22 Eylül 2008 Pazartesi

TARİKATLAR VE DEMOKRASİ – 5 –

*
Geçen hafta Türkiye’nin yakın tarihinde önemli rol oynayan 3 Sait’ten ikisine değinmiş ve yer darlığı nedeniyle 3. Sait yani Said-i Nursi bu haftaya kalmıştı. Kaldığımız yerden devam edelim.

Üçüncüsü : Said-i Nursi…

Sevenlerine göre Bediüzzaman Said-i Nursi’nin ( Bediüzzaman = zamanın güzelliği, zamanın en iyisi, çağın eşsiz güzelliği ) yaşamı ve eserleri, üzerine yapılan bilimsel araştırmalar ve tartışmaların bu gazetede aktarılması mümkün değil. 1878 yılında Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde doğan Said-i Nursi
Bediüzzaman ismi ile meşhur olmuşsa da, Molla Said, Molla Said-i Meşhur, Said-i Kürdi gibi isimler kullandığı da bilinmektedir.

O’nun yaşam süreci Osmanlı’nın son dönemini, Cumhuriyet’in ilk dönemini ve 1950-60 DP dönemini kapsadığından yani isimlendirirsek II.Abdülhamit’ten Mustafa Kemal’e, İsmet İnönü’den Adnan Menderes’e bu siyasal tarih çerçevesinde geniş bir bakış açısıyla araştırmayı ve değerlendirmeyi gerektirir. Bu gazete sınırlarına sığmaz dediğim bundandır.

Bugünün tarikatlarını ve cemaatlerini anlayabilmek için de bu kapsamlı araştırmalara ve bilgilere gereksinmemiz var. Yoksa ne AKP’nin yüzde 47’sini, ne Fetullah Gülen’in “dinler arası diyalog” çalışmalarını ne de uluslar arası ilişkilerini anlayabiliriz.

Bu bağlamda yarın 25 Eylül 08’de ABD’de Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’ün ve eski ABD Başkanı Clinton’un da katılacağı Fetullah Gülen’in iftarının temel unsurlarından biri benim burada anlatmaya çalıştığım Said-i Nursi’dir…

Sürekli okurlarım anımsayacaktır. Burada 18 Haziran 08’de yazdığım yazının başlığı “ Öğretmen İmama Yenildi ! (Mi?) “ başlığını taşıyordu. O yazıda Türkiye’nin en meşhur sosyologlarından Prof. Dr. Şerif Mardin’in Said-i Nursi’den çok etkilendiğini ve onun hakkında kitaplar yazdığını belirtmiştim.

Yani yarınki Fetullah Gülen’in uluslar arası iftar yemeğinin de ve son dönemdeki “mahalle baskısı” tartışmalarının da altında da hep bu Said-i Nursi vardır. Onun hakkında sizlerle paylaşmak istediğim çok malzeme var ama gerçekten bu gazetenin sınırlarını aştığı için burada kullanamıyorum.

Benim bu yazı dizisindeki amacım günümüz tarikat ve cemaatlerinin Türkiye’nin ekonomi ve siyasetini nasıl etkilediklerine, yönlendirdiklerine dikkat çekmekti. Bu tarikat ve cemaatleri bize yeni sivil toplum örgütleri gibi yutturmaya çalışan sözde demokrat ve aydınların nasıl yanıldıklarını gösterebilmekti.

Bu yazı dizisinin ilkinde sözünü ettiğim Vatan Gazetesi’nden Mehmet TEZKAN’ ın 11 Ağustos 08 tarihli “ Tarikatların etkin olduğu ülkede demokrasi olmaz!” başlıklı yazısından bir bölümü buraya aktarmak istiyorum.

Mehmet TEZKAN’ da Konya’da 17 öğrencinin ölümü olayına değiniyor…

Aileler, çocuklarımız Kuran öğrenirken öldü, cennete gitti diye seviniyordu.. Meğerse İngilizce öğreniyorlarmış! Tarikat kendi günahını maskelemeye çalışıyor.. Güya kaçak Kuran kurslarına dil uzatılmasını önleyecekler.. Mercek altına alınmasının önünü kesecekler..Mesele Kuran kursu veya İngilizce kursu değil.. 17 çocuğun ölmesi..Öldürülmesi! Peki aileler niye konuşmuyor.. Çocuklarını kaybedenler niye haykırmıyor? Tarikat baskısı yüzünden..Tarikata karşı çıkılır mı? Tarikatın olduğu yerde birey yoktur..Bireyin olmadığı yerde de demokrasi de yoktur.. Bu kadar basit..
*
Sağlıklı, dört dörtlük bir demokrasimiz yok..Bugüne kadar bu eksikliğin nedenini hep askerde aradık..Sivil yaşama hiç bakmadık.. Sivil yaşam ne kadar sivil diye hiç düşünmedik.. Sorgulamadık..Özgür düşünce yoksa, hakkını arayan, sorgulayan bir sivil hayat olmazsa demokrasi olur mu? Tarikatların etkin olduğu bir toplumsal yapıda demokrasiden söz edilebilir mi? Aşiretlerin, cemaatlerin yaşamı kontrol ettiği toplumdan söz ediyorum..Tarikatlar, cemaatler, aşiretler bu toprakların gerçeği, zenginliğimiz falan dersek, biz demokratik bir toplumuz diyebilir miyiz? İşte Konya’da yaşananlar..Çocukları ölen 17 aile bu konuda konuşamıyor bile..O insanlar yarın oy verecek..Kime? Tarikatlarının şeyhleri kime derse ona..Bunun adına da demokrasi diyeceğiz! Bu yapının militarist toplumdan ne farkı var? Birinde üniformalılar emir veriyor..Diğerinde kravatsız siviller..Birinde silah korkusu var.. Diğerinde yanlış aktarılan din korkusu..
*
Konuşamazsın, eleştiremezsin, karşı çıkamazsın, derdini anlatamazsın.. İzin vermezler.. Gırtlağına çökerler..Kader dersin, takdir-i ilahi dersin susarsın.. Susmalısın..Haa.. Arada sırada oy verirsin..Oy verdirirler! Kömür alarak, gıda alarak, para yardımı alarak, burs alarak, çocuğuna aylak aylak dolaşmasın diye bedava Kuran kursu bularak.. (Karşılığında iç rahatlığı ve sevap da kazanmışsındır.) Çaresizsindir..Daha ne istersin ki.. Ne isteyebilirsin ki!
*
Gün gelir..Ölen..Öldürülen çocuğunun bile hakkını arayamazsın.. Adamı o hale getirirler..
*

Bazılarının övünerek söz ettiği bu yapı demokrat birey yetiştirebilir mi? Hayır..
O zaman demokrasi de olmaz.. Olmuyor işte..
Dört yılda, beş yılda bir kurulan sandık demokrasi getirmiyor..



Gelecek hafta 5 haftalık yazı dizinin sonuç bölümüyle dizimizi bitireceğim.

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 24 EYLÜL 08

15 Eylül 2008 Pazartesi

TARİKATLAR VE DEMOKRASİ – 4 –

*
Bu yazı dizisinin ilkinde (27.08.08) “ Tarikatlar bu ülkenin kara kutusudur. “demiştim. Geçen hafta da “…Gelecek hafta tarihsel süreç içinde 3 Said olayı ve Tarikatların yurtiçi ve yurt dışı siyasi bağlantıları konusunu özetlemeye çalışacağım.”diye söz vermiştim. Ancak kara kutuyu açtıkça içinden öyle malzemeler çıkıyor ki bu gazetenin sınırlarına sığması gerçekten mümkün değil. Her konu bir kitap boyutunda. Bu konuda neden bu kadar çok kitap yazıldığını şimdi daha iyi anlıyorum.

Tarikatların dış ilişkilerine örnek olarak Fetullah Gülen’i örnek alırsak…Kendisinin 20’ye yakın kitabı var. Kendisi hakkında yazılmış kitapların sayısı bunun iki katı. Biri de bu hafta çıkıyor. Hoca Efendi’nin müritleri o kadar çok ki… Bütün merkez-sağ ve milliyetçi siyasetçilerden tutun da Bülent Ecevit’ten Perihan Mağden’e kadar… Yurt içinde ve yurt dışında okulları, üniversiteleri olan ve 21 Mart 99 tarihinden beri Türkiye’ye dönemeyen, ABD’nin koruması altında Pensilvanya eyaletinde yaşayan Gülen’in dış ilişkileri kaç kitabın konusu olur bilmem ama bana göre kendisinin şu sözleri bir çok şeyi açıklamaya yetiyor…

“ Şöyle veya böyle Amerika ile dostça geçinmeden destek almak değil, dostça geçinmeden, Amerikalılar istemezlerse, kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. ... Amerika, hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. ... Bu realite kabul edilmeli. Amerika göz ardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı. Rusya destekleyebilir bir işi, fakat Amerika ile iyi geçinmezseniz, işinizi bozarlar. ... Amerika’daki ahengin devam ve temadisini ister. Ve ben bunu çok yadırgamam.”

Biliyorsunuz Türkiye’de siyasetin yolu zaten ABD’den geçiyor. ABD’ye gitmeyen, oradan icazet almadan Başbakan olan bir siyasetçi anımsıyor musunuz ? Menderes’ten, Demirel’e, Özal’a, Çiller’e, Yılmaz’a, Ecevit’e ve Erdoğan’a kadar hepsinin ABD ile ilişkilerinin ne kadarını burada yazabilirim. Bu siyasilerin Başbakan olabilmelerinin dış dinamiği ABD ise iç dinamiği de dini tarikatlarla olan ilişkileridir. Yani dışarıdan ABD desteği içerden tarikat-cemaat desteği olmadan bu ülkede seçim kazanmak ve Başbakan olmak mümkün değildir.

Tarikatların ekonomi ve siyasetle, ABD ve İngiliz emperyalizmi ile içiçeliği sadece yakın tarihin sorunu değil elbet. Yüzyıllardan beri gelen bir bağlantı var. Ancak benim ilgimi çeken 3 Sait’i kısaca burada yazmak istiyorum. Bir kere bu Sait’ler birbirine çok karıştırılıyor. Üç Sait hakkında da kitaplar, yazılar, yani malzeme çok. Üçü de yakın tarihin, tarikatların dışa bağlılığının önemli örnekleri. Onları tanımadan bu ülkenin yakın tarihini anlayamazsınız. Tarih sahnesine çıkışlarına göre size kısaca onları tanıtmak istiyorum.

Birincisi; Sait Molla… Ansiklopedilerde her ne kadar Osmanlı devlet adamı, Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin kurucusu olarak tanımlansa da kendisi Kürt Teali Cemiyeti üyelerindendir. İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin başkanıdır. İstiklâl Savaşında işgale ve mezalime karşı mücadele başlatan direnişçi Türklerin aleyhindeki faaliyetleri sebebiyle Ankara Hükümeti tarafından Yüzellilikler listesinde 98. sırada yer almış ve yurttan çıkarılmasına karar verilmiş ancak zaten Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi'nden önce İngiliz elçiliğine sığınmış ve İngiliz General Harrington'un verdiği İngiliz pasaportuyla yurdu terk etmiştir. Bazı tarihçiler tarafından “ İngiliz casusu” olarak tanımlanan Sait Molla hakkında M.Kemal Atatürk’ün Nutuk’unda önemli bilgiler, belgeler, mektuplar vardır. Hem Atatürk tarafından da açıklanan bu mektuplarda hem de çıkardığı İstanbul gazetesinde yazdığı yazılar yakın tarihin ibret belgeleridir.

İkincisi ; Şeyh Said… Onun hakkında ben fazla bir şey yazmayacağım. Onun adına kurulmuş bir web sayfasından kısa bir bölüm aktaracağım.

“ Şeyh Said ilim öğrenmek için medreseye başlar. Muş, Malazgirt, Hınıs ve Palu’da eğitimini tamamlar. Şeyh Said bilinçli ve akıllı bir insandı. Köy köy gezip İslami ve ulusal mücadele bilincini insanlara vermeye çalışır. Kürdistan Teali Cemiyeti’ne üye olur. Osmanlı’nın yıkılıp Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Cumhuriyetin kurucuları gerçek yüzlerini göstererek İslam ve Kürt karşıtlığına dayalı politikalarını gün yüzüne çıkarırlar. Bu da Şeyh Said’in çabalarını artırır. O, bu durumda artık yerinde duramazdı. Gün çalışma günüydü.

Rêxistina Azadî, 1921’de Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kapatılması üzerine açılır. Cemiyetin başkanı Cibranlı Albay Halit Bey idi. O, Şeyh Said’in kayın biraderiydi. Cibranlı Halit, ikinci Abdulhamit’in açtığı Aşiret Mektepleri’nde okumuştu ve iyi bir askerdi. Bu cemiyete daha sonra Hacı Musa Bey, Cibranlı Halit Bey, Hasenanlı Halit ve başkaları da katıldılar. Bitlis mebusu Yusuf Ziya 1923 yılının yaz mevsimi sonunda Şeyh Sait ile görüştü ve görüşmede bir Kürt ayaklanması örgütlemek ve bu amaçla örgütlenmeye hız vermek istediklerini belirtirler. Şeyh Sait Kürdistan’da büyük bir etkiye sahip olduğu için Rêxistina Azadî’ye davet edilir.

Rêxistina Azadi’ye üye olduktan sonra çalışmalarını daha bir ilerletir. Köy köy gezer, tanıdığı ve sevdiği insanlara mektup göndererek mücadele bilicini insanlara ulaştırmaya çalışır.


Kürdistan’da büyük bir kıyam hazırlığına başlarlar.

Cemiyetin üyeleri kendi aralarında hepsinin bildiği bir şifre diliyle iletişim kuruyorlardı. Bu şifrelerle yaptıkları görüşmelerden birinde şifre yanlış anlaşılır ve ayaklanma hazırlığı Mustafa Kemal tarafından duyulur ve Rêxistina Azadî’nin başkanı Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya 1924 yılının Ekim ayında tutuklanırlar. Bu olay üzerine başkanlık görevi Şeyh Said’e kalır.

Şeyh Said'in son sözleri

Asılacağı sırada bir kağıdın üzerine Arapça şöyle yazıyor: “ Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm Allah ve İslâm içindir."

İlmik boynuna geçirildikten sonra, Kürtçe söylediği son söz ise; "Şu anda fani hayata veda etmek üzereyim. Halkım için feda olduğuma pişman değilim. Yeter ki torunlarım düşmanlarıma karşı beni mahcup etmesinler."


( http://seyhsaid.bravehost.com/seyhsaid.htm )

Şeyh Sait hakkında bu web sayfasında ilginç bilgiler var. Şeyh Sait’in son sözleri olarak aktarılan “Yeter ki torunlarım düşmanlarıma karşı beni mahcup etmesinler." dediği torunlarını mı merak ettiniz ?

İşte yanıtı….

Torunları asla Şeyh Sait’i inkâr etmiyor. Hatta onun isminden, özellikle siyasette nemalananlar bile var. Torunlardan bazıları, onun Atatürk tarafından kandırıldığını savunuyor. Kimileri ise, tartışmanın yersiz olduğunu, artık ruhunun rahat bırakılması gerektiğine inanıyor.

Torun Şeyh Saitleri, Türkiye siyasetinde aslında yakından tanıyoruz. Torunlardan AKP Diyarbakır Merkez İlçe Yöneticisi Muhammed Akar’ın verdiği bilgiye göre; AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Hak-Par Genel Başkanı Abdülmelik Fırat, Erzurum DEHAP İl Başkanı Biyadin Fırat, vefat eden ve beş dönem DYP’de milletvekili olan eski Meclis Başkanı Ali Rıza Septioğlu, RP ve ANAP’ta milletvekilliği yapan Suat Fırat ve Abdülvillah Fırat, son dönem Türkiye siyasetinde kendine yer bulan birkaç isim. Bugün hayatta olanlar, dün olduğu gibi bugün de Kürt sorunuyla yakından ilgileniyorlar.”


( http://www.tempodergisi.com.tr/toplum_politika/08849/ )

Yer sıkıntısı nedeniyle üçüncü Sait, Said-i Nursi konusu haftaya kaldı.

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 17 EYLÜL 08

8 Eylül 2008 Pazartesi

TARİKATLAR VE DEMOKRASİ – 3 –

***
Üç haftadır sürdürdüğüm bu “Tarikatlar ve Demokrasi” konusunu ilk etapta 5 yazıda tamamlamayı düşünüyordum. Ancak dizi yazı yazacağım derken Türkiye’nin sıcak gündeminden de kopmak istemiyorum. Son iki gündür Başbakan ile Aydın Doğan medyası arasında bir kavga gibi görülen Almanya’daki Deniz Feneri Derneği davası bir yanı ile de benim bu yazı dizimin konuları içinde… Bu yazı dizisinin 27 Ağustos 08 tarihinde yayınlanan ilk bölümünde şöyle bir paragraf yazmışım :

Benim görüşüme göre :

Bugünün güncel örgütü Ergenekon var ya hani her gün bir karanlık sayfası, karanlık ilişkileri sözde cılız ampullerle aydınlanıyor (?!) Türkiye’deki tüm dini kisveli tarikatlarının Ergenekon’dan bin bir beter karanlık ilişkileri var. Ergenekon’u tüm medya araştırıyor da bu tarikatları Uğur Mumcu’dan sonra kimse araştırmıyor, araştırmaya cesaret edemiyor. Tarikatlar bu ülkenin kara kutusudur. Medya araştırmıyor ama bir gün cesur yürek bir Cumhuriyet Savcısı çıkar da araştırır. Bakın o zaman ne karanlık ilişkiler ortaya çıkar… Ergenekon solda sıfır kalır.”


O cesur yürek savcı Türkiye’den çıkmadı ama Almanya’dan çıktı. Bu Deniz Feneri Derneği’nin tarikat ve iktidar bağlantıları esasen biliniyordu. O anlamda yeni bir şey değil. Bunların Almanya’da ve Türkiye’de inançlı ve yardımsever insanlardan yardım adı altında topladıkları paraları amacına uygun olarak kullanmayıp belli televizyon kanalları aracılığı ile kendi çıkarları için kullandıkları biliniyor ama kanıtlanamıyordu. Türkiye’de kamu yararına çalışan dernek statüsü de verilen Deniz Feneri Derneği’nin karanlık ilişkiler yumağını Alman Savcı ortaya çıkardı. Mahkeme kamuya açık biçimde devam ediyor. Karanlık para ve siyaset ilişkileri ortaya çıktıkça Ergenekon davası açılmadan önce yaygaralar koparan iktidar yanlısı yalaka basın ( Özellikle Vakit ve Taraf gazeteleri) dut yemiş bülbül kesildiler.

Konuyu gündemden çıkarmak için ne yapsınlar ? Almanya’daki davayı gazetecilik adına kısmen aktaran gazetelerin patronu Aydın Doğan’a yüklenerek hedef şaşırtıyorlar. Başbakan da her zamanki kavgacı üslubu ile ve bu gazetelerin yazdıkları ile Aydın Doğan’a ve Deniz Baykal’a yükleniyor. Başbakan olarak bu sahtekarlıkları yapanlar için nereye kadar giderse gitsin diyemiyor, yolsuzluğu yapanları, yapılanları kınayamıyor bile… Hırsızın suçu yok…Hırsızı gören, yakalayan, haber veren suçlu. Çünkü Almanya’ya gitse bu davada sanık sandalyesine oturtulacak adamı RTÜK Başkanı yapan kendisi. AKP’liler geçen seçimde kullandıkları sloganı çok sevdiler. “ Durmak Yok ! Yola Devam !” Almanya’daki bu davayı izlemeye devam edin. Daha neler çıkacak bakalım ortaya. Bizim C.Savcılarımızda izliyorlar…

Yazı dizimizin geçen haftaki bölümünde tarikat ve cemaatlerdeki müritlerin şeyhlerine itaat, teslim olma anlayışını çarpıcı örnekleri ile anlatmaya çalıştık. Yazı dizisinin sonunda bu şeyhe, efendiye itaat, onun her dediğine körü körüne inanma, şeyhin isteğine kölece boyun eğme anlayışına tekrar değineceğiz.

Yazı dizimizin ilk bölümünün sonunda Mustafa Kemal’in 30 Haziran 1925’teki bir sözünü aktarmıştık. "Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat (yol) uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın buyurduğu ve istediğini yapmak insan olmak için yeterlidir.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün bu sözünün geçerliliği sadece 25 yıl sürdü. 1950 yılında DP’nin iktidara gelmesiyle tarikatlar yer altından yeryüzüne çıkıp siyasetin içine öyle bir girdiler ki anlatılır gibi değil.

1950 seçimlerinden sonraki 07 seçimlerine kadar geçen 57 yıllık sürede hangi tarikatın hangi siyasi partiyi nasıl, neden desteklediğini öğrenmek için yakın tarihimizi araştırmacı gözle yeniden okumak gerek. Bu yakın tarihi okumadan tarikat ve siyaset ilişkisini bilmeden son seçimdeki yüzde 47’yi asla anlayamazsınız.

Biliyorsunuz her seçimde siyaset bilimciler, sosyologlar seçimler üzerine kamuoyu araştırmaları yaparlar. Dünyanın tüm demokratik ülkelerinde doğaldır bu. O ülkelerde hangi sendika, hangi toplumsal katman (yani işçiler, köylüler, esnaflar, tüccarlar, sanayiciler) hangi partiyi neden destekleyecek diye yapılan bu araştırmalar Türkiye’de de yapılıyor. Yapılıyor ama bir farkla. Türkiye’de siyasette işçinin, köylünün, esnafın sözü geçmediği için bu araştırmalar bizde hangi tarikat ve cemaat hangi partiyi destekliyor diye yapılıyor… Çünkü siyasette artık tarikat ve cemaatlerin sözü geçiyor. Onların dediği oluyor.

Örneğin geçen yıl yapılan 22 Temmuz seçimlerinde hangi tarikat ve cemaatin hangi partiyi desteklediğini şöyle bir anımsayalım mı ?

Buyurun.

Gülen Cemaati : AKP listelerinde 30’dan fazla milletvekili adayları var. AKP’den sadece Cemil Çiçek’e destek yok… Sivas’ta BBP’li Muhsin Yazıcıoğlu ’na destek var. Milli Görüş’e destek yok…

Nurcuların Yeni Asyacılar kanadı (Mehmet Kutlular) : DP

Kadiriler ikiye bölündü. Galip Kuşçuoğlu kanadı : AKP, diğer kanat hem şeyh hem parti başkanı olan Bağımsız Türkiye Partisi Haydar Baş.

Süleymancıların "liderliği"ni Ahmet Arif Denizolgun ile Mehmet Beyazıt Denizolgun yapıyor. Bakanlık yapan Ahmet Denizolgun, ANAP'ı destekliyordu. Bugün DP'den Antalya 1. sıradan milletvekili adayı. Mehmet Beyazıt Denizolgun ise AKP'den İstanbul 1. Bölge 12. sıradan milletvekili adayı.

Menzilciler : AKP

Nakşibendiler (Nurettin Coşan) : AKP,

Diğer kolu İskenderpaşa Cemaati : Bölgesine ve adaylara göre destek. Sivas’ta Yazıcıoğlu’na tam destek.

İsmailağa cemaati için AKP ile SP rekabeti var.
Yıllardır Erbakan'ın partilerini destekleyen İsmailağa cemaatinin AKP'ye kaymasının nedeni, Çankaya seçim sürecinde yaşananlara bağlanıyor. Nakşibendi Yahyalı cemaatinin SP'ye destek vereceği söyleniyor.

Işıkçılar ( Enver Ören) : AKP

(Kaynak : Tarikatlar, dini cemaatler ve 22 Temmuz - Ömer Erbil Milliyet 9-14 Temmuz 07 Yazı Dizisi)

Bu gazetenin sınırları içinde yer darlığı nedeniyle daha uzun yazamıyorum. Meraklısı bu araştırmayı gösterdiğim kaynaktan bulup okuyabilir. Gelecek hafta tarihsel süreç içinde 3 Said olayı ve Tarikatların yurtiçi ve yurt dışı siyasi bağlantıları konusunu özetlemeye çalışacağım.

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 10 EYLÜL 08

1 Eylül 2008 Pazartesi

TARİKATLAR VE DEMOKRASİ – 2 –

*
Geçen hafta başladığım “ Tarikatlar ve Demokrasi “ konusuna bu hafta da devam ediyorum.

Geçen hafta da belirttiğim gibi bazı üniversite hocalarının ve kendilerine “ İslamcı Yazar” diyen köşe yazıcılarının bize “yeni sivil toplum örgütleri” olarak yutturmaya çalıştıkları tarikat ve cemaatlerin gerçek dinle ve tasavvufla ilgileri yoktur.

Burada bir yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için bu konuyu özellikle açıklamak istiyorum. Yazdıklarımızın Allah’a, Kur’ana inanan, evinde, camisinde, cem evinde namazını, teravisini kılan, orucunu tutan, her türlü ibadetini hakkıyla yerine getiren gerçek Müslümanlarla hiçbir ilgisi yoktur. Herkesin dini inancına saygım var. Bu arada bu yazıyı yazdığım 1 Eylül tarihinde başlayan Ramazan ayının gerçek Müslümanlara hayırlı olmasını, dualarının, ibadetlerinin kabul edilmesini dilerim.

Benim derdim ; Kur’an yerine şeyhlere, mürşitlere, rehberlere, efendilere inanan ve onlara körü körüne bağlanan insanlara bu kişilerin yönettiği tarikat ve cemaatlerin ne kadar din ve tasavvuf dışı, dini ticarete ve siyasete alet eden, yasa dışı güçleri ile ülke ekonomisini ve siyasetini yönlendirmeye kalkan, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı kuruluşlar olduğunu anlatmak.

Din dışı tarikat ve cemaat oluşumları sadece İslam Dini ile sınırlı değildir. Yeryüzündeki bütün dinlerde Hıristiyanlıkta, Yahudilikte, Budizmde de bu tarikat ve cemaat örgütlenmeleri var. Bu tarikat ve cemaatlerin en sapkınlarının ABD’ de ve Avrupa’da olduğunu da bilmenizi isterim.

Ama bizim konumuz bizim ülkemizin tarikat ve cemaatleri… Bizimkilerin diğer dinlerin ve ülkelerin tarikat ve cemaatlerinden farkı ülkenin ekonomi ve siyasetini yönlendirecek güce erişmiş olmaları, ülkenin rejimini değiştirmek için, Cumhuriyet’i ve temel değerlerini yok etmek için son yıllarda ittifak içinde olmalarıdır.

Bu tarikat ve cemaatlerde esas olan şeyhe, mürşide, rehbere, efendiye körü körüne itaattir. Tarikat ve cemaatlerdeki işleyişi anlayabilmek için bu “şeyhe itaat, şeyhe bağlılık” konusunu işleyen bir yazıdan alıntılar yapacağım. Bu yazıda bazı yerlerin altını dikkat çekmek için ben çizdim. Bir kere daha anımsatayım ki bu tarikat ve cemaatlerde sapkınlık derecesine varan, bazen basına ve televizyonlara görüntüleri de yansıyan hareket ve davranışların gerçek Müslümanlarla hiçbir ilgisi yoktur.

Tarikat ve cemaatlerdeki bu şeyhe itaat, şeyhe bağlılık konusundan sonra dini ticarete ve siyasete alet eden tarikat ve cemaatlerden örnekler vererek tarikat ve cemaatlerin yönettiği bir ülkede demokrasinin mümkün olup olamayacağını tartışmak için yazı dizimiz devam edecek. Önce lütfen şu anlam bozulmasın diye geniş olarak alıntıladığım yazıyı dikkatle okuyun.

“Tarikatların en önemli kurallarından biri müridin kendisini şeyhine ölünün kendini ölü yıkayıcısına bıraktığı gibi bırakmasıdır. Kuran’ın aklımızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü körüne itaat esastır. Tarikat üyelerine akıllarını bir kenara bırakıp şeyhlerine tabi olmaları, aklın bu yolda yürümeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi olan kişiye şeyhin Mehdiliğinin veya İsalığının inandırılması, şeyhin dünyadaki en üstün insan olduğunun iknası, kişinin maddi açıdan sömürülmesi, dine yapılan ilave ve eksiltmelerin yutturulması gayet kolay olmaktadır. üstelik kişi aklı kenara bırakma prensibini kabul ettikten sonra üniversite bitiren okumuş müritle; cahil, okuma yazma bilmeyen mürit aynı mertebeye gelmektedir. Bu yüzden bizi tarikatlardaki okumuş kişilerin tavrı şaşırtmamalıdır. Çünkü bu kişiler tarikatların yapısı gereği aklını kenara bırakmış ve şeyhe teslim olmuşlardır. Bu tavrın neticesi ise cahil ile okumuşun, bilen ile bilmeyenin farkının kalmamasıdır.

Araştırma yerine yutturma, düşünme yerine taklit esas olunca, tarikattaki herkesin inancı, hayata bakış açısı ve dini değerlendirişi tamamen şeyhiyle aynı olmaktadır. Hatta birçok zaman “aklı bırakma prensibi” kabul ettirildiği için şeyhten çok daha bilgili ve kültürlü bir kişi bile “ Ben bilmem, şeyhim bilir. Şeyhim diyorsa vardır bir hikmeti.” izahlarıyla şeyhin en saçma izahlarını bile yutmaktadır.

Yakın zamanlardan trajikomik birkaç izaha yüzlerce tarikat bağlısının sırf şeyhleri dedi diye nasıl inandıklarını örnek verebiliriz. Birinci şeyhin Amerika’ya kızıp nasıl uzay mekiğini düşürdüğünü şeyhin müritleri büyük bir gururla anlatıyorlardı. İkinci şeyhin ise Kıbrıs’ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen gürültüyü ejderha ilan etmesini en okumuş müritleri bile hemen kabul etmişlerdi.

Üçüncü şeyh ise nefislerinizi terbiye edeceğim diyerek müritlerine cinsel organını öptürüyor, cinsel organı öpecek mürit tören havasında “Muz yemeye” parolasıyla şeyhin cinsel organını öpmeye götürülüyordu.

Tarikatların yapısını ve şeyhe bağlılığın felsefesini bilmeyenlere; okumuş, kültürlü müritlerin bile bu saçmalıklara inanmasını anlamak çok zor gelmektedir. Fakat eğer tarikata girenlerin baştan akıllarını kenara bırakıp, çoğu zaman yarı veya tam kaçık şeyhlere tabi oldukları ve düşünme yerine taklidi ön plana aldıkları anlaşılırsa bu hareketleri de anlaşılabilir. Tarikatlara girenlere verilen tarikat terbiyesini anlamak için bir tarikatta müride uymasının zorunlu olduğu yedi madde diye eline verilen listeyi görelim:

1) Mürşidine (şeyhine) tam teslim olmak ve hiç kimseyi mürşidinden üstün bilmemek.
2) Zeki ve idrak kabiliyeti yüksek olmak.
3) Şeyhinin hizmetinde hareketli ve atılgan olmak.
4) Sözünde sadık ve güvenilir olmak.
5) Malı ve mülkünü şeyhinin hizmetine vermek.
6) Mürşidin (şeyhin) ve tarikatın sırlarını gizli tutmak.
7) Canını şeyhi yolunda vermeye her an hazır olmak. “

(…)

“Ölen şeyhlerin kabirlerinde yapılan garip hareketler, bez bağlamalar, eğilmeler, secdeler de başlı başına bir rezalet tablosudur. Şeyhlerin bir kısmının ölmeden tarikatın devamını oğluna, damadına, kardeşine bırakıp, bu manevi ve maddi sömürü çarkının aile tekelinde tutulması da sayısız garipliklerin bir halkasıdır. Oysa dinimize göre emanet ehline verilir, kan bağı olana değil. Müritlere bile layık görülen evliyalık mertebeleri, şeyhlere çok daha abartılı bir şekilde verilir. Şeyhlerin kerameti diye öyle hikayeler anlatılır ki; Kuran’da anlatılan birçok Peygamber mucizesinin bile bu kerametler kadar olmadığı görülür.

“Şeyh uçmaz, mürit uçurur.” deyimiyle halkın arasında ifadesini bulan bu gerçek, ayrı tarikatın müritlerinin birbirlerine karşı hava atma mekanizmalarıdır. En çok ve en büyük kerameti gösteren şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen müritler, böylece her seferinde şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha fazla uçurarak bu yarışı karşılıklı devam ettirirler. Hayvanları, insanları canlandıranlar; denizlerin, okyanusların üstünde yürüyenler; aynı anda bir sürü yerde gözükenler; neler vardır, neler...

Süpermen şeyhler kalpleri bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde bulunur, bir bakışıyla hidayete erdirir, dilediğini cin veya diğer yöntemleriyle çarpar, üfürüğü, tükürüğü, nefesi ile şifalar saçar, dokunuşlarıyla alemlere nurlar yağdırırlar! Şeyhler bunları yapınca müritlerin ne haddine düşer şeyhe itiraz, şeyhin lafını tartışma, aklını kullanma! Müridin en iyisi gözü kapalı itaat eden ve itaati en çok olandır. “


İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 03 EYLÜL 08