1 Eylül 2008 Pazartesi

TARİKATLAR VE DEMOKRASİ – 2 –

*
Geçen hafta başladığım “ Tarikatlar ve Demokrasi “ konusuna bu hafta da devam ediyorum.

Geçen hafta da belirttiğim gibi bazı üniversite hocalarının ve kendilerine “ İslamcı Yazar” diyen köşe yazıcılarının bize “yeni sivil toplum örgütleri” olarak yutturmaya çalıştıkları tarikat ve cemaatlerin gerçek dinle ve tasavvufla ilgileri yoktur.

Burada bir yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için bu konuyu özellikle açıklamak istiyorum. Yazdıklarımızın Allah’a, Kur’ana inanan, evinde, camisinde, cem evinde namazını, teravisini kılan, orucunu tutan, her türlü ibadetini hakkıyla yerine getiren gerçek Müslümanlarla hiçbir ilgisi yoktur. Herkesin dini inancına saygım var. Bu arada bu yazıyı yazdığım 1 Eylül tarihinde başlayan Ramazan ayının gerçek Müslümanlara hayırlı olmasını, dualarının, ibadetlerinin kabul edilmesini dilerim.

Benim derdim ; Kur’an yerine şeyhlere, mürşitlere, rehberlere, efendilere inanan ve onlara körü körüne bağlanan insanlara bu kişilerin yönettiği tarikat ve cemaatlerin ne kadar din ve tasavvuf dışı, dini ticarete ve siyasete alet eden, yasa dışı güçleri ile ülke ekonomisini ve siyasetini yönlendirmeye kalkan, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı kuruluşlar olduğunu anlatmak.

Din dışı tarikat ve cemaat oluşumları sadece İslam Dini ile sınırlı değildir. Yeryüzündeki bütün dinlerde Hıristiyanlıkta, Yahudilikte, Budizmde de bu tarikat ve cemaat örgütlenmeleri var. Bu tarikat ve cemaatlerin en sapkınlarının ABD’ de ve Avrupa’da olduğunu da bilmenizi isterim.

Ama bizim konumuz bizim ülkemizin tarikat ve cemaatleri… Bizimkilerin diğer dinlerin ve ülkelerin tarikat ve cemaatlerinden farkı ülkenin ekonomi ve siyasetini yönlendirecek güce erişmiş olmaları, ülkenin rejimini değiştirmek için, Cumhuriyet’i ve temel değerlerini yok etmek için son yıllarda ittifak içinde olmalarıdır.

Bu tarikat ve cemaatlerde esas olan şeyhe, mürşide, rehbere, efendiye körü körüne itaattir. Tarikat ve cemaatlerdeki işleyişi anlayabilmek için bu “şeyhe itaat, şeyhe bağlılık” konusunu işleyen bir yazıdan alıntılar yapacağım. Bu yazıda bazı yerlerin altını dikkat çekmek için ben çizdim. Bir kere daha anımsatayım ki bu tarikat ve cemaatlerde sapkınlık derecesine varan, bazen basına ve televizyonlara görüntüleri de yansıyan hareket ve davranışların gerçek Müslümanlarla hiçbir ilgisi yoktur.

Tarikat ve cemaatlerdeki bu şeyhe itaat, şeyhe bağlılık konusundan sonra dini ticarete ve siyasete alet eden tarikat ve cemaatlerden örnekler vererek tarikat ve cemaatlerin yönettiği bir ülkede demokrasinin mümkün olup olamayacağını tartışmak için yazı dizimiz devam edecek. Önce lütfen şu anlam bozulmasın diye geniş olarak alıntıladığım yazıyı dikkatle okuyun.

“Tarikatların en önemli kurallarından biri müridin kendisini şeyhine ölünün kendini ölü yıkayıcısına bıraktığı gibi bırakmasıdır. Kuran’ın aklımızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü körüne itaat esastır. Tarikat üyelerine akıllarını bir kenara bırakıp şeyhlerine tabi olmaları, aklın bu yolda yürümeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi olan kişiye şeyhin Mehdiliğinin veya İsalığının inandırılması, şeyhin dünyadaki en üstün insan olduğunun iknası, kişinin maddi açıdan sömürülmesi, dine yapılan ilave ve eksiltmelerin yutturulması gayet kolay olmaktadır. üstelik kişi aklı kenara bırakma prensibini kabul ettikten sonra üniversite bitiren okumuş müritle; cahil, okuma yazma bilmeyen mürit aynı mertebeye gelmektedir. Bu yüzden bizi tarikatlardaki okumuş kişilerin tavrı şaşırtmamalıdır. Çünkü bu kişiler tarikatların yapısı gereği aklını kenara bırakmış ve şeyhe teslim olmuşlardır. Bu tavrın neticesi ise cahil ile okumuşun, bilen ile bilmeyenin farkının kalmamasıdır.

Araştırma yerine yutturma, düşünme yerine taklit esas olunca, tarikattaki herkesin inancı, hayata bakış açısı ve dini değerlendirişi tamamen şeyhiyle aynı olmaktadır. Hatta birçok zaman “aklı bırakma prensibi” kabul ettirildiği için şeyhten çok daha bilgili ve kültürlü bir kişi bile “ Ben bilmem, şeyhim bilir. Şeyhim diyorsa vardır bir hikmeti.” izahlarıyla şeyhin en saçma izahlarını bile yutmaktadır.

Yakın zamanlardan trajikomik birkaç izaha yüzlerce tarikat bağlısının sırf şeyhleri dedi diye nasıl inandıklarını örnek verebiliriz. Birinci şeyhin Amerika’ya kızıp nasıl uzay mekiğini düşürdüğünü şeyhin müritleri büyük bir gururla anlatıyorlardı. İkinci şeyhin ise Kıbrıs’ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen gürültüyü ejderha ilan etmesini en okumuş müritleri bile hemen kabul etmişlerdi.

Üçüncü şeyh ise nefislerinizi terbiye edeceğim diyerek müritlerine cinsel organını öptürüyor, cinsel organı öpecek mürit tören havasında “Muz yemeye” parolasıyla şeyhin cinsel organını öpmeye götürülüyordu.

Tarikatların yapısını ve şeyhe bağlılığın felsefesini bilmeyenlere; okumuş, kültürlü müritlerin bile bu saçmalıklara inanmasını anlamak çok zor gelmektedir. Fakat eğer tarikata girenlerin baştan akıllarını kenara bırakıp, çoğu zaman yarı veya tam kaçık şeyhlere tabi oldukları ve düşünme yerine taklidi ön plana aldıkları anlaşılırsa bu hareketleri de anlaşılabilir. Tarikatlara girenlere verilen tarikat terbiyesini anlamak için bir tarikatta müride uymasının zorunlu olduğu yedi madde diye eline verilen listeyi görelim:

1) Mürşidine (şeyhine) tam teslim olmak ve hiç kimseyi mürşidinden üstün bilmemek.
2) Zeki ve idrak kabiliyeti yüksek olmak.
3) Şeyhinin hizmetinde hareketli ve atılgan olmak.
4) Sözünde sadık ve güvenilir olmak.
5) Malı ve mülkünü şeyhinin hizmetine vermek.
6) Mürşidin (şeyhin) ve tarikatın sırlarını gizli tutmak.
7) Canını şeyhi yolunda vermeye her an hazır olmak. “

(…)

“Ölen şeyhlerin kabirlerinde yapılan garip hareketler, bez bağlamalar, eğilmeler, secdeler de başlı başına bir rezalet tablosudur. Şeyhlerin bir kısmının ölmeden tarikatın devamını oğluna, damadına, kardeşine bırakıp, bu manevi ve maddi sömürü çarkının aile tekelinde tutulması da sayısız garipliklerin bir halkasıdır. Oysa dinimize göre emanet ehline verilir, kan bağı olana değil. Müritlere bile layık görülen evliyalık mertebeleri, şeyhlere çok daha abartılı bir şekilde verilir. Şeyhlerin kerameti diye öyle hikayeler anlatılır ki; Kuran’da anlatılan birçok Peygamber mucizesinin bile bu kerametler kadar olmadığı görülür.

“Şeyh uçmaz, mürit uçurur.” deyimiyle halkın arasında ifadesini bulan bu gerçek, ayrı tarikatın müritlerinin birbirlerine karşı hava atma mekanizmalarıdır. En çok ve en büyük kerameti gösteren şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen müritler, böylece her seferinde şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha fazla uçurarak bu yarışı karşılıklı devam ettirirler. Hayvanları, insanları canlandıranlar; denizlerin, okyanusların üstünde yürüyenler; aynı anda bir sürü yerde gözükenler; neler vardır, neler...

Süpermen şeyhler kalpleri bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde bulunur, bir bakışıyla hidayete erdirir, dilediğini cin veya diğer yöntemleriyle çarpar, üfürüğü, tükürüğü, nefesi ile şifalar saçar, dokunuşlarıyla alemlere nurlar yağdırırlar! Şeyhler bunları yapınca müritlerin ne haddine düşer şeyhe itiraz, şeyhin lafını tartışma, aklını kullanma! Müridin en iyisi gözü kapalı itaat eden ve itaati en çok olandır. “


İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 03 EYLÜL 08

Hiç yorum yok: