar dolarlık kontrol dışı ve karanlık bir bütçesi var.[3] Fethullahçı cemaatin AKP'yi doğrudan destekleyip desteklemediği, AKP'yi iktidara getiren güç olduğu henüz tam anlamıyla kanıtlanmamış olsa da, detaylar o kadar da önemli değil. Her ne olursa olsun, Fethullah hareketi AKP'nin iktidara gelmesini sağlayan en büyük güçtür.

/// Devam edecek///

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 29 NİSAN 09

19 Nisan 2009 Pazar

İki Yıl Önce ve Bugün…NE ŞERİAT NE DARBE

İki Yıl Önce ve Bugün…
NE ŞERİAT NE DARBE


Bu haftalık yazımı yazmak için Pazartesiyi beklemeden Pazar günü yazıyorum. Hafta başında ne olur ne olmaz… Türkiye’de gündem yine bir dalga ile değişebilir.

Geçen hafta Pazartesi günü yazımı yazarken bir yandan da televizyonlardan Ergenekon’un 12.dalgasını izliyordum. Türkiye bir hafta boyunca bu dalgayı konuştu, yazdı, okudu ve tartıştı…

Bu 12.dalga adı verilen operasyonun sonucu gözaltına alınan kırktan fazla kişiden çoğunluğu ÇYDD ve ÇEV çalışanları iki-üç günün sonunda serbest bırakılırken Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, Uludağ Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran, İnönü Üniversitesi eski rektörü Prof.Dr.Fatih Hilmioğlu, 19 Mayıs Üniversitesi eski rektörü Prof.Dr.Ferit Bernay, Van 100.Yıl Üniversitesi eski rektör yardımcısı Prof.Dr.Ayşe Yüksel ve Prof.Dr.Erol Manisalı tutuklanarak cezaevine konuldu. Cezaevinde rahatsızlanan dünyanın ünlü cerrahlarından Prof.Dr.Mehmet Haberal İstanbul Üniversitesi Hastanesi yoğun bakım üniversitesinde yaşam mücadelesi veriyor…

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof.Dr. Türkan Saylan ise zaten hastanede kanser tedavisi gördüğü için gözaltına alınmamıştı. Ancak Türkan Hoca’nın evi, ÇYDD Genel Merkezi ve Şubeleri saatlerce aranmış, tüm bilgisayarlara, evraklara el konulduğundan derneğin burs verdiği 40 bin öğrenci bu ay burslarını alamadı. Türkan Hoca ilerlemiş hastalığına ve yaşına karşın hafta boyunca dik durdu. Her televizyon programına katılarak olup biteni anlattı. Ancak hafta sonunda kendi deyimiyle onun da pili bittiğinden pilini şarj etmek ve son nefesine kadar mücadelesini sürdürmek için tekrar hastaneye döndü… Geçen haftanın en kısa özeti bu.

Bu 12.dalganın tepkilerinden de birkaç satırbaşı vereyim…Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in gözaltına alınarak Ankara’dan İstanbul’a götürülen Prof.Dr.Mehmet Haberal’ı havaalanında uğurlaması ve bu uğurlamaya Milli Eğitim Bakanının eleştirisi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin burs verdiği öğrencilerine burs vermek için halktan gelen müthiş destek… Fazıl Say ve Genco Erkal başta olmak üzere diğer sanatçılardan gelen destekler. Dün de yüzbinlerin Ankara’da Anıtkabir buluşması. Bunlar olumlu tepkiler. Bir de ulusal basındaki tepkiler var. Vakit Gazetesi’nin aşağılık saldırıları Türkan Hoca’nın hastalığını bile kullanarak daha da iğrençleşerek sürdü. Taraf Gazetesi’nin “ Postallı Profesörler” başlığı kendi yazarlarının bile tepkisini çekti. Aklı başında hukukçuların bu dalgadaki hukuka karşı usulsüzlük vurgulamalarına da değindikten sonra siyasilerin tepkilerine ve tepkisizliklerine hiç değinmiyorum.

Bu konu ile ilgili olarak bugünden iki yıl öncesine 07 yılına bir geri dönüş yapıyorum. İki yıl önce bahar aylarında Türkiye’nin gündeminde Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhuriyet mitingleri vardı…

Bu gazetede yani İznik DOĞUŞ Gazetesi’nde o günlerde yazdığım yazılarımın ikisinden alıntı yaparak o günleri anımsıyorum…

28 Mart 07 tarihli DOĞUŞ’taki “ CUMHURBAŞKANI ADAYIMI AÇIKLIYORUM “ başlıklı yazımın son paragrafı şöyleydi :

Siyaset oyununu terk etmiş bir seyirci, bir yurttaş olarak gönlümdeki adayı açıklayarak bu yazıyı bitireyim. Bir kere zaman zaman sigortası atan, Cumhuriyetin temel ilkelerine inanmayan, bana göre çağdışı görüşleri olan Sayın Başbakanı asla Çankaya’da görmek istemiyorum… Gönlümdeki aday çağdaş bir yaşamı savunan, bu ülkenin temel meselesini eğitim olarak gören bu konuda yüreklice çalışan güzel insan Sayın Türkan SAYLAN’ı Çankaya’da görmek istiyorum. Bir yurttaş olarak benim görüşüm ve isteğim de bu. “

2 Mayıs 07 tarihli yazımın başlığı ve alt başlıkları ise şöyleydi…

“ 27 NİSAN ÖNCESİ VE SONRASI
Uzlaşma-İnatlaşma ve Cumhuriyet’i korumak...** Ne haki yeşili- Ne türbe yeşili- En güzeli demokrasi çiçekleri... *** 29 Nisan Cumhuriyet Bayramı “


İşte bu yazımın son bölümünü de buraya aynen alıyorum…

“Ama siyasal düşünceleri 40 yıldır solda olan bir insan olarak asla bir askeri darbeyi savunamam.Türkiye’nin sorunları asla askeri darbelerle askeri yönetimlerle çözülemez. Cumhuriyet’in koruyucusu da sadece askerler değildir.Türkiye’nin sorunları demokrasi ile çözülür. Cumhuriyet’i korumak ta 14 ve 29 Nisan’da olduğu gibi halkın görevidir. Halk bu görevinin de bilincinde olduğunu da göstermiştir.
Cumhuriyet’e ve Demokrasiye sahip çıkan milyonlarca insan 14 ve 29 Nisan’larda yazımın ikinci alt başlığı olan sloganı atmıştır ki aynen katılıyorum...
Ne haki yeşili-Ne türbe yeşili-En güzeli demokrasi çiçekleri...

29 Nisan Pazar günü İstanbul Çağlayan Meydanı’ndaki Cumhuriyet mitingindeki milyonlarca insandan biriydim. O bayrak selini, o coşku selini, Cumhuriyet’i korumadaki o kararlılığı, insanca korkuyu, güveni, mutluluk göz yaşlarını görmeliydiniz, yaşamalıydınız... O mitingi hiç bir siyasi parti düzenleyemez. O kendiliğinden bir mitingdir. O mitingte AKP iktidarının uygulamaları, laiklik ve Cumhuriyet’e karşı siyaseti eleştirilmiştir.
Ama aynı zamanda muhalefet partilerine “BİRLEŞİN !” mesajı verilmiştir.
Benim için İstanbul Çağlayan Cumhuriyet mitingi bir Cumhuriyet Bayramı’dır. Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun !
1 Mayıs İşçi Bayramı’nı da kutluyorum...30 yıl önce 1 Mayıs 77’de katledilen insanlarımızı da saygılarımla anıyorum.”


İki yıl önce o Cumhuriyet mitinglerinin düzenleyici ve konuşmacılarından biriydi Prof Dr. Türkan Saylan… Basından öğrendiğimize göre Ergenekon’un 12.dalgasında tutuklananlara bu mitingler soruluyormuş… Ne diyelim ? Bu Ergenekon savcılarının işi de çok zor. O kadar insanı sorgulamak kim bilir kaç yıllar sürer. O kadar insanı içine alacak hapishaneler yapmak ta ülke ekonomisini bayağı sarsar… IMF’den gelen para da yetmez…

Geçen hafta Ergenekon’un 12. dalgasının gölgesinde kalan bir haber gözlerden kaçtı. Beni de yalanlayan bir haber bu… Geçen haftaki yazımda ben “ takkeli herkül “ Fethullah Gülen’in ABD’de CIA ve FBI korumasında yaşadığını yazmıştım ya meğer öyle değilmiş… Bakın geçen hafta ajanslara düşen ve gölgede kalan haberin başlığına… “Vakit Gazetesi Yazarı Abdurrahman Dilipak'tan Fethullah Gülen ve cemaatini çok kızdıracak sözler: "Gülen cemaatini sadece ABD"den ibaret görmemek gerek. Vatikan’ la da ilişkisi var"

Asıl yazmak istediğim konu olan Ergenekon dalgaları – Fethullah Gülen – Türkan Saylan ilişkisine yer darlığı nedeniyle değinemiyorum. Bir yanda kadını türbanı, çarşafı ile evine kapatmak, toplumsal hayattan çekmek isteyen, eğitimi de Taliban zihniyetiyle sadece Fethullah Gülen okullarında okutmak olarak gören bir zihniyet var. Bir yanda da “Baba Beni Okula Gönder” gibi kampanyalarıyla kızları okutmaya, özgürleştirmeye çalışan Türkan Saylan’ın öncülük ettiği çağdaş yaşam zihniyeti var… Bu iki zihniyetin çatışması olan bu gündem maddesini izlemeye devam ediyoruz.

Ben kendi adıma iki yıl önceki durduğum yerdeyim. Aynı Türkan Hoca gibi iki yıl önce de bugün de haykırıyorum… NE ŞERİAT NE DARBE !

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 22 NİSAN 09

13 Nisan 2009 Pazartesi

RÜZGAR VE DALGALAR

RÜZGAR VE DALGALAR

Bu gazetede ve blogumda yayınladığım yazılarımı Pazartesi sabahları yazıyorum. Bir hafta öncesinin olaylarını değerlendirmek ve haftanın gündemi olabilecek olaylar hakkında düşüncelerimi aktarıyorum. Ben 13 Nisan Pazartesi sabahı 6-12 Nisan haftasının olaylarını değerlendirmek için bilgisayarımın başına oturduğumda televizyonlar Ergenekon’un 12. dalgasının haberlerini canlı olarak veriyor. Televizyonların canlı yayınlarında Ankara- İstanbul- Bursa- Adana- Samsun ve Van gibi 18 ilde 50 kişi hakkında operasyon düzenlendiği, bu kentlerdeki eski üniversite rektörlerinin gözaltına alındığını izliyorum. Arama yapılan noktalardan biri de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Merkez ve şubeleri ile Genel Başkan Prof.Dr. Türkan SAYLAN’ın evi… Şu aşamada söylenecek ve yazılacak hem çok şey var hem de yok… Anlaşılan bu dalgalar devam edecek… İzlemeye devam ediyoruz…

Geçen hafta 6 Nisan Pazartesi sabahı yazdığım “GÜNDEMDEN KISA KISA” başlıklı yazımda ABD’den fetva ve talimatlar gönderen Fetullah Gülen için “takkeli herkül” tanımlamasını yapmıştım. Çünkü bir süredir Fetullah Gülen’in vaaz ve yandaşlarına talimatlarını “www.herkul.org “ sitesinden izliyordum. F.Gülen’i bu konuşmalarında beyaz takkesi ile görünce ve sitesini adı ile birleştirince doğal olarak bu tanım ortaya çıktı. Benim Pazartesi bu tanımlamayı yapmamdan üç gün sonra Çarşamba akşam üstü bu “herkül” sitesinin adı ve F.Gülen’in yeni açıklamaları ulusal basın haber ajanslarına düştü. Perşembe günü gazetelerde okumuşsunuzdur. Neden takke ? Neden “Herkül” ? Herkül denilen eski Yunan tanrısı müslüman mıydı acaba ? Gelecek hafta F.Gülen’e bir mektup ta ben yazıp soracağım… Takkeli Herkül herhalde bana da bir yanıt verir… ABD’de özgür yaşamaya devam eden F.Gülen fetva ve talimatları ile Türkiye’yi yönlendirmeye devam ediyor… Nasıl olsa kimse onun CIA ve FBI tarafından korunan evini sabahın köründe arayamıyor…

Geçen hafta Türkiye’den Obama geçti… Hani o ünlü roman ve filmin adı gibi. “Rüzgar Gibi Geçti”… Geçen haftaki yazımda Obama’nın gelişinde bu ziyareti protesto edenlerin haberlerine ulusal basında yer verilmediğini yazmıştım. Bu protesto eylemleri dış basında yer alınca bizim ulusal basın da yer vermek zorunda kaldı. Bu protesto eylemlerinden en çok ses getireni Greenpeace isimli çevreci örgütün Boğaz Köprüsü’ndeki pankart eylemi idi. Üç dilde yazılan pankartta ne yazıyor du ? “ BARIŞ İÇİN İKLİMİ KORU”. Başkan Obama Türkiye’den İslam dünyasına ve Türkiye’ye mesajlar verdi… Şimdi bu mesajlar tartışılıyor. Türkiye de zaman zaman kullanılan bir halk deyişi vardır. Hani şu baldız – enişte muhabbetine dair… “ Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü ?” ABD’nin yeni Başkanı Barack H. Obama şirin bir adam… Ama bu şirin adamla yapılan makyaj da ABD emperyalizminin dünya üzerindeki çirkin yüzünü gizlemeye yetmez…

Geçen haftaki yazımın bir bölümünde İstanbul Beşiktaş’ta polisin Beşiktaş taraftarlarına “orantısız güç” kullandığına değinmiştim. Uzun süredir futboldan biraz soğumuştum. Maçlara gitmediğim gibi televizyonlardan bile izlemiyordum. Geçen haftanın önemli gündemlerinden biri de GS - FB arasında oynanacak derbi maçtı. İki takım arasındaki derbi rekabetinin 100.yılı olması nedeniyle hadi televizyondan izleyeyim dedim. Keşke izlemez olaydım… Futbol maçı gibi başlayan futbolun oynanmadığı maçta 93.dakikada boks maçı olarak sona erdi… Hakemin sadece 4 kırmızı kartla geçiştirdiği bu maçtan sonra boksör futbolcuların açıklamaları ise tüyler ürperticiydi… Futbol maçı yerine boks maçı yapanlar izleyenlerden, taraftarlarında özür dileyeceklerine sahte dostluklarını ve kinlerini savunuyorlardı. Herhalde bu hafta en çok konuşulacak olaylardan birisi de bu maç sonrası yaşananlar olacak…

Bu haftaki yazımı da geçen haftaki yazımın son paragrafı ile bitiriyorum :

“ Bu haftalık ta bu kadar… Siyasetin, ekonominin gündemi çok yüklü. Bu gündemi izlemek sıkıcı ama bir başka gündem daha var… İzlemesi çok keyifli. Doğanın bahar gündemi… Çiçekler, kuşlar, yağmur, güneş… Baharda yaşamak ve doğayı izlemek öyle keyifli ki… “

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 15 NİSAN 09

6 Nisan 2009 Pazartesi

GÜNDEMDEN KISA KISA…

GÜNDEMDEN KISA KISA…

Bazı bilim insanlarına ve yazarlara göre “İletişim Çağı” ndayız ya ondan olacak dünyanın ve Türkiye’nin gündemi öylesine hızlı değişiyor ki yetişebilene aşk olsun… Bu nedenle bu hafta tek bir konu yazmak yerine hızla değişen bu gündemin haberlerinden gözümüze takılanlara ve aklımızda kalanlara kısa kısa değinmek istedim…

6 Nisan Pazartesi sabahı bu yazıyı yazarken bir yandan gözüm televizyonda…Euronews kanalından haberleri izliyorum. En sıcak gündemden başlayarak geriye doğru gideyim…

Bizim ulusal basının “ WELCOME MR. PRESIDENT - Hürriyet “ , “ Hoşgeldin Hussein ! – Taraf”, “ Hüseyin mi Barac mı – Anadolu’da Vakit “, gibi başlıklarla karşıladığı ABD’nin yeni başkanı Barack H.Obama dün gece Ankara’ya geldi. Ulusal basının önde gelen 28 gazetesinin birinci sayfalarında benzer başlıklarla Obama selamlanıyor ama hiç birinde Obama’nın gelişini protesto edenlerin “Obama Evine Dön !” diyenlerin haberi yok… Televizyon kanalları da aynı durumda… İyi ki haberleri Euronews’ dan izliyorum…

Obama nedeniyle bugün (Pazartesi) Ankaralılar, yarın (Salı) İstanbullular trafik çilesi çekecekler… Kısacası bu hafta Türkiye’de Obama rüzgarı esecek… Gelecek hafta da Obama’nın Türkiye’den İslam dünyasına vereceği mesajları tartışacağız.

Pazartesi’den geriye doğru gidersek haftasonunda aynı rüzgar Avrupa’daydı… Önce hafta sonuna doğru Londra’da G-20 zirvesi… Kapitalizmin evrensel ekonomik krizine çare aramak için yapılan toplantılarda IMF ve Dünya Bankası’na 1 Trilyon Dolarlık kaynak aktarılarak krize çare aranırken Londra sokakları da protestolarla renkli ve hareketliydi… Bizim Başbakanımız bu evrensel krizin bizim ülkemizi teğet geçerken birazcık etkilediğini, ancak IMF ile anlaşmaya varıldığını da Londra’da açıkladı.

Hafta sonu AB’nin çekirdek ülkeleri Almanya ve Fransa NATO’nun 60.Yılını kutlamak için Obama’lı doğum günü partisi düzenlediler. Aynı toplantıda NATO’ya yeni genel sekreter seçimi de yapıldı. Danimarka Başbakanı Rasmussen bu göreve adaydı. Ama bizim Davos Fatihi Başbakanımız bu kez yine “one minute…” diyerek Rasmussen’in adaylığına iki yıl önceki karikatür krizi ve PKK’nın yayın organı Roj Tv nedeniyle karşı olduğunu açıklayınca AB telaşlandı… Berlusconi-Erdoğan telefon şovu ve araya Obama’nın girmesiyle bu itiraz geri çekildi ve Rasmussen yeni NATO genel sekreteri olarak İstanbul’a gelebildi.

Cumartesi günü başta Fransa’nın Strasbourg kenti olmak üzere Avrupa’nın bir çok kenti ve İstanbul’da “ NATO’YA HAYIR !” “60 YIL YETER !” diyenlerin sesleri yankılandı… Bu “NATO’YA HAYIR !” pankartı beni 34 yıl öncesine götürdü… 75 yılında bir dernek kongresinden sonra yayınladığım basın bildirisinde “ NATO’YA HAYIR !” demiştim ve bu ulusal basında yer almıştı. 34 yıldır bir şey değişmemekle birlikte ben halâ aynı noktadayım… Bugünün gençleri gibi “NATO’YA HAYIR !” diyorum. 60 yıl öncesinin “Soğuk Savaş” örgütü olan NATO için yapılan harcamalar dünyanın açlıkla boğuşan insanlarına ve yok olan doğamızı kurtarmaya harcansa daha iyi olmaz mı ?

Pazar günü ise Obama Prag’daydı… Oradan AB üyelerine net bir çağrı yaptı. Türkiye’yi AB’ne alın… Bizim ulusal medyanın alkışlarla karşıladığı bu çağrıya Sarkozy ve Merkel’in olumsuz yanıtı gecikmedi… Obama’nın Prag’dan verdiği diğer bir mesajda “nükleer silahsız bir dünya” idi…

09 yerel seçimleri bitti… İtirazları, tartışmaları bitmedi… Bazı seçim tartışmaları ise ölümle bitti. Bu seçim tartışmalarında 20 kişi yaşamını yitirdi… Bu kadar hilenin, itirazın yapıldığı seçimler üzerine yapılan yorumlar da çok ilginçti… Bu yorumlara girmeye hiç niyetim yok… Bu seçimin gözdelerinden Adana’da Aytaç Durak ve Ankara’da Melih Gökçek’in kaç parti değitirdiğini biliyor musunuz ? Buradan İznikli okurlarıma da benzer bir sorum var… İznik’in eski belediye başkanı Zeynel Abidin Turan kaç parti değiştirdi, kaç parti eskitti ? Şimdiki başkan Kadri Eryılmaz AKP’de başladı, bu seçim öncesi DP’nin kapsını çaldı, MHP’den tekrar seçildi. İznik’te CHP’liler seçimi kazanamadık diye hiç üzülmesinler gelecek seçimlerde Kadri Başkan CHP’nin adayı olur ve onlarda seçimi kazanırlar… Maksat sadece seçim kazanmak olduktan sonra neden olmasın ?

Geçen hafta Arama-Kurtarma çalışmaları bağlamında helikopter kazasına değinmiştim… Özellikle de gazeteci İsmail Güneş’in kurtarılamamasına... Bu helikopter kazası Türkiye’nin gündeminde kalmaya devam ediyor… Arama-Kurtarma çalışmalarındaki aksaklıklar şimdi başka boyutta tartışılıyor. Tartışmanın talimatı uzaklardaki halifeden gelince yandaş medya yön değiştirdi… Amerika’da yaşayan “ takkeli herkül ” Fetullah Gülen’in “bam teli” ne dokunmasıyla bu kazanın da Ergenegon örgütünün bir eylemi olduğu iddiası gündeme düştü… 15 gün önce açıklanan Ergenekon’un 2. iddianamesinden gizli telefon dinlemeleri yayınlanıyor.

Bu helikopter kazasında yaşamını yitiren TBMM önünden tekbir sesleri ile ulusal kahraman gibi uğurlanan ve Ankara’da bir tarikat dergahına defnedilen Muhsin Yazıcıoğlu üzerine efsaneler anlatılıyor… 12 Eylül 80 öncesi başta Ankara’da 7 TİP’li gencin (üçü Yenişehirliydi…) boğularak öldürülmesi olmak üzere bir sürü faşist cinayetten sorumlu olan ve bu nedenle 7,5 yıl hapis yatan Muhsin Yazıcoğlu’nun efsaneleri daha uzun sürer…

Bu sütunlarda Muhsin Yazıcoğlu’nun adı daha önce yayınladığım “TARİKATLAR VE DEMOKRASİ” başlıklı yazı dizisinde geçmişti. 10 Eylül 08 tarihli yazımda 22 Temmuz 07 seçimlerinde hangi tarikatın hangi siyasetçiyi desteklediğini yazmıştık… O yazımdaki paragrafı tekrarlamak isterim…

“ Gülen Cemaati : AKP listelerinde 30’dan fazla milletvekili adayları var. AKP’den sadece Cemil Çiçek’e destek yok… Sivas’ta BBP’li Muhsin Yazıcıoğlu ’na destek var. Milli Görüş’e destek yok…”

Gelecek haftalarda da tartışılacak olan bu gündem maddesi ile ilgili haberleri izlerken “takkeli herkül” Fetullah Gülen – Muhsin Yazıcıoğlu – Ergenekon ilişkisi aklınızda kalsın…

Geçen haftanın ve hafta sonunun çok yoğun gündemi içinde bir olay daha var ki değinmeden geçemeyeceğim… Cumartesi günü Beşiktaş taraftarlarının futbol takımına destek için meşaleli yürüyüşüne İstanbul polisinin “orantısız güç kullanarak” müdahalesi, tekme-tokat yetmeyince su sıkması ve biber gazı atması ile ortaya çıkan görüntüler benim aklıma aynı polisin geçen yıl ki 1 Mayıs gösterilerindeki orantısız güç kullanmasını anımsattı… Bu yıl ki 1 Mayıs yaklaşıyor ya İstanbul polisi Beşiktaş seyircisi üzerinde hazırlık çalışması yapmış anlaşılan… Pazar günü ise aynı polis teşkilatının 164.yılı nedeniyle içlerinde İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü’nün de bulunduğu Polis-Halk yürüyüşü Şişli’den Taksim’e yapılıyor… İstanbul’un Taksim Meydanı 5 Nisan’da da 1 Mayıs’ta da polise açık ama bu ülkenin işçilerine, emekçilerine yasak…

Bu haftalık ta bu kadar… Siyasetin, ekonominin gündemi çok yüklü. Bu gündemi izlemek sıkıcı ama bir başka gündem daha var… İzlemesi çok keyifli. Doğanın bahar gündemi… Çiçekler, kuşlar, yağmur, güneş… Baharda yaşamak ve doğayı izlemek öyle keyifli ki…


İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 8 NİSAN 09