115 yıl sonra… Hukuk, Adalet ve Gerçek…
DREYFUS DAVASI VE ZOLA - 1
Hukuk tarihinin ve siyasal tarihin en unutulmaz davalarından biri “ Dreyfus Davası “ olarak bilinen davadır. Bundan tam 115 yıl önce ( yani 1894 yılında ) Fransa’da Yüzbaşı Dreyfus’un casusluk yaptığı için ömür boyu hapis cezası ile cezalandırılması ile başlayan dava sırasında Fransa’da toplumda ve medyada başlayan tartışmalar bugün bile güncelliğini korumaktadır. O tarihten bu yana dünyanın her yerinde hukuksal olarak toplum vicdanını yaralayan bir dava gündeme geldiğinde Dreyfus Davası da akla gelir.
Daha önceden genel hatlarını bildiğim bu davayı geçen hafta Türkiye’nin gündemine getiren Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un yazdığı bir kitap ve medyaya yansıyan demeçlerinden sonra tekrar geriye dönüp bu dava ile ilgili bilgileri Türkçe ve Fransızca kaynaklardan araştırdım ve okudum. Gerçekten bu davanın içeriğinden, dava sırasındaki toplumdaki ve medyadaki tartışmalardan, davanın sonucundan herkes için çıkarılacak dersler var. Dreyfus Davası’nın seyrine, tartışmalarına ve çıkarılacak derslerine geçmeden önce Sayın Sami Selçuk’un söylediklerinden kısa alıntılar yapmak istiyorum…
“ 'Türkiye, Dreyfus Davası olayını yaşıyor'
“Ergenekon davası siyasi bir davadır. Suç siyasi diye dava siyasallaştırılamaz. Dava A’dan Z’ye siyasallaştırılmıştır" diyen Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, Ergenekon’un kitabını yazdı.
Ergenekon diye bir dava yoktur. Sadece Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne karşı başkaldırı suçu ve davası vardır. Davanın hukuki adı bu. Siyasi adı ise Ergenekon. Demek davayı siyasileştirme, daha işin başında, ona ’Ergenekon’ adını koyanda başlamıştır.
*
Bugün Türkiye, 115 yıl sonra bir Dreyfus Davası olayını yaşıyor. Toplum ikiye bölünmüş. Ergenekon diye mitolojik ve politik anlam yüklü, toplum bilincini saptırıcı bir dava karşısındayız. Dava bu adlandırmayla birlikte daha baştan kirletildi. Kanımca bu yüzden daha da duyarlı olmak zorundayız. Çünkü böyle ortamlarda maddi gerçeklerin uç/düşsel/gerçek benzeri/ yanılgılara yenilme olasılığı artar. Tıpkı iyi huylu urun, kötü huyla ura dönüşmesi gibi. Olayda hukuksal yanlışlıklara değinenleri, davayı sulandırmak isteyen, ordu yanlıları; bunları dile getirmeyenleri ordu karşıtı diye göstermek, karalamak sığlıktır.
*
Aziz Nesin, ’Türkiye’de üç kişiden beş kişi ozandır’ demişti. Bugünlerde de üç kişiden beş kişi yargıç kesildi, Türkiye’de. Dava dosyalarını inceleyen fakat duruşma yapmadıkları için yüzleşmeyi ve diyalektiği yaşamayan Yargıtay yargıçları bile bu yetkilere sahip değilken her önüne gelen aylardan beri soluk alır gibi hüküm kurup duruyor.
*
Soruşturmanın gizliliği gerekçesi çok insancadır, çok güçlüdür, çok tutarlıdır. Kuşkulunun öz saygısı, şerefi örselenmemeli. Suç işledikleri sanılan insanlar incitilmemeli, lekelenmemeli. Ön soruşturma asla bir güç gösterisine dönüştürülmemeli.
*
Herkesin ve özellikle tutuklu bulunan kuşkuluların iddianameleri makul sürede yazılmalıdır. Yazılmazsa ve hangi eylemlerden dolayı yargılandıklarını bilme haklarına saygı duyulmazsa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesine göre adil yargılanma hakkı çiğnenmiş olur.
*
Özel yaşamı ve konut dokunulmazlığını çiğneyen arama, mülkiyet hakkını örseleyen el koyma, birey özgürlüğünü ortadan kaldıran gözaltı, tutuklama gibi işlemler birer önlemdir. Kural gereği ’istisna’dır. Zorunlu olduğunda başvurması gereken ’son çare’dir, ’sıra dışı’dır. Öyleyse özenle kullanmak gerekir.
Dreyfus: Haksız suçlamaların simgesi
Yüzbaşı Alfred Dreyfus, Fransız Savaş Bakanlığı’nda çalışırken Almanlar için casusluk yapmakla suçlandı. Somut kanıt olmamasına karşın Savaş Konseyi, bir gizli dosyaya dayanıp 22 Aralık 1894’te Dreyfus’a ömür boyu sürgün ve rütbesinin geri alınması cezası verdi. Ünlü yazar Emile Zola, bir gazetede Dreyfus’u savunan, "İtham ediyorum" başlıklı yazısını kaleme aldı. Bu yazıyla başlayan mücadele sonunda Dreyfus’un suçsuz olduğu anlaşıldı, nişanı ve rütbesi geri verildi. Bu dava, tarihte haksız suçlamaların simgesi haline geldi. “
( TEMPO 24 )
Hukuk eğitimi almış bir yurttaş olarak Yargıtay Onursal Başkanı Sayın Sami Selçuk’un görüşlerine katıldığımı belirtmeliyim… Şimdi bu ünlü Dreyfus Davası’nın kısa bir özetini sizlere bir başka yazıdan alıntı yaparak aktarmak istiyorum…
“ 1894 güzünde Paris'teki Alman Askeri Ataşesi'nin çöp kutusunda Fransız ordusuna ait bilgiler içeren bir not bulunur. Yüzbaşı Dreyfus'un casus olduğu dedikodusu Genel Kurmay'dan basına sızdırılır. Irkçı gazete La Libre Parole Yahudi subay Dreyfus'un casuslukla suçlandığını duyurur. Ancak yazının Dreyfus'a ait olduğunun kanıtlanması kolay değildir.
Görevlendirilen bilirkişi, nottaki yazının kuşkulununkine hiç benzemediğini söyleyince, istenen yanıtı verecek yeni uzmanlar bulunur.
Önyargıyla hazırlatılan raporlara dayanılarak, Dreyfus'a karşı vatana ihanet suçlamasıyla dava açılır.
Bu raporların suçlunun cezasını çekmesine yetmeyeceğini düşünen İstihbarat Müdürü Albay Sandherr, Dreyfus'un suç dosyasını kabartmak için düzmece belgeler hazırlatır. Binbaşı Henry sanığın yazısını taklit eder; Binbaşı du Patty de Clam da bunları açıklayıcı bilgilerle donatır.
Savaş Bakanlığı bu dosyayı gizli damgasıyla askeri mahkemeye ulaştırır. Savcı, iddianameyi bazı varsayımlara dayandırır: "Dikkat çekecek kadar güçlü bir belleğe sahip olması", "fazla kültürlü olması", çok iyi Almanca bilmesi gibi özellikleri nedeniyle Dreyfus casusluk yapabilecek bir kişidir. Sanığın gittiği savlanan yerlerden getirilecek "olası tanıklar kuşkulu" kimselerdir'.
Dava sırasındaysa tanıklıklar ciddiyetten yoksun, hatta gülünç bir biçimde yapılır. Sanığın suçlu olduğunu adını vermediği "şerefli bir adamın" uyarılarından anlayan Henry, bu konuda ant içerken bir eliyle de İsa'nın resmini gösterir.
Kapalı oturumlarla sürdürülen hızlı bir yargılama sonunda, Dreyfus vatana ihanet suçundan mahkum olur. Yaşam boyu cezasını çekmek üzere Şeytan Adası'na yollanacaktır.
Ancak daha önce bir muhafız, halkın önünde, hainin üniformasındaki apoletleri, düğmeleri söker; kılıcını kırar. Halk, bu aşağılama törenini "Yahudiler'e ölüm", "haine ölüm", "kahrolsun Yuda" sloganları atarak izler. Dreyfus Şubat 1898'de Şeytan Adası'na gönderilmek üzere gemiye binerken de taşkınlıklar sürer.
Ailesi, basının kışkırttığı bu düşmanca ortamda Dreyfus'un suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Militan basından geri kalmamak için büyük gazeteler de kendilerini bu havaya kaptırırlar.
Bir subay hiçbir kanıt olmadan, ısmarlama bilirkişi raporları, varsayımlara dayanan bir iddianame, gülünç tanıklıklar ve sahte belgelerle vatana ihanet gibi ağır bir suçtan hüküm giymiştir. “
( Dreyfus Davası: Gerçek ve Adalet Savaşçısı Zola - Gül Tekay BAYSAN -Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi - Cilt: 19 / Sayı: 1/ ss. 181-195 )
Dava sürecini anlatan bu cümleler size de tanıdık geliyor mu ? Dreyfus Davası’nda gerçeğin ortaya çıkmasında büyük payı olan Fransız edebiyatının ünlü yazarı Emile ZOLA’nın bu katkılarını ve sonuçlarını gelecek hafta yazacağım.
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 13 MAYIS 09
1 yorum:
çok güzel bir konu paylaşımın için çok teşekkürler başarılar diliyorum
Yorum Gönder