*
Bu yazının başlığını 26 Mart 08 tarihli TBMM Genel Kurul Tutanaklarından aldım.
Bu gazetenin okurları ve İznikliler biliyor. 10 yıldır bu yerel gazetede Cargill konusunda çok sayıda yazı yazdım. Haberler yazdım, TBMM tutanaklarını yayınladım.
Bu gazetede 29 Kasım 06 tarihinde herkesin anlayacağı dilde nedenini de yazdım…
“SORU : CARGILL’E NEDEN KARŞIYIM ?
YANITLAR:
1) İZNİK GÖLÜ İZNİK ÇÖLÜ OLMASIN DİYE…
2) HUKUKA İNANDIĞIM İÇİN…
3) ULUSAL ONURUMA DOKUNDUĞU İÇİN…
4) ABD DÜŞMANI OLDUĞUM İÇİN..”
İsteyen bu yazımı internetten okuyabilir.
( http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=31563 )
23 Kasım 06 tarihinde Cargill’i Kurtarma Yasası, 217 AKP milletvekilinin oyu ile TBMM’den geçmişti…
Bu yasa Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.
Bu köşeden 5 Mart 08 tarihli “ CARGILL-TÜRBAN VE HAREKAT” başlıklı yazımda iki soru yönelttim…
“Cargill’i Kurtarma Yasası’nın TBMM’deki avukatlığını yine M.Altan KARAPAŞAOĞLU yapıyor. Bizi amerikan düşmanı olarak tanımlayan Sayın Milletvekili’ne İznikli sıradan bir vatandaş ve amerikan düşmanı olarak iki sorum var…Siz TBMM’de Bursa Milletvekili olarak mı yoksa Cargill Milletvekili olarak mı bulunuyorsunuz ? Maaşınızı vatandaşların ödediği vergilerden mi, yoksa Amerikan Cargill şirketinden mi alıyorsunuz ?”
Sorularımın yanıtını 26 Mart 08 tarihli TBMM Genel Kurul tutanaklarında buldum. Eğer TBMM Genel Kurul görüşmelerini TBMM TV’ den (TRT3) izlemediyseniz lütfen internetten TBMM’nin web sayfasına girerek TBMM Genel Kurul tutanaklarından okuyun. 46 sayfalık bu tutanakların 8. sayfasından 28. sayfasına kadar okuduğunuzda M. Altan KARAPAŞAOĞLU ’ na neden bu soruları yönelttiğimizi ve yanıtını bulacaksınız…
Bu tutanakların bulunduğu internet adresini de verelim ki meraklısına kolaylık olsun…
“http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_g_sd.birlesim_baslangic?PAGE1=1&PAGE2=1&p4=20117&p5=H”
Cargill Milletvekili M.Altan KARAPAŞOĞLU’nun hazırladığı, cansiperane savunduğu yeni Cargill’i Kurtarma Yasası (5751 Sayılı Yasa) TBMM’de Sayın Atilla KART, Sayın Mehmet Ali SUSAM ve Sayın Kamer GENÇ’ in muhalefetine karşın sadece 291 milletvekilinin katıldığı oturumda 86 ret oyuna karşılık 204 AKP’li milletvekilinin oyu ile kabul edilerek yeniden yasalaştı.
Bu arada bu Cargill Milletvekili yine Bursa Barosu avukatlarına sataşmadan duramadı… Bu Cargill milletvekili ABD Başkanı Bush’tan bir madalyayı hak etmiştir artık…
Yukarıda değindiğim gibi Cargill’i Kurtarma Yasası’na muhalefet edenlerden Sayın Tunceli Bağımsız Milletvekili Kamer GENÇ’in konuşmasından bir bölümü buraya aktararak bu Cargill konusuna şimdilik nokta koyayım.
“Ben, hafta sonunda İznik'e gittim, bu Cargill'in olduğu yeri gördüm. Orada, GÜMÇED diye, Güney Marmara Doğal ve Kültürel Çevre Koruma Derneği diye bir dernek büyük bir organizasyon yapmıştı, orada bir gece düzenlemişti. Diyor ki: "Gerçekten, İznik'in tepesine çimento fabrikası yapacaklar. Oraya birkaç tane taş ocağı yapacaklar."
Şimdi, değerli milletvekilleri, bu Türkiye Cumhuriyeti devletini, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını yaşayamaz bir hâle sokuyorsunuz. Düşünebiliyor musunuz, en güzel yerlere getiriyorsunuz fabrika yapıyorsunuz. Bu fabrika ne yapıyor? Tabiatı bozuyor. İznik dağının tepesine yapacağınız çimento fabrikası oradaki bütün ormanları yok edecek, orada yaşanamaz hâle gelecek. Bu memlekette o kadar çorak araziler var, kırsal alanlar var; oraya getirin bunları yapın. Niye oraya yapıyorsunuz?
Efendim, burada bütün mesele: Türkiye'yi yöneten insanlar başkalarının oyuncağı hâline geliyor. Bu, Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasında yaşayan kişilerin, bu coğrafyada yaşamaması için birtakım emperyalist güçler bunu, her türlü hile ve çareye başvuruyorlar. Bizim de bunların o hile ve çareleri karşısında, bu ülkeyi âdeta idare edemez durumda, biraz da vatanseverlik duyguları zayıflayan kişiler de olunca, işte bunların dedikleri her şeye boyun eğiyorlar. Böyle bir şey olur mu sayın milletvekilleri? Yani şimdi, siz boyuna kanun getiriyorsunuz, burada yasa dışı ne varsa hepsini kanunla çözmeye çalışıyorsunuz. Bırakın kardeşim! Yani bu memlekette kala kala yalnız Cargill firmasının sorununun mu çözülmesi gerekiyor? “
Geçen hafta “ Ankara Bağdat Olmadan AKP KAPATILMALIDIR ! ” başlıklı yazımda da belirttim AKP’ nin çevre düşmanlığına ilişkin iki haberi de sizinle paylaşmak istiyorum.
Hükümetin orman arazilerini turizme açmakta kararlı olması ve bu yönde hazırlanan yasa tasarısını TBMM’ye sunması tepkilere neden oldu. Muğla’da 8350 hektarlık ormanlık alanın turizme açılacağını ve 12 milyon 525 bin çam ağacının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını belirten çevreciler bir dizi eylem ve hukuki girişim başlatma kararı aldı. Bölgede yabancılar da sorunu uluslararası çevre örgütlerine anlatarak destek isteyeceklerini açıkladı.
Ve Kazdağları…
“ 34 belediye Kaz Dağı için bir arada
ANKARA ANKA AA
Kaz Dağı ve Madra Dağı’nda 37 şirket tarafından yürütülen altın arama çalışmalarına karşı çıkmak amacıyla Çanakkale ve Balıkesir’e bağlı 34 belediye bir araya gelerek “Kaz Dağları ve Madra Dağı Çevre Platformu”nu oluşturdu. Üniversitelerin ve başta ÇEKÜL olmak üzere birçok sivil toplum örgütünün de destek verdiği platform, 5 Nisan’da Çanakkale Cumhuriyet Meydanı’nda “Altına Hayır” mitingi düzenleyecek.
Kaz Dağı ile Madra Dağı’nda yürütülen altın madeni arama çalışmalarının durdurulması için sivil toplum kuruluşlarınca toplanan 100 bin imza, TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu’ya sunuldu. Mumcu da dilekçeleri TBMM Başkanlığı’na ileteceğini belirtti.”
Ben kendi adıma AKP’nin çevre düşmanı eylemlerini izlemeye ve karşı çıkmaya devam ediyorum.
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 2 NİSAN 08
28 Mart 2008 Cuma
22 Mart 2008 Cumartesi
Ankara Bağdat Olmadan AKP KAPATILMALIDIR !
*
*
Geçen haftaki “HUKUK VE DEMOKRASİ” başlıklı yazımı Cuma günü yaşanan gelişmelerden sonra pazartesi günü yazabilmiştim. Ve o yazımda şu satırları yazmıştım :
“Yazılacak, söylenecek o kadar çok şey var ki bir yazı sınırlarına sığması mümkün değil.
TSK’nin 27 Nisan e-muhtırası türban özgürlükçüsü AKP’ye yaradı. Oylarını kendilerinin de beklemediği oranda arttırdı ve yüzde 47 şımarıklığı ile iktidar yaptı.
Korkarım bu 14 Mart günü açılan kapatma davası da AKP’nin işine yarayacak… Bir yıl sonra yapılacak yerel seçimlerle birlikte yapılması olası erken genel seçimle oylarını yüzde 70’lere çıkaracaktır.
Öyle görünüyor ki yüzde 47 ile şımaranlar yüzde 70’ le iyice küstahlaşıp saldırganlaşacaktır.
İşte o zaman vay bu ülkeye…”
Pazartesi’den Cuma’ya beş günde öylesine olaylar yaşandı ki… Öylesine konuşmalar yapıldı, demeçler verildi ve yalakalar tarafından öyle yazılar yazıldı ki kriz biteceğine daha da derinleşti. Bu beş günde Türkiye’yi yönetmeye talip olanlar, bu ülkeyi yönetmekten ne kadar aciz olduklarını gösterdiler. Yüzde 47 şımarıkları, yüzde 70’ i de beklemeden bir hafta içinde iyiden iyiye saldırganlaştılar.
Ya da 21 Mart 08 tarihli Hürriyet’te Tufan TÜRENÇ’in 1960 öncesini ve İsmet İNÖNÜ’yü anımsatarak yazdığı gibi “ Suçluların telaşı içindeler.”
( http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/8508308.asp?yazarid=39&gid=61&sz=24380 )
Suçluların telaşı içindeki AKP yöneticileri, partileri hakkında yasalardan aldığı yetkiyi kullanarak hazırladığı iddianame ile Anayasa Mahkemesi’nde dava açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın şahsında hukuka, yasalara öyle saldırılarda bulundular ki sonunda 20 Mart tarihinde Yargıtay Başkanı ve 26 Hukuk Fakültesi Dekanı bunlara hukuku anlatmaya çalıştılar ama dinleyen kim… Bir de bunların yalakaları (eski solcular,köktendinciler vd.) var ki yetkilerini Anayasa’dan alan yargının en üst düzeydeki yargıçlarına bile “hukukun zerresinden anlamıyorlar” diyerek hakareti geçtim utanmadan küfrediyorlar…
Suçluların telaşı içindeki AKP yöneticileri ve yalakaları ilk gün “gayri ciddi” dedikleri iddianamenin ciddi olduğunu, partinin kapatılmasının, siyasal yasakların ufukta göründüğünü anlayınca başka çareler aramaya başladılar… Hemen parti kapatılmasının zorlaştırılması için Anayasa değişikliğini düşündüler. Onlara göre Anayasa zaten bir oyuncak, sanki bir yap boz tahtası. Aylar önce kapatma davası açılan DTP’ nin de bu değişikliklerden yararlanma olasılığı üzerine bundan da sonuç çıkmayacağı anlaşılınca akıllarına aylardır süren “Ergenekon” soruşturması geldi.
Aylar önce tutuklanan ancak hala iddianame hazırlanmadığı için haklarında dava açılmayan ilk zanlılarla bağlantıları varmış gibi 21 Mart Cuma günü sabaha karşı 04.00 de Cumhuriyet Gazetesi’nin 83 yaşındaki baş yazarı İlhan SELÇUK’u, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu PERİNÇEK ve İstanbul Üniversitesi eski rektörü Prof.Dr.Kemal ALEMDAROĞLU’nu ve 8 kişiyi daha 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerindeki gibi baskınla gözaltına aldırdılar.
Adlarını andığım bu üç kişinin gözaltına alınmaları yöntemi, biçimiyle basit bir operasyon gözaltına alma işlemi değildir.
Özellikle bu üç kişi kamuoyu tarafından iyi bilinen isimlerdir. Şu anda gözaltına alınışları ile ilgili bir gerekçe de açıklanmadığına göre bir bilgimiz yok. Ancak basın örgütlerince dile getirildiği gibi Hükümete doğrudan bağlı emniyet güçleri içindeki bir cemaat örgütlenmesinin toplumun diğer muhalif kesimlerine gözdağı vermek amacıyla yaptıkları bir hareket de olabilir. Doğrudan AKP kurmaylarının suçluluk telaşı ile başvurdukları bir intikam göz altısı da olabilir. Yargı kararını verinceye kadar bekleyeceğiz. Ancak bu gözaltına alma yönteminin çok çirkin olduğunu, bize 12 Mart ve 12 Eylül faşist dönemlerini anımsattığını ve bunun için kınadığımı da burada belirtmeliyim.
Bu Ergenekon Çetesi ve 21 Mart’taki göz altılarla ilgili kişisel düşüncemi de bir paragrafta açıklamalıyım. İlk tutuklanan ve Susurluk Davası’nda da adı geçen bazı emekli subaylar ve kendilerine Türk milliyetçilerin sözcüsü gibi sıfatlar yakıştıran, Hrant DİNK cinayetini öven bu kişilerin yargı önüne çıkarılmasından hiç rahatsızlık duymadım. Çünkü bu tür milliyetçiliğe kendimi bildim bileli karşıyım.
21 Mart’ta göz altına alınanlardan Doğu PERİNÇEK ve arkadaşlarının da hiçbir görüşüne katılmıyorum.
İlhan SELÇUK, kırk yıldır okuduğum, saygı duyduğum bir yazardır. Onun 22 Temmuz öncesi milliyetçiliğe kayan görüşlerine de katılmıyorum.
Çok kişisel nedenlerle 18 yıldır Cumhuriyet Gazetesi almıyorum. Ama fırsat buldukça okurum. Cumhuriyet Gazetesi benim için Cumhuriyet’in temel kurumlarından biridir.
Bugün 21 Mart 08 günü okumadığım, görüşlerine kısmen katılmadığım Cumhuriyet Gazetesi ve 83 yaşındaki bilge insan İlhan SELÇUK’la dayanışma için Cumhuriyet Gazetesi önüne gittim. Gün farklılıklara karşın Cumhuriyet’le dayanışma günüdür. Yarın Cumhuriyet Gazetesi’ni de almaya başlayacağım. Çünkü AKP’nin bize dayattığı, gericiliğe ,hukuk tanımazlığa, Cumhuriyet düşmanlığına karşı demokrat sorumluluğum,sosyalist bilincim bunu gerektiriyor.
Son bir haftanın gelişmelerinden ve AKP yöneticilerinin hukuka saygısızlıklarını gördükten sonra artık AKP’nin kapatılmasını savunuyorum.
Ama sadece Cumhuriyet Başsavcısı’nın iddianamesindeki gerekçelerle değil. Benim kişisel görüşüme göre AKP’nin kapatılmasını gerektiren suçlarının içinde şunlar da olmalıydı…
Anayasa Mahkemesi’nin kararına karşın ormanlık alanları 2 B adı verip talan etme çalışmasını yürütmesi,
Orman alanlarını turizm için yağmaya açması,
Cargill’e özel af yasası çıkarmaya çalışması,
Kyoto Andlaşmasını imzalamaya yanaşmaması,
Sosyal Güvenlik Yasası adı altında emekçilerin haklarını gasp etmesi,
Ulusal güvenliğimizi ABD ve AB’ye bırakması,
Türbandan başka diğer özgürlük alanlarındaki kayıtsızlığı,
İşsizliğe, açlığa çözüm bulamaması bunun yerine hediye paketleri ile
oy avcılığı yapması,
Yeni yatırım yapmak yerine ülkenin tüm ulusal değerlerini ve kurumlarını özelleştirme adı altında yabancılara satması,
Hırsızlığın, talanın, rüşvetin yaygınlaşması ve daha bir sürü uygulaması.
*
Bildiğiniz gibi bugünlerde ABD’nin Irak’ı işgalinin beşinci yılı… ABD Irak’ı niye işgal etmişti ? Irak’a demokrasi getirmek için… Peki bugün Irak’ta demokrasi var mı ? Beş yılda Irak’ta, Bağdat’ta kaç kişi öldürüldü ? Bugün Irak’ta demokrasi yerine ABD’nin bir kukla yönetimi var. Başında da ABD işbirlikçisi bir Kürt lider Talabani. Hani şu geçen hafta Ankara’ya gelen adam. Kuzey Irak’ta da Barzani isimli bir başka işbirlikçi… ABD emperyalizmi bizim bu işbirlikçi Kürtlerle anlaşmamızı istiyor. Bize de Irak tipi ABD güdümünde bir demokrasi dayatıyor.
Yani ABD emperyalizmi Ankara’nın da Bağdat gibi olmasını istiyor. Korkarım ki bu AKP iktidarı kaldığı sürece hem siyasal olarak, hem sosyal, kültürel olarak hem de coğrafi olarak Türkiye Irak’a, Ankara da Bağdat’a dönecektir. Ben bu nedenle de AKP’nin kapatılması gerektiğini düşünüyorum.
Ve bu yazının sonunda diyorum ki ;
Ankara Bağdat olmadan,
Türkiye çöl olmadan,
AKP KAPATILMALIDIR !
*
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 26 MART 08
*
Geçen haftaki “HUKUK VE DEMOKRASİ” başlıklı yazımı Cuma günü yaşanan gelişmelerden sonra pazartesi günü yazabilmiştim. Ve o yazımda şu satırları yazmıştım :
“Yazılacak, söylenecek o kadar çok şey var ki bir yazı sınırlarına sığması mümkün değil.
TSK’nin 27 Nisan e-muhtırası türban özgürlükçüsü AKP’ye yaradı. Oylarını kendilerinin de beklemediği oranda arttırdı ve yüzde 47 şımarıklığı ile iktidar yaptı.
Korkarım bu 14 Mart günü açılan kapatma davası da AKP’nin işine yarayacak… Bir yıl sonra yapılacak yerel seçimlerle birlikte yapılması olası erken genel seçimle oylarını yüzde 70’lere çıkaracaktır.
Öyle görünüyor ki yüzde 47 ile şımaranlar yüzde 70’ le iyice küstahlaşıp saldırganlaşacaktır.
İşte o zaman vay bu ülkeye…”
Pazartesi’den Cuma’ya beş günde öylesine olaylar yaşandı ki… Öylesine konuşmalar yapıldı, demeçler verildi ve yalakalar tarafından öyle yazılar yazıldı ki kriz biteceğine daha da derinleşti. Bu beş günde Türkiye’yi yönetmeye talip olanlar, bu ülkeyi yönetmekten ne kadar aciz olduklarını gösterdiler. Yüzde 47 şımarıkları, yüzde 70’ i de beklemeden bir hafta içinde iyiden iyiye saldırganlaştılar.
Ya da 21 Mart 08 tarihli Hürriyet’te Tufan TÜRENÇ’in 1960 öncesini ve İsmet İNÖNÜ’yü anımsatarak yazdığı gibi “ Suçluların telaşı içindeler.”
( http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/8508308.asp?yazarid=39&gid=61&sz=24380 )
Suçluların telaşı içindeki AKP yöneticileri, partileri hakkında yasalardan aldığı yetkiyi kullanarak hazırladığı iddianame ile Anayasa Mahkemesi’nde dava açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın şahsında hukuka, yasalara öyle saldırılarda bulundular ki sonunda 20 Mart tarihinde Yargıtay Başkanı ve 26 Hukuk Fakültesi Dekanı bunlara hukuku anlatmaya çalıştılar ama dinleyen kim… Bir de bunların yalakaları (eski solcular,köktendinciler vd.) var ki yetkilerini Anayasa’dan alan yargının en üst düzeydeki yargıçlarına bile “hukukun zerresinden anlamıyorlar” diyerek hakareti geçtim utanmadan küfrediyorlar…
Suçluların telaşı içindeki AKP yöneticileri ve yalakaları ilk gün “gayri ciddi” dedikleri iddianamenin ciddi olduğunu, partinin kapatılmasının, siyasal yasakların ufukta göründüğünü anlayınca başka çareler aramaya başladılar… Hemen parti kapatılmasının zorlaştırılması için Anayasa değişikliğini düşündüler. Onlara göre Anayasa zaten bir oyuncak, sanki bir yap boz tahtası. Aylar önce kapatma davası açılan DTP’ nin de bu değişikliklerden yararlanma olasılığı üzerine bundan da sonuç çıkmayacağı anlaşılınca akıllarına aylardır süren “Ergenekon” soruşturması geldi.
Aylar önce tutuklanan ancak hala iddianame hazırlanmadığı için haklarında dava açılmayan ilk zanlılarla bağlantıları varmış gibi 21 Mart Cuma günü sabaha karşı 04.00 de Cumhuriyet Gazetesi’nin 83 yaşındaki baş yazarı İlhan SELÇUK’u, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu PERİNÇEK ve İstanbul Üniversitesi eski rektörü Prof.Dr.Kemal ALEMDAROĞLU’nu ve 8 kişiyi daha 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerindeki gibi baskınla gözaltına aldırdılar.
Adlarını andığım bu üç kişinin gözaltına alınmaları yöntemi, biçimiyle basit bir operasyon gözaltına alma işlemi değildir.
Özellikle bu üç kişi kamuoyu tarafından iyi bilinen isimlerdir. Şu anda gözaltına alınışları ile ilgili bir gerekçe de açıklanmadığına göre bir bilgimiz yok. Ancak basın örgütlerince dile getirildiği gibi Hükümete doğrudan bağlı emniyet güçleri içindeki bir cemaat örgütlenmesinin toplumun diğer muhalif kesimlerine gözdağı vermek amacıyla yaptıkları bir hareket de olabilir. Doğrudan AKP kurmaylarının suçluluk telaşı ile başvurdukları bir intikam göz altısı da olabilir. Yargı kararını verinceye kadar bekleyeceğiz. Ancak bu gözaltına alma yönteminin çok çirkin olduğunu, bize 12 Mart ve 12 Eylül faşist dönemlerini anımsattığını ve bunun için kınadığımı da burada belirtmeliyim.
Bu Ergenekon Çetesi ve 21 Mart’taki göz altılarla ilgili kişisel düşüncemi de bir paragrafta açıklamalıyım. İlk tutuklanan ve Susurluk Davası’nda da adı geçen bazı emekli subaylar ve kendilerine Türk milliyetçilerin sözcüsü gibi sıfatlar yakıştıran, Hrant DİNK cinayetini öven bu kişilerin yargı önüne çıkarılmasından hiç rahatsızlık duymadım. Çünkü bu tür milliyetçiliğe kendimi bildim bileli karşıyım.
21 Mart’ta göz altına alınanlardan Doğu PERİNÇEK ve arkadaşlarının da hiçbir görüşüne katılmıyorum.
İlhan SELÇUK, kırk yıldır okuduğum, saygı duyduğum bir yazardır. Onun 22 Temmuz öncesi milliyetçiliğe kayan görüşlerine de katılmıyorum.
Çok kişisel nedenlerle 18 yıldır Cumhuriyet Gazetesi almıyorum. Ama fırsat buldukça okurum. Cumhuriyet Gazetesi benim için Cumhuriyet’in temel kurumlarından biridir.
Bugün 21 Mart 08 günü okumadığım, görüşlerine kısmen katılmadığım Cumhuriyet Gazetesi ve 83 yaşındaki bilge insan İlhan SELÇUK’la dayanışma için Cumhuriyet Gazetesi önüne gittim. Gün farklılıklara karşın Cumhuriyet’le dayanışma günüdür. Yarın Cumhuriyet Gazetesi’ni de almaya başlayacağım. Çünkü AKP’nin bize dayattığı, gericiliğe ,hukuk tanımazlığa, Cumhuriyet düşmanlığına karşı demokrat sorumluluğum,sosyalist bilincim bunu gerektiriyor.
Son bir haftanın gelişmelerinden ve AKP yöneticilerinin hukuka saygısızlıklarını gördükten sonra artık AKP’nin kapatılmasını savunuyorum.
Ama sadece Cumhuriyet Başsavcısı’nın iddianamesindeki gerekçelerle değil. Benim kişisel görüşüme göre AKP’nin kapatılmasını gerektiren suçlarının içinde şunlar da olmalıydı…
Anayasa Mahkemesi’nin kararına karşın ormanlık alanları 2 B adı verip talan etme çalışmasını yürütmesi,
Orman alanlarını turizm için yağmaya açması,
Cargill’e özel af yasası çıkarmaya çalışması,
Kyoto Andlaşmasını imzalamaya yanaşmaması,
Sosyal Güvenlik Yasası adı altında emekçilerin haklarını gasp etmesi,
Ulusal güvenliğimizi ABD ve AB’ye bırakması,
Türbandan başka diğer özgürlük alanlarındaki kayıtsızlığı,
İşsizliğe, açlığa çözüm bulamaması bunun yerine hediye paketleri ile
oy avcılığı yapması,
Yeni yatırım yapmak yerine ülkenin tüm ulusal değerlerini ve kurumlarını özelleştirme adı altında yabancılara satması,
Hırsızlığın, talanın, rüşvetin yaygınlaşması ve daha bir sürü uygulaması.
*
Bildiğiniz gibi bugünlerde ABD’nin Irak’ı işgalinin beşinci yılı… ABD Irak’ı niye işgal etmişti ? Irak’a demokrasi getirmek için… Peki bugün Irak’ta demokrasi var mı ? Beş yılda Irak’ta, Bağdat’ta kaç kişi öldürüldü ? Bugün Irak’ta demokrasi yerine ABD’nin bir kukla yönetimi var. Başında da ABD işbirlikçisi bir Kürt lider Talabani. Hani şu geçen hafta Ankara’ya gelen adam. Kuzey Irak’ta da Barzani isimli bir başka işbirlikçi… ABD emperyalizmi bizim bu işbirlikçi Kürtlerle anlaşmamızı istiyor. Bize de Irak tipi ABD güdümünde bir demokrasi dayatıyor.
Yani ABD emperyalizmi Ankara’nın da Bağdat gibi olmasını istiyor. Korkarım ki bu AKP iktidarı kaldığı sürece hem siyasal olarak, hem sosyal, kültürel olarak hem de coğrafi olarak Türkiye Irak’a, Ankara da Bağdat’a dönecektir. Ben bu nedenle de AKP’nin kapatılması gerektiğini düşünüyorum.
Ve bu yazının sonunda diyorum ki ;
Ankara Bağdat olmadan,
Türkiye çöl olmadan,
AKP KAPATILMALIDIR !
*
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 26 MART 08
17 Mart 2008 Pazartesi
HUKUK VE DEMOKRASİ
*
Genellikle Pazar günleri yazdığım haftalık yazımı yazma işi bu defa Pazartesi’ye kaldı. Oysa 14 Mart Cuma günü, gündemi izlerken yazımı kafamda oluşturmuştum. Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasa tasarısına karşı yıllar sonra meydanlara çıkan “Emek Platformu” nu ve onlara “Yalancı” diyen Başbakanımızı yazacaktım…
Türkiye’nin gündeminin ne kadar hızlı değiştiğine 14 Mart Cuma günü bir kez daha tanık olduk… Sabah saatlerinde 2 saatlik iş bırakma eylemi yapan Emek Platformu’na bağlı sendikalara ve emek örgütlerine bağlı çalışanların talepleri gündemde iken akşama doğru iki gelişme ile gündem değişiverdi. Önce Hükümetin çalışanların tepkileri karşısında Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasa tasarısını değişiklik yapmak üzere geri çektiği açıklandı.
Aynı saatlerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP’nin kapatılması istemi ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurması düştü Türkiye’nin gündemine. Türkiye’nin ve dünyanın gündemine “ flaş…flaş…flaş…” diye giren bu dava dilekçesi bazı kafaları iyiden iyiye karıştırdı. Türkiye’den, AB’den ve ABD’den siyaset ve ekonomi uzmanlarının (!) (bir kısmı “uzman” tanımı yerine “yalaka” tanımını hak ediyor) yorumları yağmaya başladı. Birkaç hukukçunun ve sağduyulu uzmanın görüşleri ise yalakaların yaygaraları arasında duyulmadı bile.
Bu kapatma davası ile ilgili olarak üç gündür yüzlerce uzman-yalaka yorumu okudum ve dinledim. Aklım ve beynim hiç karışmadı ama midem bulandı doğrusu…
Demokrasi deyince sadece sandık çoğunluğunu anlayanlardan, özgürlük deyince sadece türban özgürlüğünü bilenlerden, hukuktan, yasal kurallardan, laiklikten, Cumhuriyet’ten nefret eden ne kadar çok özgürlükçü, demokrat, AB’ci, ABD’ci ekonomi ve siyaset uzmanımız varmış…
Bu demokrat, özgürlükçü, uzman ve iktidar yalakalarının görüşlerine katılmıyorum ama bir koşulla saygı duyuyorum. Onlar da benim görüşlerime saygı duyarlarsa… Onlarla konuşur, tartışırım. Ama Başbakan gibi kabadayılanıp da “yalancı” ile başlayıp her türlü hakarete kalkışacaklarsa böylesi insanlarla işim olmaz, olamaz…
Yazının bundan sonraki bölümüne geçmeden önce bir konuya açıklık getireyim. Bu yazdıklarımdan, aşağıda yazacaklarımdan AKP’nin kapatılma davasını savunduğum anlaşılmasın. Evrensel hukukun kuralları içinde işleyen bir demokraside partileşmiş hiçbir siyasi görüşün partisinin kapatılmasını kabul edemem…
Bu özgürlükçü, demokratlara bir-iki sorum var.
12 Eylül askeri darbesinin TBMM’ni de, tüm siyasi partileri de kapatırken siz neredeydiniz ?
Askerlerin yaptığı 1982 Anayasası ve Evren Paşa’nın Cumhurbaşkanlığı’nın % 92 oyla kabul edilmesi ile 22 Temmuz seçimlerindeki % 47 oy arasında ne fark var ?
Demokrasiyi sadece sandık çoğunluğu olarak tanımlarsanız hiçbir fark yoktur…
Aynı Cumhuriyet Başsavcılık Makamının talebi üzerine aynı Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan 24 parti içinde sosyalist ve komünist partiler, Kürt partileri, AKP’nin atası MNP, FP, RP kapatılırken siz neredeydiniz acaba ?
Son seçimde yüzde 47 oy aldı diye AKP’nin hukuk tanımama, aklına her estiğini yapma, bir türban özgürlüğü adına üniversiteleri, gençliği, halkı bölme, kendisine oy vermeyenlere hakaret etme, laikliği ortadan kaldırıp Cumhuriyet’i yıkma ayrıcalığı mı var ?
Yazılacak, söylenecek o kadar çok şey var ki bir yazı sınırlarına sığması mümkün değil.
TSK’nin 27 Nisan e-muhtırası türban özgürlükçüsü AKP’ye yaradı. Oylarını kendilerinin de beklemediği oranda arttırdı ve yüzde 47 şımarıklığı ile iktidar yaptı.
Korkarım bu 14 Mart günü açılan kapatma davası da AKP’nin işine yarayacak… Bir yıl sonra yapılacak yerel seçimlerle birlikte yapılması olası erken genel seçimle oylarını yüzde 70’lere çıkaracaktır.
Öyle görünüyor ki Yüzde 47 ile şımaranlar yüzde 70’ le iyice küstahlaşıp saldırganlaşacaktır. İşte o zaman vay bu ülkeye…
Bana göre sıkıntı bizim demokrasimizde AKP gibi sermayeden yana AB’ci, ABD’ci, işbirlikçi, dinci, gerici partilerin karşısına hukuk ve demokrasi kuralları içinde askeri darbelere de, dinci, milliyetçi oluşumlara da karşı çıkacak emeğe dayalı, sol, sosyalist bir alternatif muhalefet partisinin olmayışıdır.
CHP’nin bu parti yönetim anlayışı ile alternatif muhalefet olamayacağı ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak kısa kısa söyleyelim ve yazalım ki : Muhalefetsiz demokrasi olmaz. Hukuksuz iktidar olunmaz. Özgürlük sadece türban özgürlüğü değildir. Özgürlük, azınlık haklarını da, her türlü siyasal düşünceyi de kapsamalıdır. Evrensel hukuk kurallarına göre işleyen demokrasilerde çözüm ne askeri darbedir, ne parti kapatmadır. Sandıktan çıkan her sonuç doğru değildir. 70 yıl önce dünyayı kana bulayan faşist Hitler’de sandıktan çıkmıştı. Sandık çoğunluğunu ele geçirenin aklına her eseni yapacağı rejimin adı demokrasi olamaz. Hukuk ve demokrasi herkese gereklidir. Parti içinde iktidar olmakla ülkede iktidar olunamaz. Sermayeci sağ partilerin alternatifi emekten yana sol partilerdir…
Ben böyle düşünüyorum…
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 19 MART 08
Genellikle Pazar günleri yazdığım haftalık yazımı yazma işi bu defa Pazartesi’ye kaldı. Oysa 14 Mart Cuma günü, gündemi izlerken yazımı kafamda oluşturmuştum. Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasa tasarısına karşı yıllar sonra meydanlara çıkan “Emek Platformu” nu ve onlara “Yalancı” diyen Başbakanımızı yazacaktım…
Türkiye’nin gündeminin ne kadar hızlı değiştiğine 14 Mart Cuma günü bir kez daha tanık olduk… Sabah saatlerinde 2 saatlik iş bırakma eylemi yapan Emek Platformu’na bağlı sendikalara ve emek örgütlerine bağlı çalışanların talepleri gündemde iken akşama doğru iki gelişme ile gündem değişiverdi. Önce Hükümetin çalışanların tepkileri karşısında Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasa tasarısını değişiklik yapmak üzere geri çektiği açıklandı.
Aynı saatlerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP’nin kapatılması istemi ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurması düştü Türkiye’nin gündemine. Türkiye’nin ve dünyanın gündemine “ flaş…flaş…flaş…” diye giren bu dava dilekçesi bazı kafaları iyiden iyiye karıştırdı. Türkiye’den, AB’den ve ABD’den siyaset ve ekonomi uzmanlarının (!) (bir kısmı “uzman” tanımı yerine “yalaka” tanımını hak ediyor) yorumları yağmaya başladı. Birkaç hukukçunun ve sağduyulu uzmanın görüşleri ise yalakaların yaygaraları arasında duyulmadı bile.
Bu kapatma davası ile ilgili olarak üç gündür yüzlerce uzman-yalaka yorumu okudum ve dinledim. Aklım ve beynim hiç karışmadı ama midem bulandı doğrusu…
Demokrasi deyince sadece sandık çoğunluğunu anlayanlardan, özgürlük deyince sadece türban özgürlüğünü bilenlerden, hukuktan, yasal kurallardan, laiklikten, Cumhuriyet’ten nefret eden ne kadar çok özgürlükçü, demokrat, AB’ci, ABD’ci ekonomi ve siyaset uzmanımız varmış…
Bu demokrat, özgürlükçü, uzman ve iktidar yalakalarının görüşlerine katılmıyorum ama bir koşulla saygı duyuyorum. Onlar da benim görüşlerime saygı duyarlarsa… Onlarla konuşur, tartışırım. Ama Başbakan gibi kabadayılanıp da “yalancı” ile başlayıp her türlü hakarete kalkışacaklarsa böylesi insanlarla işim olmaz, olamaz…
Yazının bundan sonraki bölümüne geçmeden önce bir konuya açıklık getireyim. Bu yazdıklarımdan, aşağıda yazacaklarımdan AKP’nin kapatılma davasını savunduğum anlaşılmasın. Evrensel hukukun kuralları içinde işleyen bir demokraside partileşmiş hiçbir siyasi görüşün partisinin kapatılmasını kabul edemem…
Bu özgürlükçü, demokratlara bir-iki sorum var.
12 Eylül askeri darbesinin TBMM’ni de, tüm siyasi partileri de kapatırken siz neredeydiniz ?
Askerlerin yaptığı 1982 Anayasası ve Evren Paşa’nın Cumhurbaşkanlığı’nın % 92 oyla kabul edilmesi ile 22 Temmuz seçimlerindeki % 47 oy arasında ne fark var ?
Demokrasiyi sadece sandık çoğunluğu olarak tanımlarsanız hiçbir fark yoktur…
Aynı Cumhuriyet Başsavcılık Makamının talebi üzerine aynı Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan 24 parti içinde sosyalist ve komünist partiler, Kürt partileri, AKP’nin atası MNP, FP, RP kapatılırken siz neredeydiniz acaba ?
Son seçimde yüzde 47 oy aldı diye AKP’nin hukuk tanımama, aklına her estiğini yapma, bir türban özgürlüğü adına üniversiteleri, gençliği, halkı bölme, kendisine oy vermeyenlere hakaret etme, laikliği ortadan kaldırıp Cumhuriyet’i yıkma ayrıcalığı mı var ?
Yazılacak, söylenecek o kadar çok şey var ki bir yazı sınırlarına sığması mümkün değil.
TSK’nin 27 Nisan e-muhtırası türban özgürlükçüsü AKP’ye yaradı. Oylarını kendilerinin de beklemediği oranda arttırdı ve yüzde 47 şımarıklığı ile iktidar yaptı.
Korkarım bu 14 Mart günü açılan kapatma davası da AKP’nin işine yarayacak… Bir yıl sonra yapılacak yerel seçimlerle birlikte yapılması olası erken genel seçimle oylarını yüzde 70’lere çıkaracaktır.
Öyle görünüyor ki Yüzde 47 ile şımaranlar yüzde 70’ le iyice küstahlaşıp saldırganlaşacaktır. İşte o zaman vay bu ülkeye…
Bana göre sıkıntı bizim demokrasimizde AKP gibi sermayeden yana AB’ci, ABD’ci, işbirlikçi, dinci, gerici partilerin karşısına hukuk ve demokrasi kuralları içinde askeri darbelere de, dinci, milliyetçi oluşumlara da karşı çıkacak emeğe dayalı, sol, sosyalist bir alternatif muhalefet partisinin olmayışıdır.
CHP’nin bu parti yönetim anlayışı ile alternatif muhalefet olamayacağı ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak kısa kısa söyleyelim ve yazalım ki : Muhalefetsiz demokrasi olmaz. Hukuksuz iktidar olunmaz. Özgürlük sadece türban özgürlüğü değildir. Özgürlük, azınlık haklarını da, her türlü siyasal düşünceyi de kapsamalıdır. Evrensel hukuk kurallarına göre işleyen demokrasilerde çözüm ne askeri darbedir, ne parti kapatmadır. Sandıktan çıkan her sonuç doğru değildir. 70 yıl önce dünyayı kana bulayan faşist Hitler’de sandıktan çıkmıştı. Sandık çoğunluğunu ele geçirenin aklına her eseni yapacağı rejimin adı demokrasi olamaz. Hukuk ve demokrasi herkese gereklidir. Parti içinde iktidar olmakla ülkede iktidar olunamaz. Sermayeci sağ partilerin alternatifi emekten yana sol partilerdir…
Ben böyle düşünüyorum…
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 19 MART 08
9 Mart 2008 Pazar
ŞAİR DOSTUM
*
DOĞUŞ Gazetesi’nin dikkatli okurları anımsayacaktır. Bu gazetede “İZNİK ZEYTİNİ” köşesinde tam bir yıl önce 14 Mart 07 tarihinde yayınladığım yazımın başlığı : “Prof. Dr. AYHAN ÇIKIN ve TARIMIN KOOPERATİFLEŞMESİ “ idi. O yazımın giriş bölümünü burada tekrar yayınlıyorum.
“ Sizlere bu hafta bir bilim ve duygu insanını kısaca tanıtmak, sonra da onun yazılarının bir kısmını burada yayınlamak istiyorum.
İnternette “zeytin grupları”nda tanıdığım Ayhan Hoca’nın şair ve düşünür yönünü öğrendikten sonra kendisi ile grupların dışında özel olarak ta haberleşiyoruz. Kendisini tanımaktan son derece mutlu ve gururluyum. Bu güzel insanı sizlere de tanıtmak, onun özellikle Türk Tarımı ve Kooperatifçilik konusundaki bilimsel yazılarını bu köşede yayınlamak, onun bilgilerini sizinle de paylaşmak istiyorum.
Ayhan Hoca’nın kendi kaleminden kısa özgeçmişi :
“Dr. Ayhan ÇIKIN
1946'da Muğla Yatağan ilçesinin Cazkırlar Köyü'nde doğdu. 1967'de Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü'nden mezun oldu. Kısa bir süre Tarım Bakanlığı Uşak il Tarım Müdürlüğü'nde çalıştı.
1968'de Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü'ne asistan olarak girdi. 1974'te bilim doktoru, 1980'de doçent, 1989'da profesör oldu. Üniversitede Tarım Ekonomisi ile "Çiftçi Örgütlenmesi ve Kooperatifçilik Ekonomisi" alanında uzmanlaştı. Mesleki alanda, 18'i kitap olmak üzere 100'den fazla yayın yaptı.
Tütün Eksperleri Derneği Türk tütüncülüğüne hizmet ödülü (1994), Fransız Hükümeti'nden "Tarım-Gıda Kalite Plaketi" (1995), Türkiye Milli Kooperatifler Birliği'nden "Kooperatifçilik İletişim Ödülü" aldı. Mikro Ekonomi, Genel Kooperatifçilik, Kooperatif İşletmelerin Yönetimi, Kooperatifleşmenin Tarım İşletmelerine Etkileri, Kırsal Alanların Sanayileşmesi ve Kooperatifler, Avrupa Birliği ve Türkiye'de Tarımsal Kooperatifçilik Hareketleri isimli kitapları var.
Şiirleri 1960-1970 arasında dönemin edebiyat dergilerinde yayınlandı. “Zaman Çiçeği” (2000) ve “Ortak Kalpler Türküsü” (2005) adlı iki şiir kitabı yayınlandı.”
Prof.Dr.Ayhan ÇIKIN’ın “TARIMIN KOOPERATİFLEŞMESİ” başlıklı yazısını bu haftadan başlayarak iki bölüm halinde sizlere sunuyorum.”
Önce sanal internet dünyasında bilimsel yazılarından ve şiirlerinden tanıdığım Ayhan ÇIKIN Hocam ile nihayet geçen hafta 06 Mart günü Milas’ta yüz yüze görüştük ve tanıştık. Yıllardır birbirini tanıyan iki dost gibi kucaklaştık ve sohbet ettik. Bana Ortak Kalpler Türküsü isimli son şiir kitabını imzalayarak hediye etti.
2000 yılında kalp nakli ameliyatı geçirerek emekli olarak çalışma yaşamına ara veren Ayhan Hocam geçen yıl Muğla Üniversitesi Milas Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü’ne atandı ve halen orada görev yapıyor. Bir yandan YÖK’ün bürokrasisi ile uğraşırken bir yandan da öğrencilerine ders veriyor.
Yaklaşık 50 yıldır şiir yazan T.Ayhan ÇIKIN’ın son şiir kitabı olan Ortak Kalpler Türküsü kitabından kitaba adını veren şiirini sizinle paylaşmak ve bu güzel insan, bu şair dostumu siz diğer dostlarıma tanıtmak istiyorum.
ORTAK KALPLER TÜRKÜSÜ
Coşkulu bir kahkahayla aşacaksın yeryüzünü
çiçeklerde dolaşan binbir renktir gözlerin
akşamdır, inmiştir günışığı pencerene
çocukluğun koşuşturduğu bir avludur yüreğin
dilsiz, ama gülmesini bilen bir çocuk
leylaklarda uçuşan kelebekler kadar
suskun ve sessizdir yüreğin
delikanlım
nasıl yazsam şiirini senin ?
İşte bıraktın yalnızlığını, öfkeni, sevdalarını
hades’ler seni bekliyor diye korkma
sen de beklenen birisin melekler katında
kendini beklemelisin, beni beklemelisin
çık yeryüzüne, çiçek ol saksılarda, kırlarda
herkesin, ama illa ikimizin yüreği ile
sevdalanmalısın yeniden yaşamlara
delikanlım
nasıl bestelesem şarkını senin ?
Doktorlar var kardeşim
bilimin en kuytu kıyılarında
bir ipekböceği gibi dut yaprağına
kalbimin çiçeğini dokumakta
… ve kalbimde sen olmalısın
yedi renkli gökkuşağı örneği
bereketini müjdelemelisin
yağmurlu günlerin
ikibin yılının onaltı eylülünde
yeni doğmuş bir bebek gibi
gülümsemelisin dünyaya
delikanlım
nasıl söylesem türkülerini senin ?
Sen çok yaşa şair dostum. Yüreğine sağlık.
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ-12 MART 08
2 Mart 2008 Pazar
CARGILL-TÜRBAN VE HAREKAT
*
2008 Türkiye’sinde geleceğin tarihçilerinin ibretle okuyacağı ve yorumlayacağı olaylar oluyor. Bir büyük oyun oynanıyor.Bizler bu oyunun hem figüranları hem de seyircileriyiz. Bu oyunun bölümleri,konuları,oyuncuları,sahnesi birbirinden farklı imiş gibi görünse de inanmayın. Oyunun bir bölümüne, bir oyuncuya, bir detaya takılırsanız 32 kısım tekmili birden oynanan bu oyunun bütününü göremez ve anlayamazsınız… Bu oyunu anlayabilmek için öncelikle bu oyunun yazarını ve yönetmenini çok iyi tanımak gerekir. Yazar ve yönetmenin daha önce yazıp sahneye koydukları eserler onlar için birer referanstır.
Türkiye’nin gündemine bomba gibi atılan türban olayı, üniversiteleri, rektörleri, öğrencileri, yasaması, yargısı, yürütmesi ile kurumları ve halkı bıçak gibi bölmüşken gündeme bir anda bu sınır ötesi harekat giriverdi. Geçen hafta harekatın en yoğun olduğu günde yazdığım yazıda bir cümle ile değindiğim bu harekatta medya sınırın sıfır noktasından canlı savaş yayınları yaptı. Askerlerimizin kahramanlıkları ile övündük, şehit cenazelerinde üzüldük…Türban olayındaki bölünmeyi bile unuttuk. Birlik, beraberlik söylemleri arttı.
Teröristlerin şu kampını aldık, bu kampının ele geçmesi yakın, Kandil’e kadar gideriz bu işi temizleriz vb. açıklamalar,demeçler havada uçuşurken bu harekatta 237 teröristi etkisiz hale getirip 27 şehit veren askerlerimizin harekatı ansızın bitiverdi. Şimdi her kafadan bir ses ve yorum geliyor. Harekatı kimseye danışmadan biz başlattık, kahramanca savaştık ve işimizi bitirip kendi kararımızla geri döndük… İsteyen bu söylenenlere inanabilir ama ben sıradan bir yurttaş olarak inanmıyorum. Bu büyük oyunun şaibeli yönetmeni Bush’ta, onun müttefikleri, stratejik ortakları da benim için inandırıcılıklarını çoktan yitirmiş insanlardır.
Bizi yönetenlerin düşünce kuruluşu diye pek sevdikleri, ABD ziyaretlerinde mutlaka uğradıkları Washington’da CSIS diye bir kuruluş var. Türkçesi ile “Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi” 29 Şubat 08 tarihinde Bülent Alirıza imzalı “Türkleri ve Kürtleri Dengelemek” başlıklı bir rapor yayınladı bu harekatla ilgili. İsteyenler raporun İngilizce aslına aşağıdaki linkten ulaşabilir…
http://www.csis.org/component/option,com_csis_progj/task,view/id,1159/
Bu raporda bakın neler var…Bu raporun yazarı CSIS Türkiye Projesi Direktörü Bülent Alirıza, kara harekatına biran önce son verilmesi çağrılarının, Amerika’nın Türkiye’yle Iraklı Kürtler arasında denge kurma politikası olarak görülebileceğini yazıyor. Alirıza şöyle yazıyor: “...kara harekatı Washington’un eskiye dayanan müttefiki Türkiye’nin ve yeni Iraklı Kürt müttefiklerinin çıkarlarını ve beklentilerini dengeleme girişimlerini zorlaştırdı.” 29 Şubat’ta yayınlanan bu raporun devamında ise özet olarak şu görüşler var :
“Bağdat hükümetinin Iraklı Kürtlerin etkisiyle Türkiye’nin sınır ötesi kara harekatını sert bir şekilde kınamasının Washington üzerindeki baskıyı arttırdığı yazıyor. Amerika Savunma Bakanı Robert Gates’ın operasyonun ‘iki hafta içinde tamamlanması’ gerektiğini belirtmesinden sonra Perşembe günü de Başkan Bush, kara harekatının biran önce tamamlanması çağrısında bulunmuştu.
Raporda, Genelkurmay Başkanlığı’nın Irak’tan çekilme kararında dış etkenlerin belirleyici olduğu iddiasını kesinlikle reddettiği hatırlatılıyor ancak gelişmelerin bunu göstermediği belirtiliyor. Raporda, Türkiye’nin, Amerika’nın desteği olmadan bu kara harekatını başlatmış olamayacağı ve bu destek azalmaya başlayınca Irak’tan çekildiği yazıyor.
Alirıza, Başkan Bush’un ‘PKK’nın ortak düşman olduğunu’ yinelediğini ancak, son olaylarda da görüldüğü gibi, Washington’un Iraklı Kürtlerle de ilişkilerini sürdürmede kararlı olduğunu yazıyor. Alirıza’ya göre, Wahsington açısından en iyi çözüm, Amerika’nın iki müttefikinin diyaloga başlaması.
Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Türkiye Projesi tarafından yayınlanan raporda, kara harekatının, türban meselesi nedeniyle ilişkilerinin gerildiği bir dönemde, Adalet ve Kalkınma Partisi’yle Genelkurmay Başkanlığı arasında işbirliği imkanı oluşturduğu yorumu yapılıyor.
Raporda, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Anayasa değişikliğini operasyonların başladığı sırada onayladığına da dikkat çekiliyor.”
ABD emperyalizmini bize stratejik ortağımız, müttefikimiz diye yutturmaya çalışanların yalan balonu yine Washington tarafından söndürülüyor. Irak’ı işgal ederek güney komşumuz olan ABD yeni beslemesi Kuzey Iraklı Kürtlere de , PKK terör örgütüne de eski müttefiki Türkiye’ye de şirin görünmek için mavi boncuk politikası uyguluyor.
Eski eşine karşı kumasını daha çok seven zampara gibi iki tarafı da idare ediyor…Otoritesini korumak,oyunu sürdürmek için de eski eşin yeni kumaya arada bir tokat vurmasına izin veriyor,ama asla daha ileriye gitmesine izin vermiyor. Çünkü ikisinin de yaşamasını sağlayan odur. İkisi de kendine göbekten bağlıdır. Oyun bu kadar basit…Hala anlamayan var mı ?
Türban olayı da bu 32 kısım tekmili birden oyunun bir başka bölümüdür. Dünyanın hakimi,güney komşumuz ABD emperyalizmi ve onun yardakçısı AB’nin dünyanın bu geçiş noktasında 90 yıl önce emperyalizme karşı savaşarak bağımsızlığını kazanmış bir bağımsız ve çağdaş Türkiye’ye tahammülleri ve izinleri yoktur. Onlar için başı türbanla, çarşafla örtülü karanlıklar içindeki oyunda istenilen rolü oynayan bağımlı bir Türkiye tercih sebebidir.
Bu gazetede İznik’i, bölgemizi ve ülkemizi ilgilendirdiği için Cargill konusunda çok yazı yazdım. Bu gazetede ve köşemde 2006 yılı Kasım ayında TBMM’deki Cargill’i kurtarma yasasının görüşme tutanaklarını,Bursa milletvekillerinin konuşmalarını yayınladık… 29 Kasım 06 tarihli yazımın başlığı aynen şöyleydi :
“SORU : CARGILL’E NEDEN KARŞIYIM ?
YANITLAR :
1) İZNİK GÖLÜ İZNİK ÇÖLÜ OLMASIN DİYE…
2) HUKUKA İNANDIĞIM İÇİN…
3) ULUSAL ONURUMA DOKUNDUĞU İÇİN…
4) ABD DÜŞMANI OLDUĞUM İÇİN..”
O dönemde de TBMM’nde Cargill’in avukatlığını yapan Bursa Milletvekili Mehmet Altan KARAPAŞAOĞLU, Cargill’e karşı çıkan Bursa Barosu avukatlarını “Amerikan düşmanları” olarak tanımlıyor ve suçluyordu. Eski bir Bursa Barosu avukatı olarak bu amerikan düşmanlığı payesini şerefle taşıyorum. Cargill’i Kurtarma Yasası, beklendiği gibi 23 Kasım 06 Perşembe günü 217 AKP milletvekilinin oyu ile TBMM’den geçti. Ama eski Cumhurbaşkanı Sezer’ e ve Anayasa Mahkemesine takıldı. Türkiye’de hukukun üstünlüğüne inanan yargıçları Cargill’e bir kez daha geçit vermedi.
Geçen haftaki yazımın satır arasında şöyle bir cümle vardı anımsayacaksınız.
“ Cargill’in yeni af yasası da komisyonlarda hazırlanıyor. Bir milletvekili,Bursa’nın,Türkiye’nin sorunlarını bırakmış Cargill affını tekrar çıkarmak için çalışıyor…Sanırsın ki Cargill milletvekili… “
Bu arada biz türbanla,harekatla uğraşırken Cargill’i kurtarma yasası komisyonlardan geçerek önümüzdeki haftalarda TBMM Genel Kurulu’na gelecek.Bu kez yasaya karşı çıkacak Ertuğrul YALÇINBAYIR ve Turhan ÇÖMEZ gibi AKP milletvekilleri de yok. Çankaya’da A.Necdet SEZER gibi hukukçu bir Cumhurbaşkanı da yok. Yani hiçbir engel yok. Bu yasa bu kez daha kolay çıkar.
Cargill’i Kurtarma Yasası’nın TBMM’dek avukatlığını yine M.Altan KARAPAŞAOĞLU yapıyor. Bizi amerikan düşmanı olarak tanımlayan Sayın Milletvekili’ne İznikli sıradan bir vatandaş ve amerikan düşmanı olarak iki sorum var…Siz TBMM’de Bursa Milletvekili olarak mı yoksa Cargill Milletvekili olarak mı bulunuyorsunuz ? Maaşınızı vatandaşların ödediği vergilerden mi, yoksa Amerikan Cargill şirketinden mi alıyorsunuz ?
Eğer soruların ikinci şıkları doğruysa hiçbir sözüm yok… Ama “ Hayır ben Bursa Milletvekili olarak maaşımı vatandaşların ödediği vergilerden alıyorum.” diyorsanız size bir sözüm var… Aldığınız maaşın içinde benim ödediğim vergiler de var. Oranı ne olursa olsun,kaç kuruş olursa olsun…Aldığınız maaş içindeki benim payıma düşen kısmı yani hakkımı size helal etmiyorum, aksine haram olsun diyorum. Siz inançlı bir insansınız, helali, haramı bilirsiniz.
Cargill’in arkasında bizzat ABD Başkanı Bush’un olduğunu bütün dünya biliyor. Bush bizimkilere bir haftalık bir harekat izni verdiğine göre bunun karşılığını da isteyecektir. Bir haftalık harekatın, harekatta kaybettiğimiz 27 şehidin karşılığı Cargill’i kurtarma yasası olmasın sakın… Olabilir mi ?
AKP iktidarı stratejik ortağı Bush’un ricasını yerine getirir doğal olarak. Ama “Şehitler Ölmez,Vatan Bölünmez.” diye siyaset yapan, karanlığın özgürlüğü ve türban için AKP’ye destek olan MHP ne yapacak acaba ? Cumhurbaşkanlığı seçiminde,türban için Anayasa değişikliğinde AKP’ye verdiği desteği Cargill’i Kurtarma Yasasına da verecek mi ? Bir yurttaş olarak merak ediyorum doğrusu…
Oyunun diğer bölümlerini bekleyeceğiz, izleyeceğiz ve göreceğiz. Ama ben bilime ve aydınlığa inanan,sanatı ve çağdaşlığı sevdiğini söyleyen izleyenlerin bu oyunun sonunu tahmin edip oyunu topluca terk etmeleri gerektiğini,bir daha da bu yazar ve yönetmenin oyunlarına gelmemelerini diliyorum.
Ben kendi adıma bu iğrenç oyunda yokum…
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 05 MART 08
2008 Türkiye’sinde geleceğin tarihçilerinin ibretle okuyacağı ve yorumlayacağı olaylar oluyor. Bir büyük oyun oynanıyor.Bizler bu oyunun hem figüranları hem de seyircileriyiz. Bu oyunun bölümleri,konuları,oyuncuları,sahnesi birbirinden farklı imiş gibi görünse de inanmayın. Oyunun bir bölümüne, bir oyuncuya, bir detaya takılırsanız 32 kısım tekmili birden oynanan bu oyunun bütününü göremez ve anlayamazsınız… Bu oyunu anlayabilmek için öncelikle bu oyunun yazarını ve yönetmenini çok iyi tanımak gerekir. Yazar ve yönetmenin daha önce yazıp sahneye koydukları eserler onlar için birer referanstır.
Türkiye’nin gündemine bomba gibi atılan türban olayı, üniversiteleri, rektörleri, öğrencileri, yasaması, yargısı, yürütmesi ile kurumları ve halkı bıçak gibi bölmüşken gündeme bir anda bu sınır ötesi harekat giriverdi. Geçen hafta harekatın en yoğun olduğu günde yazdığım yazıda bir cümle ile değindiğim bu harekatta medya sınırın sıfır noktasından canlı savaş yayınları yaptı. Askerlerimizin kahramanlıkları ile övündük, şehit cenazelerinde üzüldük…Türban olayındaki bölünmeyi bile unuttuk. Birlik, beraberlik söylemleri arttı.
Teröristlerin şu kampını aldık, bu kampının ele geçmesi yakın, Kandil’e kadar gideriz bu işi temizleriz vb. açıklamalar,demeçler havada uçuşurken bu harekatta 237 teröristi etkisiz hale getirip 27 şehit veren askerlerimizin harekatı ansızın bitiverdi. Şimdi her kafadan bir ses ve yorum geliyor. Harekatı kimseye danışmadan biz başlattık, kahramanca savaştık ve işimizi bitirip kendi kararımızla geri döndük… İsteyen bu söylenenlere inanabilir ama ben sıradan bir yurttaş olarak inanmıyorum. Bu büyük oyunun şaibeli yönetmeni Bush’ta, onun müttefikleri, stratejik ortakları da benim için inandırıcılıklarını çoktan yitirmiş insanlardır.
Bizi yönetenlerin düşünce kuruluşu diye pek sevdikleri, ABD ziyaretlerinde mutlaka uğradıkları Washington’da CSIS diye bir kuruluş var. Türkçesi ile “Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi” 29 Şubat 08 tarihinde Bülent Alirıza imzalı “Türkleri ve Kürtleri Dengelemek” başlıklı bir rapor yayınladı bu harekatla ilgili. İsteyenler raporun İngilizce aslına aşağıdaki linkten ulaşabilir…
http://www.csis.org/component/option,com_csis_progj/task,view/id,1159/
Bu raporda bakın neler var…Bu raporun yazarı CSIS Türkiye Projesi Direktörü Bülent Alirıza, kara harekatına biran önce son verilmesi çağrılarının, Amerika’nın Türkiye’yle Iraklı Kürtler arasında denge kurma politikası olarak görülebileceğini yazıyor. Alirıza şöyle yazıyor: “...kara harekatı Washington’un eskiye dayanan müttefiki Türkiye’nin ve yeni Iraklı Kürt müttefiklerinin çıkarlarını ve beklentilerini dengeleme girişimlerini zorlaştırdı.” 29 Şubat’ta yayınlanan bu raporun devamında ise özet olarak şu görüşler var :
“Bağdat hükümetinin Iraklı Kürtlerin etkisiyle Türkiye’nin sınır ötesi kara harekatını sert bir şekilde kınamasının Washington üzerindeki baskıyı arttırdığı yazıyor. Amerika Savunma Bakanı Robert Gates’ın operasyonun ‘iki hafta içinde tamamlanması’ gerektiğini belirtmesinden sonra Perşembe günü de Başkan Bush, kara harekatının biran önce tamamlanması çağrısında bulunmuştu.
Raporda, Genelkurmay Başkanlığı’nın Irak’tan çekilme kararında dış etkenlerin belirleyici olduğu iddiasını kesinlikle reddettiği hatırlatılıyor ancak gelişmelerin bunu göstermediği belirtiliyor. Raporda, Türkiye’nin, Amerika’nın desteği olmadan bu kara harekatını başlatmış olamayacağı ve bu destek azalmaya başlayınca Irak’tan çekildiği yazıyor.
Alirıza, Başkan Bush’un ‘PKK’nın ortak düşman olduğunu’ yinelediğini ancak, son olaylarda da görüldüğü gibi, Washington’un Iraklı Kürtlerle de ilişkilerini sürdürmede kararlı olduğunu yazıyor. Alirıza’ya göre, Wahsington açısından en iyi çözüm, Amerika’nın iki müttefikinin diyaloga başlaması.
Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Türkiye Projesi tarafından yayınlanan raporda, kara harekatının, türban meselesi nedeniyle ilişkilerinin gerildiği bir dönemde, Adalet ve Kalkınma Partisi’yle Genelkurmay Başkanlığı arasında işbirliği imkanı oluşturduğu yorumu yapılıyor.
Raporda, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Anayasa değişikliğini operasyonların başladığı sırada onayladığına da dikkat çekiliyor.”
ABD emperyalizmini bize stratejik ortağımız, müttefikimiz diye yutturmaya çalışanların yalan balonu yine Washington tarafından söndürülüyor. Irak’ı işgal ederek güney komşumuz olan ABD yeni beslemesi Kuzey Iraklı Kürtlere de , PKK terör örgütüne de eski müttefiki Türkiye’ye de şirin görünmek için mavi boncuk politikası uyguluyor.
Eski eşine karşı kumasını daha çok seven zampara gibi iki tarafı da idare ediyor…Otoritesini korumak,oyunu sürdürmek için de eski eşin yeni kumaya arada bir tokat vurmasına izin veriyor,ama asla daha ileriye gitmesine izin vermiyor. Çünkü ikisinin de yaşamasını sağlayan odur. İkisi de kendine göbekten bağlıdır. Oyun bu kadar basit…Hala anlamayan var mı ?
Türban olayı da bu 32 kısım tekmili birden oyunun bir başka bölümüdür. Dünyanın hakimi,güney komşumuz ABD emperyalizmi ve onun yardakçısı AB’nin dünyanın bu geçiş noktasında 90 yıl önce emperyalizme karşı savaşarak bağımsızlığını kazanmış bir bağımsız ve çağdaş Türkiye’ye tahammülleri ve izinleri yoktur. Onlar için başı türbanla, çarşafla örtülü karanlıklar içindeki oyunda istenilen rolü oynayan bağımlı bir Türkiye tercih sebebidir.
Bu gazetede İznik’i, bölgemizi ve ülkemizi ilgilendirdiği için Cargill konusunda çok yazı yazdım. Bu gazetede ve köşemde 2006 yılı Kasım ayında TBMM’deki Cargill’i kurtarma yasasının görüşme tutanaklarını,Bursa milletvekillerinin konuşmalarını yayınladık… 29 Kasım 06 tarihli yazımın başlığı aynen şöyleydi :
“SORU : CARGILL’E NEDEN KARŞIYIM ?
YANITLAR :
1) İZNİK GÖLÜ İZNİK ÇÖLÜ OLMASIN DİYE…
2) HUKUKA İNANDIĞIM İÇİN…
3) ULUSAL ONURUMA DOKUNDUĞU İÇİN…
4) ABD DÜŞMANI OLDUĞUM İÇİN..”
O dönemde de TBMM’nde Cargill’in avukatlığını yapan Bursa Milletvekili Mehmet Altan KARAPAŞAOĞLU, Cargill’e karşı çıkan Bursa Barosu avukatlarını “Amerikan düşmanları” olarak tanımlıyor ve suçluyordu. Eski bir Bursa Barosu avukatı olarak bu amerikan düşmanlığı payesini şerefle taşıyorum. Cargill’i Kurtarma Yasası, beklendiği gibi 23 Kasım 06 Perşembe günü 217 AKP milletvekilinin oyu ile TBMM’den geçti. Ama eski Cumhurbaşkanı Sezer’ e ve Anayasa Mahkemesine takıldı. Türkiye’de hukukun üstünlüğüne inanan yargıçları Cargill’e bir kez daha geçit vermedi.
Geçen haftaki yazımın satır arasında şöyle bir cümle vardı anımsayacaksınız.
“ Cargill’in yeni af yasası da komisyonlarda hazırlanıyor. Bir milletvekili,Bursa’nın,Türkiye’nin sorunlarını bırakmış Cargill affını tekrar çıkarmak için çalışıyor…Sanırsın ki Cargill milletvekili… “
Bu arada biz türbanla,harekatla uğraşırken Cargill’i kurtarma yasası komisyonlardan geçerek önümüzdeki haftalarda TBMM Genel Kurulu’na gelecek.Bu kez yasaya karşı çıkacak Ertuğrul YALÇINBAYIR ve Turhan ÇÖMEZ gibi AKP milletvekilleri de yok. Çankaya’da A.Necdet SEZER gibi hukukçu bir Cumhurbaşkanı da yok. Yani hiçbir engel yok. Bu yasa bu kez daha kolay çıkar.
Cargill’i Kurtarma Yasası’nın TBMM’dek avukatlığını yine M.Altan KARAPAŞAOĞLU yapıyor. Bizi amerikan düşmanı olarak tanımlayan Sayın Milletvekili’ne İznikli sıradan bir vatandaş ve amerikan düşmanı olarak iki sorum var…Siz TBMM’de Bursa Milletvekili olarak mı yoksa Cargill Milletvekili olarak mı bulunuyorsunuz ? Maaşınızı vatandaşların ödediği vergilerden mi, yoksa Amerikan Cargill şirketinden mi alıyorsunuz ?
Eğer soruların ikinci şıkları doğruysa hiçbir sözüm yok… Ama “ Hayır ben Bursa Milletvekili olarak maaşımı vatandaşların ödediği vergilerden alıyorum.” diyorsanız size bir sözüm var… Aldığınız maaşın içinde benim ödediğim vergiler de var. Oranı ne olursa olsun,kaç kuruş olursa olsun…Aldığınız maaş içindeki benim payıma düşen kısmı yani hakkımı size helal etmiyorum, aksine haram olsun diyorum. Siz inançlı bir insansınız, helali, haramı bilirsiniz.
Cargill’in arkasında bizzat ABD Başkanı Bush’un olduğunu bütün dünya biliyor. Bush bizimkilere bir haftalık bir harekat izni verdiğine göre bunun karşılığını da isteyecektir. Bir haftalık harekatın, harekatta kaybettiğimiz 27 şehidin karşılığı Cargill’i kurtarma yasası olmasın sakın… Olabilir mi ?
AKP iktidarı stratejik ortağı Bush’un ricasını yerine getirir doğal olarak. Ama “Şehitler Ölmez,Vatan Bölünmez.” diye siyaset yapan, karanlığın özgürlüğü ve türban için AKP’ye destek olan MHP ne yapacak acaba ? Cumhurbaşkanlığı seçiminde,türban için Anayasa değişikliğinde AKP’ye verdiği desteği Cargill’i Kurtarma Yasasına da verecek mi ? Bir yurttaş olarak merak ediyorum doğrusu…
Oyunun diğer bölümlerini bekleyeceğiz, izleyeceğiz ve göreceğiz. Ama ben bilime ve aydınlığa inanan,sanatı ve çağdaşlığı sevdiğini söyleyen izleyenlerin bu oyunun sonunu tahmin edip oyunu topluca terk etmeleri gerektiğini,bir daha da bu yazar ve yönetmenin oyunlarına gelmemelerini diliyorum.
Ben kendi adıma bu iğrenç oyunda yokum…
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 05 MART 08
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)