KÖMÜR VE ÇARŞAF KARASI
Yerel seçimlere dört aydan az bir zaman kaldı… 29 Mart 09 tarihinde yapılacak yerel seçimler için partilerin seçim kampanyaları, seçmen tavlama çalışmaları sınır tanımıyor. Seçime sayılı günler kala partiler akıl almaz işlere imza atıyorlar. Bu akıl almaz işleri televizyon kanallarında canlı canlı izliyorsunuz…
Yıllardır alevileri yok sayan Tayyip Erdoğan’ın AKP’si ile Devlet Bahçeli’nin MHP’si bir “alevi açılımı” dır tutturdular ki sormayın… Bu iki parti şimdi alevilere nasıl yalakalık yapıyorlar izlerken ben utanıyorum. Tayyip Erdoğan alevilerin ünlü deyişi “gelin canlar bir olalım…” derken Devlet Bahçeli “ alevi kardeşlerim” nutukları atıyor…
Tamam insan bazı şeyleri unutur, unutmak zorunda ama yakın tarihte yaşadığımız, tanık olduğumuz bazı olaylar var ki doğrusu ben unutamıyorum. Bu partilerin hedefindeki aleviler unutur mu, unutmaz mı bilemem…
15 yıl önce Sivas’taki olaylar sırasında Madımak Oteli’nde 33 aydını kimler yaktı ? 30 yıl önce Kahramanmaraş’ta yaşanan ve aralarında çocukların da olduğu 105 kişinin hunharca öldürüldüğü katliamı kimler yaptı ?
Elbette bu katliamlardan bu iki partiyi ve liderini sorumlu tutamayız. Bu doğru olmaz. Ama bu katliamlara katılan bazı unsurların hangi siyasi partilerde siyaset yaptığını, bu katliamları düşünce düzeyinde bile olsa hoş görenlerin kimler olduğunu hafızasını kaybetmeyen herkes biliyor…
İşte bu nedenle ben kendi adıma bu iki partinin yani Tayyip Erdoğan’ın AKP’si ile Devlet Bahçeli’nin MHP’sinin “alevi açılımı” nı samimi bulmuyorum…
Aynı samimiyetsizlik Deniz Baykal’ın CHP’sinin “kara çarşaf açılımı”nda da söz konusu. Bir belde başkanlığını kazanmak için bir aday adayının kara çarşaflı aile efradına CHP’nin altı oklu rozetini takan Deniz Baykal’ın bu “ kara çarşaf açılımı “ nı medyada ve partide destekleyen çok sayıda yalaka var.
Sol ve sosyal demokrat değerlerden bütünüyle uzaklaştığı için işçilerden, köylülerden, emekçilerden umudu kesen ve üyesi olduğu Sosyalist Enternasyonal üyeliğinden atılma noktasına gelen Deniz Baykal’ın CHP’si geçen seçimlerde MHP ile milliyetçilik yarışına girmişti. Bu yetmedi şimdi AKP ile “kara çarşaf ve türban” yarışına giriyor. Yani Atatürk’ün CHP’si AKP’lileşerek seçim kazanacağını sanıyor…
29 Mart 09’da yapılacak yerel seçimleri kimin kazanacağı şimdiden belli… Ne “alevi açılımı”, ne “kara çarşaf açılımı”… Bu yerel seçimlerde sandıktan “kara kömür açılımı” çıkacaktır. AKP başta İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere tüm il ve ilçelerde Valilikler ve Kaymakamlıklar aracılığı ile yandaşlarına torba torba kara kömür dağıtıyor. Kömürü alan vatandaş açıktan söylüyor oyunun rengini. “Kömürü kim getirdiyse oyum ona” diyor vatandaş…
AKP seçim kazanmak için bu kömürleri kimin parası ile dağıtıyor ? Parti bütçesinden dağıtmadığı kesin. Belediyelerin ve Devletin bütçesinden dağıtıyor. Peki belediyelerin ve devletin bütçesi hangi paralardan oluşuyor ? İşçinin, köylünün, emeklinin, esnafın cebinden çıkan vergilerden oluşuyor. Yani o kömürlerin parası senin, benim, onun parası… Bizim paramızla alınan kömürler AKP seçim kazansın diye bu partinin yandaşlarına dağıtılıyor. İşin bu yanı ne demokratiktir, ne yasaldır, ne de ahlaklıdır. AKP benim paramla yandaşlarına kömür dağıtacak ve seçim kazanacak. Bunun adı da demokrasi olacak… Hadi yaa…
Bu kara kömürün bir de başka yönü var… Kara kömür bedava dağıtılırken doğal gaza yılbaşından bu yana yüzde 82 zam yapıldı. Yoldaki yüzde 18’lik yeni zamla bu oran yıl sonunda yüzde yüz olacak… Doğal gaza yüzde yüz zam… Kara kömür bedava…
Peki yıllardır bu devlet, bu belediyeler kentlerin havası kara kömür dumanı ile kirlenmesin diye bunca doğal gaz yatırımını niye yaptı ? Şimdi bunca kara kömür yanınca işin çevre sağlığı, hava sağlığı yönünde neler oluyor ? Doğal gazlar iptal ve kara kömüre devam…
AKP fakir vatandaşlara seçim yardımı yapmak istiyorsa kara kömür dağıtmak yerine neden doğal gaz zamlarını durdurmuyor ? Doğal gaz kullanan vatandaşın günahı ne ?
Diğer partiler “alevi açılımı”, “kara çarşaf açılımı” ile oyalanıp dursunlar doğal gaza yüzde yüz zam yapıp bedava kara kömür dağıtan AKP bu seçimleri kazanmaya daha yakındır. Bir de “kürt açılımı” ve kürt milliyetçiliği ile güney doğuda gerilimi tırmandırarak seçim kazanmak isteyen DTP var. Onların yolu da yol değil.
Kısacası yerel seçimler yaklaşırken siyasi partilerin “alevi açılımı”, “kara çarşaf açılımı”, “kürt açılımı” , “doğal gaza yüzde yüz zam, bedava kara kömür açılımı” gibi sahte açılımlarla Türkiye’nin bir yere varması mümkün değildir.
Bir de işin “ DEMOKRASİ VE TARİKATLAR” yönü var. Bu başlıkta yayınladığım yazı dizisinde anlatmaya çalıştığım gibi Türkiye’deki dini tarikatlar artık sadece siyasi partileri etkilemekle kalmıyor. Siyasi partilerimiz birer tarikat haline, parti liderleri şeyhlere, parti üyeleri ve seçmenleri de müritlere dönüşüyor. Dini tarikatların yerini siyasi tarikatlar alıyor. Asıl tehlike burada… ABD İstihbarat Örgütleri Konseyi 2025 yılında nasıl bir Türkiye hedeflediklerini geçen ay açıkladılar. Haberiniz var mı ?
Hafta sonunda Kurban Bayramı… Kurban derileri mücadelesinden THK çekildi sayılır. Bu bayram da da kurban derileri Deniz Feneri’ne ve tarikat Kur’an kurslarına gidecek… Bayramda televizyonlarımız kasapların elinden kaçan danaların ve koçların nasıl yakalanıp boğazlandığını gösterecek. Bir de yollarda trafiğe kurban gidecek vatandaşlarımızı… Ama karamsar olmayın…
Televizyonlarda bayram türküleri ve oyun havaları da var. Vur patlasın, çal oynasın… Bayramınız kutlu olsun !
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 03 ARALIK 08
28 Kasım 2008 Cuma
24 Kasım 2008 Pazartesi
KURBANLIK KOÇ VE KURBAĞA
KURBANLIK KOÇ VE KURBAĞA
Yazının başlığını ben de sevmedim ama yazıyı okuyunca niye bu başlığı kullandığımı anlayacaksınız.
Bu sütunlarda 15 Ekim 08 tarihli “KAPİTALİZMİN KÜRESEL KRİZİ” başlıklı yazımda dünyayı etkisi altına alan bu krizden Türkiye’nin etkilenmeyeceğini söyleyen Başbakanımızın bu davranışını şöyle açıklamıştık…
“Bizim Kasımpaşalı Başbakanımız her şeye ve herkese kızdığı gibi bu kez de “Bu küresel krizden Türkiye de etkilenecek.” diyenlere kızıyor… Ve de ekliyor : "Kimse merak etmesin, evvel Allah bize bir şey olmaz..." Dünyaya ve krizine meydan okuyan Kasımpaşalı Başbakan neye güveniyor acaba ? Herhalde Türkiye de bol miktarda bulunan Şeyhlerin mucizelerine güveniyor gibi geliyor bana.”
Aynı yazımda IMF’ye de bir paragraf açmış ve şöyle yazmıştım…
“Dönelim kapitalizmin şu küresel krizine. Devletler, liderler krizden kurtulmak için uğraşıyor. Batan şirketlere, bankalara destek paketleri hazırlıyorlar. Olmadı zordaki bankalara devletler el koyuyor… Sahi bu arada bir IMF vardı. Türkiye’ye 01 krizinde acı reçetelerle kriz önlemeye çalışan…Kurallarını Türkiye’nin liderlerine dikte ettiren. O IMF’nin bu krizde hiç sesi çıkmıyor… Neden acaba ? Bizim devlet bankalarını kapattıran, devlet bankacılık yapamaz diyen IMF özel bankaları devletleştiren ABD’ye ve AB ülkelerine niye karşı çıkmıyor dersiniz ? “
Kapitalizmin küresel krizi büyüdü ve dünyayı sarsmaya devam ediyor…Her ülke kendi koşullarına göre önlemler almaya çalışıyor. Bizde ise ekonomiyi yönlendirecek siyasi kadrolar olmadığı için ve de sermaye kesiminin siyasilere güveni olmadığı için hep dışarıdan bir kurtarıcı arayışına girişilir. 01 krizinde olduğu gibi gözler yine IMF’ye çevrildi… IMF en önemli müşterisi olan Türkiye’yi bir kere daha kurtarır mıydı ? Bize bir Kemal Derviş daha gönderir miydi ? Sermaye çevreleri yani TÜSİAD, TOBB, TİSK gibi kuruluşlar bir araya gelip “krizden nasıl çıkarız ?” ı konuştular. Sonuçta IMF’yle anlaşması için Hükümete baskı yapmaya başladılar…
Sonra ne oldu ? Bizim Kasımpaşalı Başbakanımız kurbanlık koçlar gibi direndi bu isteğe… Ekim ayının sonunda siyasi literatüre bir söz daha kattı… “IMF’nin ümüğümüzü sıkmasına izin vermeyiz”
Sonuç mu ? Bizim kurbanlık koçumuz ulusal ekonominin kasabı IMF’yle anlaştı. Kasap IMF sadece ümük sıkmakla kalmayacak o ümüğü tümden kesecek ve derimizi bile yüzecektir. Bilirsiniz kurbanlık koçlar başları kesildikten sonra bile birkaç defa daha diklenir ama sonra ölüme teslim olur… Allah kurbanınızı kabul etsin…
Yazının başlığında “KURBANLIK KOÇ” ile bunu anlatmaya çalıştım. Gelelim “KURBAĞA” ya… Bu geçen haftalarda internette çok dolaşan bir fıkra…
Ayran ve kaymak
İki arkadaş bir köşede oturmuş konuşuyorlarmış; biri diğerine :
- IMF hakkında ne düşünüyorsun?
- Bir fıkra ile anlatsam, olur mu?
- Olur.
- Bir gün iki tane kurbağa ayran bakracına düşmüş. Çırpınmaya başlamışlar.
Bir tanesi bir süre çırpındıktan sonra kurtuluş olmayacağını
anlayıp, kendini salıvermiş. Boğulup gitmiş.Diğeri ise
çırpınmaya devam etmiş.
Çırpındıkça, ayranın yaği üstte birikmeye başlamış.
Kurbağa, üzerine oturabileceği kadar yağ birikince, çıkıp yağın üzerine oturmuş.
- Kurtulmuş mu?
- Hayır. Aksine o zaman yanmış...
Ayran sahibi kurbağayı diğer bakraca atmış. Kurbağa çırpındıkça ayranın üzerinde yağ tabakası oluşuyormuş. Kurbağa tam kurtulduğunu zannederken, ayran sahibi, biriken yağları toplayıp kurbağayı diğer bakraca atıyormuş.Bu böylece sürüp gitmiş.
- Eeee?
- Ee si şu. Biz çırpındıkça, IMF, 'sizi kurtarıyorum' diye bizi alıyor
diğer bakraca atıyor. Ve biriken yağları topluyor.
Hepsi bu kadar.
Kapitalizmin küresel ekonomik krizi sermayedarlar için bankaların ve şirketlerin iflası, fabrikaların kapanması, üretimin durması, karların azalmasıdır. İşçiler içinse işsizlik demektir. İşsizlik ise açlık… Aç insanların ise neler yapabileceğini bir düşünün. Karl Marx bu gerçeği 130 yıl önce söylemişti… Onun için şimdilerde başta ABD olmak üzere dünyanın bir çok yerinde ekonomistler Karl Marx okumaya başladılar… Bizim koçlar ve kurbağalar da okur mu acaba ?
Bu arada yerel seçimler öncesi CHP’nin çarşaf operasyonunu ve bu konudaki tartışmaları izlemeye devam ediyoruz… Bir de ABD İstihbarat Konseyi’nin 17 yıl sonra yani 25 yılında Türkiye için senaryolarını…
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 26 KASIM 08
Yazının başlığını ben de sevmedim ama yazıyı okuyunca niye bu başlığı kullandığımı anlayacaksınız.
Bu sütunlarda 15 Ekim 08 tarihli “KAPİTALİZMİN KÜRESEL KRİZİ” başlıklı yazımda dünyayı etkisi altına alan bu krizden Türkiye’nin etkilenmeyeceğini söyleyen Başbakanımızın bu davranışını şöyle açıklamıştık…
“Bizim Kasımpaşalı Başbakanımız her şeye ve herkese kızdığı gibi bu kez de “Bu küresel krizden Türkiye de etkilenecek.” diyenlere kızıyor… Ve de ekliyor : "Kimse merak etmesin, evvel Allah bize bir şey olmaz..." Dünyaya ve krizine meydan okuyan Kasımpaşalı Başbakan neye güveniyor acaba ? Herhalde Türkiye de bol miktarda bulunan Şeyhlerin mucizelerine güveniyor gibi geliyor bana.”
Aynı yazımda IMF’ye de bir paragraf açmış ve şöyle yazmıştım…
“Dönelim kapitalizmin şu küresel krizine. Devletler, liderler krizden kurtulmak için uğraşıyor. Batan şirketlere, bankalara destek paketleri hazırlıyorlar. Olmadı zordaki bankalara devletler el koyuyor… Sahi bu arada bir IMF vardı. Türkiye’ye 01 krizinde acı reçetelerle kriz önlemeye çalışan…Kurallarını Türkiye’nin liderlerine dikte ettiren. O IMF’nin bu krizde hiç sesi çıkmıyor… Neden acaba ? Bizim devlet bankalarını kapattıran, devlet bankacılık yapamaz diyen IMF özel bankaları devletleştiren ABD’ye ve AB ülkelerine niye karşı çıkmıyor dersiniz ? “
Kapitalizmin küresel krizi büyüdü ve dünyayı sarsmaya devam ediyor…Her ülke kendi koşullarına göre önlemler almaya çalışıyor. Bizde ise ekonomiyi yönlendirecek siyasi kadrolar olmadığı için ve de sermaye kesiminin siyasilere güveni olmadığı için hep dışarıdan bir kurtarıcı arayışına girişilir. 01 krizinde olduğu gibi gözler yine IMF’ye çevrildi… IMF en önemli müşterisi olan Türkiye’yi bir kere daha kurtarır mıydı ? Bize bir Kemal Derviş daha gönderir miydi ? Sermaye çevreleri yani TÜSİAD, TOBB, TİSK gibi kuruluşlar bir araya gelip “krizden nasıl çıkarız ?” ı konuştular. Sonuçta IMF’yle anlaşması için Hükümete baskı yapmaya başladılar…
Sonra ne oldu ? Bizim Kasımpaşalı Başbakanımız kurbanlık koçlar gibi direndi bu isteğe… Ekim ayının sonunda siyasi literatüre bir söz daha kattı… “IMF’nin ümüğümüzü sıkmasına izin vermeyiz”
Sonuç mu ? Bizim kurbanlık koçumuz ulusal ekonominin kasabı IMF’yle anlaştı. Kasap IMF sadece ümük sıkmakla kalmayacak o ümüğü tümden kesecek ve derimizi bile yüzecektir. Bilirsiniz kurbanlık koçlar başları kesildikten sonra bile birkaç defa daha diklenir ama sonra ölüme teslim olur… Allah kurbanınızı kabul etsin…
Yazının başlığında “KURBANLIK KOÇ” ile bunu anlatmaya çalıştım. Gelelim “KURBAĞA” ya… Bu geçen haftalarda internette çok dolaşan bir fıkra…
Ayran ve kaymak
İki arkadaş bir köşede oturmuş konuşuyorlarmış; biri diğerine :
- IMF hakkında ne düşünüyorsun?
- Bir fıkra ile anlatsam, olur mu?
- Olur.
- Bir gün iki tane kurbağa ayran bakracına düşmüş. Çırpınmaya başlamışlar.
Bir tanesi bir süre çırpındıktan sonra kurtuluş olmayacağını
anlayıp, kendini salıvermiş. Boğulup gitmiş.Diğeri ise
çırpınmaya devam etmiş.
Çırpındıkça, ayranın yaği üstte birikmeye başlamış.
Kurbağa, üzerine oturabileceği kadar yağ birikince, çıkıp yağın üzerine oturmuş.
- Kurtulmuş mu?
- Hayır. Aksine o zaman yanmış...
Ayran sahibi kurbağayı diğer bakraca atmış. Kurbağa çırpındıkça ayranın üzerinde yağ tabakası oluşuyormuş. Kurbağa tam kurtulduğunu zannederken, ayran sahibi, biriken yağları toplayıp kurbağayı diğer bakraca atıyormuş.Bu böylece sürüp gitmiş.
- Eeee?
- Ee si şu. Biz çırpındıkça, IMF, 'sizi kurtarıyorum' diye bizi alıyor
diğer bakraca atıyor. Ve biriken yağları topluyor.
Hepsi bu kadar.
Kapitalizmin küresel ekonomik krizi sermayedarlar için bankaların ve şirketlerin iflası, fabrikaların kapanması, üretimin durması, karların azalmasıdır. İşçiler içinse işsizlik demektir. İşsizlik ise açlık… Aç insanların ise neler yapabileceğini bir düşünün. Karl Marx bu gerçeği 130 yıl önce söylemişti… Onun için şimdilerde başta ABD olmak üzere dünyanın bir çok yerinde ekonomistler Karl Marx okumaya başladılar… Bizim koçlar ve kurbağalar da okur mu acaba ?
Bu arada yerel seçimler öncesi CHP’nin çarşaf operasyonunu ve bu konudaki tartışmaları izlemeye devam ediyoruz… Bir de ABD İstihbarat Konseyi’nin 17 yıl sonra yani 25 yılında Türkiye için senaryolarını…
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 26 KASIM 08
16 Kasım 2008 Pazar
İZNİK VE AYASOFYA " Sorumlu Kim ? "
İZNİK VE AYASOFYA
“ Sorumlu Kim ? “
Türk toplumunda “hemşehrilik” duygusu çok yoğun yaşanır. Dünyanın en uzak yerlerinde bile iki Türk karşılaştığı zaman birbirlerine sordukları ilk soru “Nerelisin ?” dir.
İnsanların kendilerini bir kente ait saymaları ve o kenti sahiplenmeleri güzeldir. Bu sahiplenmeyi bilinçle, bilgiyle birleştirip “kentlilik bilinci” ni geliştirmeleri ise daha güzeldir. Bir kente sadece hemşerilik duygusuyla bağlanmak yeterli değildir. Önemli olan kentlilik bilinci ile o kentin sorunlarına da sahip çıkmak gerekir.
Çocukluğumu geçirdiğim, baba ocağımın, annemin ve babamın mezarlarının bulunduğu İznik bu nedenle benim kentimdir. Kentlilik bilincimle İznik’te olup biteni izler, sorunlarının çözümü için elimden gelen katkıyı yapmaya çalışırım.
Beni İznik’in doğası, gölü, tarihi eserleri çok ilgilendirir. İznik’te bir ağacın dalı kurusa, tarihi eserlerinden bir taş eksilse benim yüreğim kanar. Bu kentlilik bilincimin, İznik sevgimin doğal sonucudur. İznik’te gördüğüm olumsuzlukları yazı ve fotoğraf ile saptar, yerel basın aracılığı ile ilgililere duyurmaya çalışırım. Bu nedenle de yaklaşık 22 yıldır bu gazetede yazılar yazarım…
Geçen hafta İznik Gölü’nün durumundan söz ettim. Bu hafta ise Ayasofya’daki restorasyon rezaletini bir kere daha yazacağım. Bir kere daha diyorum. Çünkü bu restorasyon başlamadan önce de burada yazılar yazdım ve ilgilileri uyardım.
İznik’teki Ayasofya’nın değerini İznik’in yerel yönetimi, Bursa’nın bölge yönetimi ve bu eserden sorumlu Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden başka tüm dünya biliyor. İznik’e gelen turistlerin yüzde doksanı bu eseri görmek için geliyor… Bunun böyle olduğunu İznik esnafı da son iki yılda anladı.
İznik için bu kadar önemli bu tarihi eserimiz iki yıldır kapalı. İçine girmek resmen yasak… Burada restorasyon olduğunu bilmeden gelen turistler bu eseri göremeden geri dönüyor. Bırakın turistleri İznik Ayasofya’ya iki yıldır ne yerel ve ulusal basın, ne de ilgililer girebiliyor… İznik yerel yönetimi ve Bursa Bölge yönetimi ise sadece seyrediyor.
İznik Ayasofya’daki restorasyon rezaleti yerel basının birkaç haberinden sonra Eylül ayında ulusal basına da yansıdı. Kanal D ve Milliyet bu rezaleti haber yaptı.
Ben ise bu gazetede İznik Ayasofya’da restorasyon başlamadan önce 17 Şubat 07’de “ACEMİ BERBER FIKRASI ve RESTORASYON REZALETİ !” başlıklı yazımda bugün olanları iki yıl önceden gördüm ve yazdım… O yazımda Aydın’ın Didim ilçesindeki bir kilisenin restorasyon adı altında nasıl tahrip edildiğini anımsattıktan sonra sözü İznik Ayasofya’ya getirdim ve bir fıkra ile de olacakları anlatmaya çalıştım…
İşte 14 Şubat 07 tarihinde DOĞUŞ’ta yazdıklarım :
“İznik’te de bazılarının alkışlarla karşıladığı tam bir restorasyon seferberliği yaşanıyor. Bu restorasyonların bilimsel kurallara ve yasalara uygun olarak yetkililerin denetiminde yapılmasına elbette hiçbir itirazımız olamaz.Yapanları biz de alkışlarız…
Ancak önceki uygulamaları, Şeyh Kudbeddin Camii, Kırgızlar Türbesi örneklerini gördükten sonra doğrusu yetkisiz , bilgisiz, kural tanımaz kişiler ve şirketler tarafından yapılacak bu restorasyonlara kuşkuyla yaklaşıyoruz…
Yerel basından öğrendiğimize göre İznik’in en önemli tarihi eseri bir dünya mirası olan 1300 yıllık Ayasofya’nın restorasyonu da İznik Köylere Hizmet Birliği tarafından yaptırılacakmış… Bu ülkede Vakıflar Genel Müdürlüğü ne iş yapıyorsa…
Didim’de 200 yıllık kiliseyi restorasyon adına tahrip edenler gibi umarım İznik’in Ayasofya’sını da tahrip etmezler ve benzer haberler okumayız. Ben şimdiden uyarayım dedim. Eğer bu restorasyon işi yetkililerin kontrolünde ehil insanlar tarafından yapılmayacaksa, sırf birilerine iş çıksın, para kazansınlar diye yapılacaksa,tarihi eserimiz tahrip edilecekse hiç yapılmasın daha iyi…
Acemi berberler son sözüm size…BIRAKIN DAĞINIK KALSIN !... “
Uyarılarım bu yazı ile sınırlı kalmadı…
5 Aralık 07’de yazdığım yazımda :
“ Bu arada yerel ve bölge basınında Ayasofya Müzesi’nin restorasyon ihalesinin yapıldığını, restorasyonun yakında başlayacağını okuyorum.
Restorasyon adı altında Kırgızlar Türbesi’nin mezarlarını yok edenlere hiç güvenim yok. İznik’in en eski tarihi eseri Ayasofya Müzesi’ni de restorasyon adı altında,1700 yıllık mozaik ve freskleri tahrip ederek, burayı da camiye çevirmelerinden kuşku duyarım.”
26 Aralık 07 tarihli yazımda şu satırları yazdım.
“Ayasofya’nın restorasyonundaki ilk göze çarpan olumsuzluk ise yapının önüne ve cadde tarafına çekilen çirkin perde. Binanın önünü kapatan bu çirkin perde nedense arkasına çekilmemiş…Yani yarısı perdeli yarısı perdesiz.Aslında hiç olmasa daha iyi olacak…
İzniklilerin bu Ayasofya restorasyonunu dikkatle izlemelerini öneririm. Bakalım yarım perdenin arkasından ne çıkacak ?”
Atalarımız boşuna dememiş… “Söz uçar, yazı kalır…”
Peki İznik Ayasofya’daki bu restorasyon rezaletinin sorumlusu kim ? Yoksa burası Türkiye… Sorumluluk da neymiş ? Yapanın yanına kar kalır mı diyorsunuz… Her demokratik ülkede bu rezaletin hesabı sorulur. Sorumlular yargı önünde hesap verir.
Bizde ise sorumlular hesap vermek bir yana şov yapmaya devam ediyorlar…
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Bursa Anıtlar Kurulu üyeleri İznik Ayasofya’daki restorasyon rezaleti sizin gözlerinizin önünde yaşandı, yaşanıyor… Siz hiçbir şey görmediniz mi, duymadınız mı ? Kim bu projeye ne aşamada olursa olsun imza attıysa bu rezaletten onlar sorumludur.
Peki kamu adına bu rezaletin ve sorumluluğun hesabını kim soracak ? Bu sorunun yanıtını da ben vereceksem siz o koltukta niye oturuyorsunuz ?
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 19 KASIM 08
“ Sorumlu Kim ? “
Türk toplumunda “hemşehrilik” duygusu çok yoğun yaşanır. Dünyanın en uzak yerlerinde bile iki Türk karşılaştığı zaman birbirlerine sordukları ilk soru “Nerelisin ?” dir.
İnsanların kendilerini bir kente ait saymaları ve o kenti sahiplenmeleri güzeldir. Bu sahiplenmeyi bilinçle, bilgiyle birleştirip “kentlilik bilinci” ni geliştirmeleri ise daha güzeldir. Bir kente sadece hemşerilik duygusuyla bağlanmak yeterli değildir. Önemli olan kentlilik bilinci ile o kentin sorunlarına da sahip çıkmak gerekir.
Çocukluğumu geçirdiğim, baba ocağımın, annemin ve babamın mezarlarının bulunduğu İznik bu nedenle benim kentimdir. Kentlilik bilincimle İznik’te olup biteni izler, sorunlarının çözümü için elimden gelen katkıyı yapmaya çalışırım.
Beni İznik’in doğası, gölü, tarihi eserleri çok ilgilendirir. İznik’te bir ağacın dalı kurusa, tarihi eserlerinden bir taş eksilse benim yüreğim kanar. Bu kentlilik bilincimin, İznik sevgimin doğal sonucudur. İznik’te gördüğüm olumsuzlukları yazı ve fotoğraf ile saptar, yerel basın aracılığı ile ilgililere duyurmaya çalışırım. Bu nedenle de yaklaşık 22 yıldır bu gazetede yazılar yazarım…
Geçen hafta İznik Gölü’nün durumundan söz ettim. Bu hafta ise Ayasofya’daki restorasyon rezaletini bir kere daha yazacağım. Bir kere daha diyorum. Çünkü bu restorasyon başlamadan önce de burada yazılar yazdım ve ilgilileri uyardım.
İznik’teki Ayasofya’nın değerini İznik’in yerel yönetimi, Bursa’nın bölge yönetimi ve bu eserden sorumlu Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden başka tüm dünya biliyor. İznik’e gelen turistlerin yüzde doksanı bu eseri görmek için geliyor… Bunun böyle olduğunu İznik esnafı da son iki yılda anladı.
İznik için bu kadar önemli bu tarihi eserimiz iki yıldır kapalı. İçine girmek resmen yasak… Burada restorasyon olduğunu bilmeden gelen turistler bu eseri göremeden geri dönüyor. Bırakın turistleri İznik Ayasofya’ya iki yıldır ne yerel ve ulusal basın, ne de ilgililer girebiliyor… İznik yerel yönetimi ve Bursa Bölge yönetimi ise sadece seyrediyor.
İznik Ayasofya’daki restorasyon rezaleti yerel basının birkaç haberinden sonra Eylül ayında ulusal basına da yansıdı. Kanal D ve Milliyet bu rezaleti haber yaptı.
Ben ise bu gazetede İznik Ayasofya’da restorasyon başlamadan önce 17 Şubat 07’de “ACEMİ BERBER FIKRASI ve RESTORASYON REZALETİ !” başlıklı yazımda bugün olanları iki yıl önceden gördüm ve yazdım… O yazımda Aydın’ın Didim ilçesindeki bir kilisenin restorasyon adı altında nasıl tahrip edildiğini anımsattıktan sonra sözü İznik Ayasofya’ya getirdim ve bir fıkra ile de olacakları anlatmaya çalıştım…
İşte 14 Şubat 07 tarihinde DOĞUŞ’ta yazdıklarım :
“İznik’te de bazılarının alkışlarla karşıladığı tam bir restorasyon seferberliği yaşanıyor. Bu restorasyonların bilimsel kurallara ve yasalara uygun olarak yetkililerin denetiminde yapılmasına elbette hiçbir itirazımız olamaz.Yapanları biz de alkışlarız…
Ancak önceki uygulamaları, Şeyh Kudbeddin Camii, Kırgızlar Türbesi örneklerini gördükten sonra doğrusu yetkisiz , bilgisiz, kural tanımaz kişiler ve şirketler tarafından yapılacak bu restorasyonlara kuşkuyla yaklaşıyoruz…
Yerel basından öğrendiğimize göre İznik’in en önemli tarihi eseri bir dünya mirası olan 1300 yıllık Ayasofya’nın restorasyonu da İznik Köylere Hizmet Birliği tarafından yaptırılacakmış… Bu ülkede Vakıflar Genel Müdürlüğü ne iş yapıyorsa…
Didim’de 200 yıllık kiliseyi restorasyon adına tahrip edenler gibi umarım İznik’in Ayasofya’sını da tahrip etmezler ve benzer haberler okumayız. Ben şimdiden uyarayım dedim. Eğer bu restorasyon işi yetkililerin kontrolünde ehil insanlar tarafından yapılmayacaksa, sırf birilerine iş çıksın, para kazansınlar diye yapılacaksa,tarihi eserimiz tahrip edilecekse hiç yapılmasın daha iyi…
Acemi berberler son sözüm size…BIRAKIN DAĞINIK KALSIN !... “
Uyarılarım bu yazı ile sınırlı kalmadı…
5 Aralık 07’de yazdığım yazımda :
“ Bu arada yerel ve bölge basınında Ayasofya Müzesi’nin restorasyon ihalesinin yapıldığını, restorasyonun yakında başlayacağını okuyorum.
Restorasyon adı altında Kırgızlar Türbesi’nin mezarlarını yok edenlere hiç güvenim yok. İznik’in en eski tarihi eseri Ayasofya Müzesi’ni de restorasyon adı altında,1700 yıllık mozaik ve freskleri tahrip ederek, burayı da camiye çevirmelerinden kuşku duyarım.”
26 Aralık 07 tarihli yazımda şu satırları yazdım.
“Ayasofya’nın restorasyonundaki ilk göze çarpan olumsuzluk ise yapının önüne ve cadde tarafına çekilen çirkin perde. Binanın önünü kapatan bu çirkin perde nedense arkasına çekilmemiş…Yani yarısı perdeli yarısı perdesiz.Aslında hiç olmasa daha iyi olacak…
İzniklilerin bu Ayasofya restorasyonunu dikkatle izlemelerini öneririm. Bakalım yarım perdenin arkasından ne çıkacak ?”
Atalarımız boşuna dememiş… “Söz uçar, yazı kalır…”
Peki İznik Ayasofya’daki bu restorasyon rezaletinin sorumlusu kim ? Yoksa burası Türkiye… Sorumluluk da neymiş ? Yapanın yanına kar kalır mı diyorsunuz… Her demokratik ülkede bu rezaletin hesabı sorulur. Sorumlular yargı önünde hesap verir.
Bizde ise sorumlular hesap vermek bir yana şov yapmaya devam ediyorlar…
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Bursa Anıtlar Kurulu üyeleri İznik Ayasofya’daki restorasyon rezaleti sizin gözlerinizin önünde yaşandı, yaşanıyor… Siz hiçbir şey görmediniz mi, duymadınız mı ? Kim bu projeye ne aşamada olursa olsun imza attıysa bu rezaletten onlar sorumludur.
Peki kamu adına bu rezaletin ve sorumluluğun hesabını kim soracak ? Bu sorunun yanıtını da ben vereceksem siz o koltukta niye oturuyorsunuz ?
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 19 KASIM 08
8 Kasım 2008 Cumartesi
İZNİK VE GOLF
İZNİK VE GOLF
Uzunca zamandır İznik’te yaşamadığım için bilinçli olarak İznik’le ilgili yazı yazmamaya özen gösteriyorum. Ancak bir İznikli olarak İznik’te neler olup bittiğini çeşitli kanallardan izliyorum.
Geçen hafta üç gün İznik’te idim. Kasabamla ve dostlarımla hasret giderdim. İznik’teki doğa ve tarih tahribatını bir kere daha gördüm ve kahroldum… Yazılarımı internetten izleyen okurlarımın, dostlarımın hoşgörüsüne sığınarak bu hafta ve birkaç hafta daha İznik yazacağım.
Önce doğa tahribatından, İznik Gölü’nden söz edeyim.
İznik’e adım atar atmaz her zaman yaptığım gibi fotoğraf makinemi kaptım ve göl kenarına gün batımı fotoğrafları çekmeye koştum. Balıkçı barınağının olduğu yerde göldeki su çekilmesini görünce çok şaşırdım. Doğrusu bu kadarını beklemiyordum…
Küresel ısınma, kuraklık benim yabancısı olmadığım çevre sorunları… İki hafta önce KKTC’nin Girne kentinde VIII. Ulusal Ekoloji ve Çevre Kongresi’ndeydim. Yolculuğum sırasında uçaktan çölleşen Türkiye’nin ve Kıbrıs’ın fotoğraflarını çektim.
İnsanoğlu ölümü bilir, tanır. Her ölüme üzülür ama kendi yakınlarının ölümü insanı daha çok sarsar. Benimki de öyle oldu. Genel olarak güzel yurdumun göllerinin, nehirlerinin kurumasına üzülüyorum ama İznik Gölü’nün ölümü beni ayrı kahretti… Çünkü çocukluğum, gençliğim bu gölde geçti. Ne güzel fotoğraflarını çektim. Fotoğraf dostlarımla gururla paylaştım. İlk akşam fotoğraf çekemeden döndüm.
Balıkçı barınağından Darka yönüne yürümek, sazlıklardaki mekelerin, balıkçılların fotoğraflarını çekmek istedim ama hevesim kursağımda kaldı. Gölde küresel ısınmanın, kuraklığın tahribatı yetmiyormuş gibi gölümüzün bir düşmanı daha varmış meğer… İznik’in yerel yönetimi…
Bu alandaki tüm sazlıkları kesmişler, göl kuşlarının yuvalarını yıkmışlar…Halkın piknik alanını da tel örgüyle çevirmişler… Birilerine golf sahası yapmak için ihale ile kiraya vermişler… Olacak şey değil.
İznik Gölü kenarında halkın en çok kullandığı alanlarda 5 yıldır 5 kuruşluk yatırım yapmayan İznik Belediyesi gölün en güzel yerine golf sahası yaptıracakmış…
Buradan bir soru soruyorum. İznik’te kaç kişi golf oynuyor Allah aşkına ? Bırakın İznik’i Türkiye’de kaç kişi golf oynuyor ? İznik’in bütün sorunlarını çözdünüz de bir golf sahası mı eksik kaldı ?
Beş yıldır İznik’te söz verdiği hiçbir işi gerçekleştiremeyen, İznik tarihinin en beceriksiz Belediye yönetimi İznik halkına golf sahası yapıyor… Artık İznik’e ne çok turist gelir, İznik’ten ne golf şampiyonları yetişir kim bilir…
Gelecek yıl Mart ayında yerel seçimler yapılacak… Bütün yurtta siyaset kazanı kaynıyor. Anladığım kadarıyla AKP’nin önümüzdeki yerel seçimde de adayı golf şampiyonu Kadri Eryılmaz…Karşısına yine CHP’den seçim kaybetme şampiyonu Erdoğan Savaş çıkacak… Diğer partiler ise geçen seçimden beri uykudalar…Vah İznik’im vah…
İleriki haftalarda hem bu yerel seçim konusuna hem de Ayasofya’nın restorasyonunda yaşanan rezalete değineceğim…
Bu arada iki hafta önce sözünü ettiğim Müşküleli Fevzi KAVUK’un yaşamının anlatıldığı “Çınarlı Köyün Muhtarı” kitabını okumayı bitirdim. Şimdi İznikli tarihçi araştırmacı dostum Recep BOZKURT’un İznik Mavi Çini yayını olarak çıkan “İZNİK Dün-Bugün-Yarın 1” kitabını okuyorum. Bir fırsatını bulduğumda bu iki kitapla ilgili de yazmak istiyorum.
Atatürk’ün aramızdan ayrılmasının üzerinden tam 70 yıl geçti. Ama Türkiye bu günlerde Atatürk’ü değil “Mustafa” yı tartışıyor… Bu cümleden sonra 70’li yıllarda çok anlatılan bir Lenin fıkrası aklıma geliyor… Mustafa filmini görünce bu konuda yazarken bu fıkrayı da anlatırım…
Gördüğünüz gibi ne kadar çok yazılacak konu var…
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 12 KASIM 08
Uzunca zamandır İznik’te yaşamadığım için bilinçli olarak İznik’le ilgili yazı yazmamaya özen gösteriyorum. Ancak bir İznikli olarak İznik’te neler olup bittiğini çeşitli kanallardan izliyorum.
Geçen hafta üç gün İznik’te idim. Kasabamla ve dostlarımla hasret giderdim. İznik’teki doğa ve tarih tahribatını bir kere daha gördüm ve kahroldum… Yazılarımı internetten izleyen okurlarımın, dostlarımın hoşgörüsüne sığınarak bu hafta ve birkaç hafta daha İznik yazacağım.
Önce doğa tahribatından, İznik Gölü’nden söz edeyim.
İznik’e adım atar atmaz her zaman yaptığım gibi fotoğraf makinemi kaptım ve göl kenarına gün batımı fotoğrafları çekmeye koştum. Balıkçı barınağının olduğu yerde göldeki su çekilmesini görünce çok şaşırdım. Doğrusu bu kadarını beklemiyordum…
Küresel ısınma, kuraklık benim yabancısı olmadığım çevre sorunları… İki hafta önce KKTC’nin Girne kentinde VIII. Ulusal Ekoloji ve Çevre Kongresi’ndeydim. Yolculuğum sırasında uçaktan çölleşen Türkiye’nin ve Kıbrıs’ın fotoğraflarını çektim.
İnsanoğlu ölümü bilir, tanır. Her ölüme üzülür ama kendi yakınlarının ölümü insanı daha çok sarsar. Benimki de öyle oldu. Genel olarak güzel yurdumun göllerinin, nehirlerinin kurumasına üzülüyorum ama İznik Gölü’nün ölümü beni ayrı kahretti… Çünkü çocukluğum, gençliğim bu gölde geçti. Ne güzel fotoğraflarını çektim. Fotoğraf dostlarımla gururla paylaştım. İlk akşam fotoğraf çekemeden döndüm.
Balıkçı barınağından Darka yönüne yürümek, sazlıklardaki mekelerin, balıkçılların fotoğraflarını çekmek istedim ama hevesim kursağımda kaldı. Gölde küresel ısınmanın, kuraklığın tahribatı yetmiyormuş gibi gölümüzün bir düşmanı daha varmış meğer… İznik’in yerel yönetimi…
Bu alandaki tüm sazlıkları kesmişler, göl kuşlarının yuvalarını yıkmışlar…Halkın piknik alanını da tel örgüyle çevirmişler… Birilerine golf sahası yapmak için ihale ile kiraya vermişler… Olacak şey değil.
İznik Gölü kenarında halkın en çok kullandığı alanlarda 5 yıldır 5 kuruşluk yatırım yapmayan İznik Belediyesi gölün en güzel yerine golf sahası yaptıracakmış…
Buradan bir soru soruyorum. İznik’te kaç kişi golf oynuyor Allah aşkına ? Bırakın İznik’i Türkiye’de kaç kişi golf oynuyor ? İznik’in bütün sorunlarını çözdünüz de bir golf sahası mı eksik kaldı ?
Beş yıldır İznik’te söz verdiği hiçbir işi gerçekleştiremeyen, İznik tarihinin en beceriksiz Belediye yönetimi İznik halkına golf sahası yapıyor… Artık İznik’e ne çok turist gelir, İznik’ten ne golf şampiyonları yetişir kim bilir…
Gelecek yıl Mart ayında yerel seçimler yapılacak… Bütün yurtta siyaset kazanı kaynıyor. Anladığım kadarıyla AKP’nin önümüzdeki yerel seçimde de adayı golf şampiyonu Kadri Eryılmaz…Karşısına yine CHP’den seçim kaybetme şampiyonu Erdoğan Savaş çıkacak… Diğer partiler ise geçen seçimden beri uykudalar…Vah İznik’im vah…
İleriki haftalarda hem bu yerel seçim konusuna hem de Ayasofya’nın restorasyonunda yaşanan rezalete değineceğim…
Bu arada iki hafta önce sözünü ettiğim Müşküleli Fevzi KAVUK’un yaşamının anlatıldığı “Çınarlı Köyün Muhtarı” kitabını okumayı bitirdim. Şimdi İznikli tarihçi araştırmacı dostum Recep BOZKURT’un İznik Mavi Çini yayını olarak çıkan “İZNİK Dün-Bugün-Yarın 1” kitabını okuyorum. Bir fırsatını bulduğumda bu iki kitapla ilgili de yazmak istiyorum.
Atatürk’ün aramızdan ayrılmasının üzerinden tam 70 yıl geçti. Ama Türkiye bu günlerde Atatürk’ü değil “Mustafa” yı tartışıyor… Bu cümleden sonra 70’li yıllarda çok anlatılan bir Lenin fıkrası aklıma geliyor… Mustafa filmini görünce bu konuda yazarken bu fıkrayı da anlatırım…
Gördüğünüz gibi ne kadar çok yazılacak konu var…
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 12 KASIM 08
3 Kasım 2008 Pazartesi
Ölümünden bir yıl sonra ERDAL İNÖNÜ
*
*
Ölümünden bir yıl sonra ERDAL İNÖNÜ
Geçen yıl bugün yani 5 Kasım 07 tarihli DOĞUŞ’ taki yazımın başlığı “ERDAL İNÖNÜ” idi.
Erdal İnönü, fizikçi, bilim adamı, bilge ve siyasetçi olduğu kadar davranışları ve esprileriyle kendini topluma sevdirmiş mükemmel bir insandı. O’nu tanıyan herkesin onunla ilgili mutlaka insanı gülümseten bir anısı vardır…
Geçen yıl 31 Ekim’de ABD’de kanser tedavisi görürken zatürreden kaybettiğimiz ve 4 Kasım’da İstanbul’da toprağa verdiğimiz Erdal İnönü için bu yıl 2 Kasım Pazar günü İstanbul’da 10 Aralık Hareketi’nin düzenlediği “ERDAL İNÖNÜ’YÜ ANIYORUZ” toplantısına katıldım.
Eşi Sevinç İnönü’nün de katıldığı anma toplantısının ilk bölümünde Sabancı Üniversitesi Rektörü Tosun Terzioğlu onun bilim adamı yönünü, siyasetçi Şule Bucak siyasetçi yönünü ve DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi sendikal harekete verdiği desteği ile ilgili anılarını anlattılar.
Toplantının ikinci bölümünde 10 Aralık Hareketi sözcüsü Prof. Dr. Burhan Şenatalar’ın yönettiği panelde ;
AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) eski yargıcı Rıza Tülümen, Prof.Dr. Şule Kut ve Koral Göymen konuşmacı olarak katıldılar. Türkiye’nin ve sosyal demokrasinin geleceği ile ilgili sorunlara değindiler.
Bu toplantıdan edindiğim kişisel izlenimimi paylaşmak isterim.
Mevcut yönetimiyle CHP sosyal demokrasiden uzaklaşıp milliyetçi bir çizgiye kaymıştır. Bu milliyetçi çizgisi ile ana muhalefet partisi CHP’nin AKP’ye alternatif olması mümkün olmadığı gibi Türkiye’nin sorunlarına proje ve çözüm üretmesi de mümkün görünmüyor.
Türkiye’nin acilen gerçekten sosyal demokrat bir partiye gereksinmesi var. Sosyal demokrat bir partiyi gerektiğinde eleştirecek, gerektiğinde onunla işbirliği yapacak sosyalist bir partinin kurulması da kaçınılmazdır.
Türkiye’de sol bir çıkış arıyor. Bu çıkışın kişilerin kaprisleri, günlük politikaları ve pazarlıkları ile olması mümkün değildir. Sözüm ona milliyetçi ve ulusalcı söylemlerle ne Türkiye’nin sorunlarına çözüm bulunur ne de iktidar olunur.
Günümüz Türkiye’si ABD ve AB emperyalizminin işbirlikçisi politikaların tutsağı olarak siyasi partilerinin dini tarikatlara ve cemaatlere dönüştüğü, parti liderlerinin şeyhleştiği, seçmenlerin ise özgür birey olmak yerine şeyhe kendini teslim etmiş müritlere dönüştüğü karanlık bir yoldan ortaçağın karanlığına doğru sürüklenmektedir.
Dini tarikat ve cemaatlerin, şeyhlerin, müritlerin egemen olduğu bir ülkede özgürlükten ve demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Dini bağnazlıktan kurtulmanın yolu dini bağnazlığın yedek lastiği milliyetçilik olmadığı gibi ulusalcılığı milliyetçilikle karıştıran bir sosyal demokrasi de olamaz.
Anti emperyalist ve anti kapitalist olmadan, emeğe, demokrasiye, evrensel hukuka saygılı olmadan solcu, sosyal demokrat ve sosyalist de olunamaz. Günümüz dünyasında küresel emperyalist savaş çılgınlığına, vahşi kapitalist sömürü sistemine karşı kitlelere ancak ilkeli bir sol ve sosyalist örgütlülük çözüm ve umut olabilir. Tartışılması gereken bunun ilkeleri ve nasıl olabilirliğidir. Ben böyle düşünüyorum. Farklı düşünen arkadaşlarıma da saygı duyarım.
47 yıl sonra DEVRİM…
Bugünlerde Can Dündar’ın yaptığı “ Mustafa” filmi çok tartışılıyor. Doğal olarak filmi beğenenler de beğenmeyenler de var. Ben filmi henüz görmediğim için görüş bildirmem mümkün değil. Ancak “Mustafa” filmi kadar ilgiyi ve tartışmayı hak eden bir film gördüm. Tolga Örnek’in “ DEVRİM ARABALARI - Ya yaparsak !...” Ben filmi çok beğendim. Tüm dostlarımın da izlemesini dilerim. Filmin kendi tanıtım sitesinden kısa öyküsünü sizinle paylaşmak isterim.
“ 16 Haziran 1961 . Devlet Başkanı Cemal Gürsel tümüyle yerli üretim bir otomobil yapılmasını emreder ve görevin TCDD işletmesine verildiği bildirilir. O gün orada bulunan 23 mühendis bu emri "Türk insanının makûs talihine karşı bir meydan okuma" olarak algılarlar. En küçük bir tereddüt ya da endişe sergilenmeksizin derhal işe başlanır. Çalışma mekanı olarak Devlet Demiryolları'nın Eskişehir'deki Cer Atölyesi seçilir.
Zaman müthiş dardır. Ekibin Cumhuriyet Bayramı' na kadar yalnızca 130 günü vardır. Türkiye’nin ilk yerli otomobili olacak eserin adı da konmuştur: “Devrim”.
“Devrim Arabaları” azmin ve birbirine inanan insanların neleri başarabileceğini gösteren, bu topraklarda yaşanmış bir başarı öyküsüdür… Hikaye, bu aracı üretme görevini üstlenmiş 23 mühendisin kariyerlerini ve aile hayatlarını riske atarak girdikleri bu üretim macerasında zamanla, yoklukla, politikayla, karşılarına çıkan sayısız engelle mücadelelerini anlatır. Aslında anlatılan bir inanç ve azim öyküsüdür.
“Devrim Arabaları” Türk mühendisinin ve işçisinin, 20 sene öncesine kadar toplu iğne dahi üretemeyen bir ülkede kalkıştıkları bu meydan okumayı, bugün her şeye kolayca sahip olan nesillere, idealist zihniyeti ve zaferi de aktararak yaşattıkları bir birlik ve başarı öyküsüdür.”
47 yıl önce zor koşullarda kapitalist sistemin işbirlikçisi dönem bürokratlarının ve siyasilerinin engellerine karşın azim ve kararlılıkla “DEVRİM” isimli arabaları imal etmeyi başaran mühendis ve işçilerimiz bugün gereksinim duyduğumuz toplumsal devrimi inşa edecek bir sosyalist partiyi neden inşa edemesin ? Yeter ki toplum olarak emeğe, emekçiye saygı duyalım, inanalım ve güvenelim. Bugün bu koşullarda zor hatta imkansız gibi görünüyor ama “ Ya yaparsak !...”
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 5 KASIM 08
*
Ölümünden bir yıl sonra ERDAL İNÖNÜ
Geçen yıl bugün yani 5 Kasım 07 tarihli DOĞUŞ’ taki yazımın başlığı “ERDAL İNÖNÜ” idi.
Erdal İnönü, fizikçi, bilim adamı, bilge ve siyasetçi olduğu kadar davranışları ve esprileriyle kendini topluma sevdirmiş mükemmel bir insandı. O’nu tanıyan herkesin onunla ilgili mutlaka insanı gülümseten bir anısı vardır…
Geçen yıl 31 Ekim’de ABD’de kanser tedavisi görürken zatürreden kaybettiğimiz ve 4 Kasım’da İstanbul’da toprağa verdiğimiz Erdal İnönü için bu yıl 2 Kasım Pazar günü İstanbul’da 10 Aralık Hareketi’nin düzenlediği “ERDAL İNÖNÜ’YÜ ANIYORUZ” toplantısına katıldım.
Eşi Sevinç İnönü’nün de katıldığı anma toplantısının ilk bölümünde Sabancı Üniversitesi Rektörü Tosun Terzioğlu onun bilim adamı yönünü, siyasetçi Şule Bucak siyasetçi yönünü ve DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi sendikal harekete verdiği desteği ile ilgili anılarını anlattılar.
Toplantının ikinci bölümünde 10 Aralık Hareketi sözcüsü Prof. Dr. Burhan Şenatalar’ın yönettiği panelde ;
AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) eski yargıcı Rıza Tülümen, Prof.Dr. Şule Kut ve Koral Göymen konuşmacı olarak katıldılar. Türkiye’nin ve sosyal demokrasinin geleceği ile ilgili sorunlara değindiler.
Bu toplantıdan edindiğim kişisel izlenimimi paylaşmak isterim.
Mevcut yönetimiyle CHP sosyal demokrasiden uzaklaşıp milliyetçi bir çizgiye kaymıştır. Bu milliyetçi çizgisi ile ana muhalefet partisi CHP’nin AKP’ye alternatif olması mümkün olmadığı gibi Türkiye’nin sorunlarına proje ve çözüm üretmesi de mümkün görünmüyor.
Türkiye’nin acilen gerçekten sosyal demokrat bir partiye gereksinmesi var. Sosyal demokrat bir partiyi gerektiğinde eleştirecek, gerektiğinde onunla işbirliği yapacak sosyalist bir partinin kurulması da kaçınılmazdır.
Türkiye’de sol bir çıkış arıyor. Bu çıkışın kişilerin kaprisleri, günlük politikaları ve pazarlıkları ile olması mümkün değildir. Sözüm ona milliyetçi ve ulusalcı söylemlerle ne Türkiye’nin sorunlarına çözüm bulunur ne de iktidar olunur.
Günümüz Türkiye’si ABD ve AB emperyalizminin işbirlikçisi politikaların tutsağı olarak siyasi partilerinin dini tarikatlara ve cemaatlere dönüştüğü, parti liderlerinin şeyhleştiği, seçmenlerin ise özgür birey olmak yerine şeyhe kendini teslim etmiş müritlere dönüştüğü karanlık bir yoldan ortaçağın karanlığına doğru sürüklenmektedir.
Dini tarikat ve cemaatlerin, şeyhlerin, müritlerin egemen olduğu bir ülkede özgürlükten ve demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Dini bağnazlıktan kurtulmanın yolu dini bağnazlığın yedek lastiği milliyetçilik olmadığı gibi ulusalcılığı milliyetçilikle karıştıran bir sosyal demokrasi de olamaz.
Anti emperyalist ve anti kapitalist olmadan, emeğe, demokrasiye, evrensel hukuka saygılı olmadan solcu, sosyal demokrat ve sosyalist de olunamaz. Günümüz dünyasında küresel emperyalist savaş çılgınlığına, vahşi kapitalist sömürü sistemine karşı kitlelere ancak ilkeli bir sol ve sosyalist örgütlülük çözüm ve umut olabilir. Tartışılması gereken bunun ilkeleri ve nasıl olabilirliğidir. Ben böyle düşünüyorum. Farklı düşünen arkadaşlarıma da saygı duyarım.
47 yıl sonra DEVRİM…
Bugünlerde Can Dündar’ın yaptığı “ Mustafa” filmi çok tartışılıyor. Doğal olarak filmi beğenenler de beğenmeyenler de var. Ben filmi henüz görmediğim için görüş bildirmem mümkün değil. Ancak “Mustafa” filmi kadar ilgiyi ve tartışmayı hak eden bir film gördüm. Tolga Örnek’in “ DEVRİM ARABALARI - Ya yaparsak !...” Ben filmi çok beğendim. Tüm dostlarımın da izlemesini dilerim. Filmin kendi tanıtım sitesinden kısa öyküsünü sizinle paylaşmak isterim.
“ 16 Haziran 1961 . Devlet Başkanı Cemal Gürsel tümüyle yerli üretim bir otomobil yapılmasını emreder ve görevin TCDD işletmesine verildiği bildirilir. O gün orada bulunan 23 mühendis bu emri "Türk insanının makûs talihine karşı bir meydan okuma" olarak algılarlar. En küçük bir tereddüt ya da endişe sergilenmeksizin derhal işe başlanır. Çalışma mekanı olarak Devlet Demiryolları'nın Eskişehir'deki Cer Atölyesi seçilir.
Zaman müthiş dardır. Ekibin Cumhuriyet Bayramı' na kadar yalnızca 130 günü vardır. Türkiye’nin ilk yerli otomobili olacak eserin adı da konmuştur: “Devrim”.
“Devrim Arabaları” azmin ve birbirine inanan insanların neleri başarabileceğini gösteren, bu topraklarda yaşanmış bir başarı öyküsüdür… Hikaye, bu aracı üretme görevini üstlenmiş 23 mühendisin kariyerlerini ve aile hayatlarını riske atarak girdikleri bu üretim macerasında zamanla, yoklukla, politikayla, karşılarına çıkan sayısız engelle mücadelelerini anlatır. Aslında anlatılan bir inanç ve azim öyküsüdür.
“Devrim Arabaları” Türk mühendisinin ve işçisinin, 20 sene öncesine kadar toplu iğne dahi üretemeyen bir ülkede kalkıştıkları bu meydan okumayı, bugün her şeye kolayca sahip olan nesillere, idealist zihniyeti ve zaferi de aktararak yaşattıkları bir birlik ve başarı öyküsüdür.”
47 yıl önce zor koşullarda kapitalist sistemin işbirlikçisi dönem bürokratlarının ve siyasilerinin engellerine karşın azim ve kararlılıkla “DEVRİM” isimli arabaları imal etmeyi başaran mühendis ve işçilerimiz bugün gereksinim duyduğumuz toplumsal devrimi inşa edecek bir sosyalist partiyi neden inşa edemesin ? Yeter ki toplum olarak emeğe, emekçiye saygı duyalım, inanalım ve güvenelim. Bugün bu koşullarda zor hatta imkansız gibi görünüyor ama “ Ya yaparsak !...”
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 5 KASIM 08
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)