29 Eylül 2007 Cumartesi

GÜNCEL TARTIŞMALAR

22 Temmuz seçimleri geldi geçti.Cumhurbaşkanlığı seçimi bitti.Seçim akşamı Başbakan,seçildikten sonra Cumhurbaşkanı da tüm halkı kucakladıklarını söylediler…”Tamam istikrar kazandı,yola devam ediyoruz.” demeye kalmadan yeni tartışmalar çıktı ortaya…

Halkı kucaklama,uzlaşma lafları ertesi gün unutuldu.Onlar dünde kaldı.Bu yıl Mevlana yılı ya “şimdi yeni şeyler söylemek lazım…” deyip birileri çantalarını açtı.O ne ? Yeni Anayasa hazırlıkları çıktı ortaya.Önce beş yıllık ilk iktidar döneminde tüm zorlamalara karşın çözülemeyen “türban sorunu” nu acilen çözmek gerekiyordu.Nasıl olacaktı bu iş ? Anayasa değişikliği yapılması da yetmezdi.Ne yapmalı ? “Yeni Sivil Anayasa (!)” yapılmalıydı.Hazır yeni sivil Anayasa yapılırken şu Cumhuriyet’in temel ilkeleri filan da gözden geçirilse iyi olurdu…

Birkaç profesörün çantasından çıkan taslak Kızılcahamam’da AKP kurmaylarınca da gözden geçirildi.Böyle çıktı ortaya AKP’nin “sivil” Anayasa taslağı.Meclisin milliyetçi muhalefet partileri CHP,MHP,DTP şaşkın şaşkın bakarken üniversiteden bir ses yükselecek oldu.

”Anayasa böyle hazırlanmaz,toplumun tüm kesimlerinin görüşlerinin alınması gerekir,tartışılması ve üzerinde uzlaşılması gerekir.Ayrıca üniversitelerde türbanı serbest bırakırsanız,taşra üniversitelerinde türban takmayanlara baskı yapılır,Arkasından türban liselere,ilköğretime girer.Hatta türban yetmez,çarşaf,peçe,sarık,cübbe derken bunun sonu gelmez…” diyecek oldular.Başbakanımızın yanıtı hazırdı…”Siz kendi işinize bakın !...”

Sonra bazı medyada ve iş dünyasında benzer sızlanmalar başladı.Yok “kadınlar korkuyormuş…” da,yok “mahalle baskısı” ile faşizme yol açılırmış da,yok “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” oluyormuşuz da,yok “Türkiye Malezya olur mu,olmaz mı ?” da…Basında birden Malezya röportajları,Malezya anketleri… Bir sürü istikrarı,huzuru bozacak tartışma mı, yoksa kurnaz Başbakanımızın seçimlerden önce yaptığı gibi “yeni bir çelik-çomak oyunu”mu ?

Bu arada Irak’ta,Orta Doğu’da,AB’de,ABD’de neler oluyor ? Kim neyi nasıl satıyor,kim nasıl alıyor ? Kimin askeri nereye giriyor,nereye çıkıyor ? Kim ne hazırlıklar yapıyor ? Hey…Orada neler oluyor ?

Neyse biz kendi işimize bakalım…Ramazan da bitiyor.Bu akşam kimin iftarına davetliyiz ? Bu akşam teravihi hangi camide kılacağız ? Bayramda tatile nereye gideceğiz ? Bu sene pek zeytin de yok…Marmarabirlik ne fiyat verecek acaba ? Herkes işine baksın…Size ne “sivil Anayasa” dan,Malezya’dan,Irak’tan…

Eee…Benim işim yok…Ben emekli bir adamım…Benim işim yazı yazmak,fotoğraf çekmek,soru sormak…O halde ben ilgilenebilirim bu üstüme vazife olan-olmayan işlerle…

Ama ben bu tartışmalara kıyısından köşesinden değil direk,tabandan girerim.Kimseye yalakalık yapacak halim de yok…En son söylemem gerekeni,başından söyler işi bitiririm.

Beyler,bayanlar Amerika keşfedileli 500 yıl oldu.Yeniden keşfetmeye gerek yok.Dünya tarihi diye bir şey var.Bu işler hep böyle başlar.Çoğunluğun azınlığa tahakkümü ile başlar.Nereye gider ? Faşizme gider faşizme…

Güvenlik güçlerinin katillerle fotoğraf çektirdikleri,katiller için kahramanlık türküleri yakanların sanatçı sayıldığı, din adına Sivas’ta 37 kişiyi yakanların,Malatya’da insanları koyun gibi kesenlerin sokakta dolaştığı bir ülkeden başka ne bekliyorsunuz ?

Açın okuyun Hitler’i,Mussolini’yi,Franko’yu,Stalin’i…Niye taa Malezya’ya kadar gidiyorsunuz ? Türkiye İran’da olur,Irak’da olur,Pakistan’da,Taliban Afganistanı’da…Tabii Malezya’da…

Siz şimdiden ABD’de CIA’nın kucağından fetvalar veren Halife adayının dönüşünü karşılamaya hazır olun…Dönmesi yakındır.Dolmabahçe Sarayı hazırlanıyor.Boğaz tarafındaki birimler Başbakana tahsis edildi.Camiye yakın kısım da Halife hazretlerine mi tahsis edilecek acaba ? Ya Atatürk’ün öldüğü oda ne olacak derseniz ? Onu bilemem…Bilsem de söylemem…

Çözüm mü ? Onu da söyleyeyim…

Bu ülkenin solcuları,sosyalistleri adam gibi bir sol muhalefet – dikkat edin iktidar demiyorum- oluşturmadıkları sürece bu tarihin çarkı geriye doğru dönecektir.

“Sol” deyince öyle milliyetçi,tarikatçi,darbeci,sekter,kişiliksiz,sahte soldan değil emperyalizme,kapitalizme karşı duracak;Savaşa karşı evrensel barışı,özgürlüğü,demokrasiyi savunacak,doğadan,çevreden,tarihten,sanattan haberi olacak,daha bir sürü özellikleri olan adam gibi bir sol muhalefetten söz ediyorum.

Olur mu ? Niye olmasın ?

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 03 EKİM 07

23 Eylül 2007 Pazar

21 EKİM REFERANDUMU NİYE YAPILIYOR ?

Türkiye 22 Temmuz seçimlerinden üç ay sonra 21 Ekim’de bir kez daha sandık başına gidiyor.21 Ekim Referandumu’na bir aydan az bir zaman kaldı.Sınır kapılarında ise oy verme işlem devam ediyor.
Bu referandumda iki seçeneğiniz var. Ya “EVET” ya da “HAYIR”… Peki ama neye “evet” neye “hayır” diyeceksiniz ? Bilen var mı ? Bir bilen varsa anlatsın da biz de öğrenelim bari…
Önce referandum nedir bir bakalım…
“ Referandum (latince referendum) genelde anayasa değişikliği, yasaların kabulu ve ya çok önemli meselelerde halkın iradesini belirlemek amacıyla yapılan oylamadır. Referandumda halkın iradesi idareye doğrudan doğruya yansımakta olup doğrudan demokrasi'nin güzel bir örneğidir. Temsili demokraside ise, halkın seçtiği insanlar, halkın iradesini yansıtmaya çalışmaktadır. Türkiye'de çok az uygulanan referandum, gelişmiş ülkelerde sık sık uygulanır. Referandum kelimesi genelde plebisit kelimesiyle beraber anılır.”
("http://tr.wikipedia.org/wiki/Referandum"'dan alındı)

21 Ekim 07 Cumhurbaşkanlığı Referandumu Türkiye’nin 5.referandumu olacak…Türkiye’de daha önce yapılan 4 referandumu kısaca anımsayalım…

“ Türkiye'de ilk referandum, 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin ardından hazırlanan 1961 Anayasası için yapıldı. 9 Temmuz 1961'deki halkoylaması ile 1961 Anayasası, yüzde 38.3 ''hayır'' oyuna karşılık, yüzde 61.7 ''evet'' oyuyla kabul edildi.
Türkiye ikinci kez ''1982 Anayasası''nın halkoyuna sunulması üzerine sandık başına gitti. İkinci referandum, 1980 askeri müdahalesinin ardından hazırlanan 1982 Anayasası için 7 Kasım 1982'de yapıldı. Halkoylamasına, 18 milyon 885 bin 488 seçmen katıldı. 17 milyon 215 bin 559 seçmen ''kabul'' (yüzde 91.37), 1 milyon 626 bin 431 seçmen de ''ret'' (yüzde 8.63) oyu kullandı. 1982 Anayasası, sonuçların açıklanmasıyla 9 Kasım 1982'de yürürlüğe girdi.
Türkiye'de 3. halkoylaması, 1982 Anayasası'nın Geçici 4. maddesi ile getirilen 10 ve 5 yıllık siyasal yasakların kalkıp kalkmaması konusunda 6 Eylül 1987'de düzenlendi. Yüksek Seçim Kurulu (YSK), halkoylaması sonuçlarını 12 Eylül 1987'de açıkladı. Halkoylamasına 24 milyon 436 bin 821 seçmen katıldı. Geçerli 23 milyon 347 bin 856 oydan 11 milyon 711 bin 461'i ''evet'', 11 milyon 636 bin 395'i ''hayır'' çıktı. Böylece, Geçici 4. madde yürürlükten kalktı.
Türkiye'nin dördüncü kez önüne getirilen halkoylaması sandığının konusu ise Anayasa'nın 127. maddesindeki yerel seçimlerin 1 yıl erkene alınıp alınmaması oldu. Bu halkoylaması, 25 Eylül 1988'de yapıldı. Seçmenlerin yüzde 65'i ''hayır'', yüzde 35'i ''evet'' oyu kullandı. Böylece yerel seçimlerin erkene alınması için Anayasa'nın 127. maddesindeki değişiklik kabul edilmedi ve 13 Kasım 1988 olarak öngörülen erken yerel seçim yapılmadı. “ (AA)

Ben kendi adıma Türkiye’de daha önce yapılan dört referandumu da anımsıyorum.Yurt dışında da referandumlar izledim.

Referandumlarda taraflar olur. “EVET” i savunanlar, ya da “HAYIR”ı savunanlar.Genellikle mevcut iktidarlar ”evetçi” ,muhalefet partileri ” hayırcı” olur. Taraflar çoğunluğu sağlamak için seçimlerde olduğu gibi propaganda yapar,halkı bilinçlendirir.Medyada tartışmalar sürer gider.

Bakıyoruz 21 Ekim Referandumu’na… Ne “evetçisi” var ortalıkta,ne “hayırcısı”…Medyada hiçbir şey yazılmıyor,tartışılmıyor.Bu konuda tek bir yazı var.O da 18 Eylül tarihli Hürriyet’ten Yılmaz ÖZDİL’in yazısı… Eee doğal olarak da bu konuda bilgisi olmayan halk da referanduma ilgisiz.

Dünyanın hiçbir yerinde siyasi partilerin,medyanın ve halkın sahip çıkmadığı,bu kadar ilgisiz kaldığı bir referandum görülmemiştir…

O zaman sahi biz bu 21 Ekim Referandumu’nu niye yapıyoruz? Bu konudaki tek yazı olduğunu söylediğimiz Yılmaz Özdil’in yazısında ilginç sorular ve sorulardan sonuç çıkarmalar var…Yılmaz Özdil,yazısında Cumhurbaşkanı A.GÜL’ün bu referandumda “HAYIR” oyu kullanacağını söylüyor…

Bana göre sadece Cumhurbaşkanı değil tüm AKP’liler,22 Temmuz seçimlerinde AKP’ye oy veren yüzde 47 çoğunluk da “HAYIR” oyu kullanacak…Muhalefet zaten doğal olarak “HAYIR” kullanmalı.Ya da taktik değiştirip “EVET” demeli.Çünkü bu referandumdan “EVET” çoğunluğunun çıkması Abdullah GÜL’ün Cumhurbaşkanlığı’nı tartışmalı hale getirir.Hukuken de düşürür…

Yılmaz Özdil yazısında güzel özetlemiş nedenini…

Ben 21 Ekim 07’de yapılacak referandum konusu 31.05.2007 tarihli ve 5678 sayılı 7 maddelik “ TÜR­Kİ­YE CUM­HU­Rİ­YE­Tİ ANA­YA­SA­SI­NIN BA­ZI MAD­DE­LE­RİN­DE DEĞİŞİKLİK YA­PIL­MA­SI HAK­KIN­DA KANUN” un 6.maddesini TBMM tutanaklarından alarak aynen sizlere sunuyorum…

“MAD­DE 6- Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Ana­ya­sa­sı­na aşa­ğı­da­ki ge­çi­ci mad­de­ler ek­len­miş­tir.
“GE­Çİ­Cİ MAD­DE 18- Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Ana­ya­sa­sı­nın 67 nci mad­de­si­nin son fık­ra­sı, Cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çim­le­ri­nin ya­pı­la­bil­me­si için; çı­ka­rıl­ma­sı ge­re­ken ka­nun hü­küm­le­ri ile se­çim ka­nun­la­rın­da ya­pı­la­cak de­ği­şik­lik­ler bakımından dik­ka­te alın­maz.
GE­Çİ­Cİ MAD­DE 19- On­bi­rin­ci Cum­hur­baş­ka­nı se­çi­mi­nin ilk tur oy­la­ma­sı, bu Ka­nu­nun Res­mi Ga­ze­te­de ya­yı­mı­nı ta­kip eden kır­kın­cı gün­den son­ra­ki ilk Pa­zar gü­nü, ikin­ci tur oy­la­ma­sı ise ilk tur oy­la­ma­yı ta­kip eden ikin­ci Pa­zar gü­nü ya­pı­lır.”

Türkiye’nin 11.Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL AKP milletvekillerinin oyu ile seçildi.Göreve başladı…

O halde 21 Ekim 07 referandumu niye yapılıyor ? İktidar partisi AKP ve diğer muhalefet partileri bu referandumda nasıl oy kullanacak ?

Ben başından beri Abdullah GÜL’ün Cumhurbaşkanlığı’na karşı olduğum için ve de hukuksal tartışmaya bir katkım olsun diye bu referandumda “EVET” oyu kullanacağım.Ya siz ne yapacaksınız ?...

İnşallah bu referandumdan “EVET” çıkar da; AKP de kendi seçtiği Cumhurbaşkanını kendisi düşüren siyasi parti olarak dünya siyaset tarihine geçer…

Yılmaz Özdil’in deyimiyle ; “…Kendi işine yarasın diye yaptığın "bir maddelik" kanunda bile hata yapıyorsan, "yüz küsur maddelik" Anayasa'yı nasıl yapacaksın? “
İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 26 EYLÜL 07

15 Eylül 2007 Cumartesi

DOĞA,ÇEVRE ve BİLİM









Geçen haftaki yazımda İznik Gölü’nün Belediyemiz tarafından kepçeyle temizlenmesi – ya da katledilmesi- konusunda :
“Bu yazının DOĞUŞ’ta yayınlandığı 12 Eylül’de ben Malatya İnönü Üniversitesi’nde düzenlenen 7.Ulusal Çevre ve Ekoloji Kongresi’nde olacağım.En iyisi bu konuyu oradaki bilim insanlarına sorayım da öğreneyim bari…” demiştim.
Geçen hafta Pazartesi sabahı İstanbul’dan Malatya’ya gittim.Malatya İnönü Üniversitesi’nin düzenlediği VII.Ulusal Ekoloji ve Çevre Kongresi’ne katıldım.Kongrenin açılış törenine yetişemedim ama açılış konuşmasına yetişebildim.Kongrenin bu yıl ki açılış konuşmasını TEMA Vakfı Kurucusu ve Onursal Başkanı Sayın Hayrettin KARACA yaptı.
Türkiye’de çevre,toprak,erozyon,kuraklık ve çölleşme kavramları ile bütünleşen Sayın Hayrettin KARACA 81 yaşında olmasına karşın ( rakamları ters çevirirsek ) 18 yaşının dinamizmini ve heyecanını taşıyan bir güzel insan.Yakından tanıma ve sohbet imkanı bulduğum için mutlu oldum.
Hayrettin KARACA Kongre’de “ORMAN YANGINLARI” üzerine yaptığı ve benim çok yararlandığım konuşmasını şu sözlerle tamamladı ve ayakta alkışlandı.
“ Sözlerimi önüme çıkan herkese yılmadan tekrar ettiğim gibi “okumak ibadettir,okumamak vatana hıyanettir;daha iyi yarınlar için bilgili yurttaşlara ihtiyaç vardır.” TOPRAĞINI HOR GÖREN YARINLARI ZOR GÖRÜR ! “
Hayrettin KARACA’dan sonra geçen yıl Diyarbakır’da yapılan kongrede tanıdığım Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Sayın Pof.Dr.Ali DEMİRSOY’un “KÜRESEL ISINMA VE TÜRKİYE’DEKİ YANSIMALARI” başlıklı sunumunu büyük bir ilgi ve hayranlıkla dinledim.Sayın Ali DEMİRSOY,bilgili ve konusunun uzmanı olmanın güveni ve kararlılığı ile küresel ısınma sorununa günlük ve dar bir çerçeveden bakmak yerine evrensel bir açıdan bakmak gerekliliğini vurguladı.O da konuşmasını :
“ Doğayı bilinçli olarak gözlediğimi söyleyebileceğim,42 yılda tanık olduğum Anadolu’daki değişiklikler : GEÇMİŞİ OLMAYAN YA DA SİLİNMİŞ YOKEDİLMİŞ BİR DÜNYA VAR OLMAMIŞ BİR DÜNYADIR... GELECEK SİZLERİN ELİNİZDE,ÇOK GEÇ KALMAYIN DERİM !!! “ diyerek bitirdi.
Ekoloji,çevre ve doğa konularında onlarca bilim insanını dinledim ve yüzlerce genç bilim insanının çok değişik konulardaki bilimsel projelerini-çalışmalarını sergiledikleri poster sunumlarını izledim.
Kayısı kenti Malatya’nın İnönü Üniversitesi’nin genç ve dinamik rektörü Prof.Dr.Fatih HİLMİOĞLU’nun bu üniversiteyi 1997’den 2007’ye 10 yılda nereden nereye getirdiğini kıvançla gözlemledim.Malatya’da üniversiteye adını veren Atatürk’ün yakın arkadaşı 2.Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün zarif eşi Mevbihe İNÖNÜ adına yaptırılan pırıl pırıl öğrenci yurdunda kaldım.
İnsan bu tür bilimsel toplantılarda Türkiye’nin sorunlarının siyasetin dar kavramları,kısır çekişmeleri ile anlaşılamayacağını,sorunların ancak bilimin ışığında anlaşılabileceğinin ve çözülebileceğinin farkına varıyor.Türkiye’nin çağdaşlaşmasının önündeki engellerin başında bilime ve kültüre inanmayan kafalardır.
Malatya Müzesi’ndeki Arslantepe höyüğünde yapılan kazılardan çıkarılanları görmediyseniz,Nemrut Dağı’ndaki beşbin yıllık muhteşem heykellerle gün batımını izlemediyseniz Anadolu’nun on bin yıllık tarihini nasıl anlayacaksınız ?
Anadolu’nun tarihini bilmeden,Anadolu’nun doğasının çölleştiğini görmeden; bugün dünyamızın karşı karşıya kaldığı küresel ısınma sorununu bilime inanmadan nasıl anlayacaksınız ?
Anadolu’nun tarihini ve doğasını bilmeden,sadece siyasal kavramlarla Anadolu’nun ve Türkiye’nin geleceğini biçimlendirmek ve kavramak mümkün değildir.
Geçen hafta Malatya’ya gidip gelirken uçaktan çölleşen Anadolu’nun fotoğraflarını çektim.Kongrede Hayrettin KARACA ve Ali DEMİRSOY gibi Türkiye doğasına gönül vermiş insanları dinledim.Genç bilim insanlarının çalışmalarını izledim.
Ve bir şeye üzüldüm...Ulusal düzeyde Türkiye’nin yönetiminde,yerel düzeyde İznik’in yerel yönetiminde Türkiye’nin ,İznik’in tarihinin ve doğasının öneminin farkında olmayan,bilime inanmayan insanların yönetimde olmasına...
Hala Türkiye’nin KYOTO Anlaşması’nı imzalamamamasının,İznik Gölü’nün kepçeyle temizlemeye kalkışılmasının başka açıklaması olabilir mi ?
Bilmem anlatabildim mi ?
Bu yazımı da üç fotoğrafımla tamamlayayım.Çölleşen Anadolu,Nemrut’un beşbin yıllık heykelleri ve Hayrettin KARACA...

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ- 19 EYLÜL 07

http://huseyinay.blogspot.com/

10 Eylül 2007 Pazartesi

“BUGÜN 12 EYLÜL !” ve "KEPÇE"




Çocukluğumuzda ezberlediğimiz ve çocukluk heyecanı ile haykırdığımız bir dize vardı: ”Bugün 23 Nisan ! Neşe doluyor insan ! “
“Bugün 12 Eylül !” diye başlık attıktan sonra ne yazık ki arkasını “Neşe doluyor insan !” diye getiremiyoruz…
Bugün 12 Eylül ! Hüzün doluyor insan !
12 Eylül 1980’de beş paşanın adına Türkiye dediğimiz güzel ülkemizi “anarşi ve terörden kurtarmak” bahanesiyle ülkede demokrasiyi,siyaseti,toplumsal örgütlenmeyi tankla,tüfekle yok ettikleri tarihin 27. yıldönümü…
12 Eylüllerde hüzünle dolanlar tabii ki yaşı 40’ın üstünde olanlardır.Bu yaşın altındakiler için 12 Eylül hiçbir şey ifade etmeyebilir…
Belli bir yaştan sonra hüzünlenmek de yetmiyor. Geçen hafta bu sütunlarda tanıttığım Neyzen Tevfik gibi halk deyimiyle “kafayı yiyip” her bir şeyi açıkça söyleyip hatta küfretmek geçiyor insanın içinden…
Benim yaşım 60’a gelirken ben bunları düşünüyorum.
Geçenlerde 75.yaş gününü kutlayan (ama ben kutlamayı unuttum,özür dilerim) Yılmaz AKKILIÇ ağabeyimizin ruh halini anlıyorum.Bursa’nın duayen gazetecisi,araştırmacı,yazar Yılmaz AKKILIÇ Bursa Kent Gazetesi’nde çok keyifli yazılar yazıyor.Ben ilgiyle okuyorum,izliyorum.
Yılmaz Ağabey’in Ağustos ayında arka arkaya yazdığı iki yazısına kısaca değinmek istiyorum.
İlk yazı 21 Ağustos 07 tarihli.Bu yazının başlığı : “Ya küresel ısınmaya çözüm, ya insansız Doğa”
İkinci yazı 22 Ağustos 07 tarihli yazının başlığı ise “İznik’te kepçeyle arkeolojik kazı”
Bu güzel iki yazının içeriğine burada giremeyeceğim.Meraklısı bulsun okusun…
Geçen hafta kısa süreliğine de olsa İznik’te idim.Dostlarımı gördüm.İznik’te olup biteni öğrenme fırsatım oldu.Cuma sabahı ise her zaman yaptığım gibi göl kenarında yürüyüşe ve fotoğraf çekmeye çıktım…
En son 19 Mayıs’ta fotoğraf çektiğim yerlerde dokunsalar ağlayacaktım…
İznik Gölü ölüyor dostlar…İznik Gölü ölüyor…İznik Gölü kuruyor…
Daha önceki yazılarımda yazdığım gibi İznik Gölü’nün kuruması,İznik Gölü’nün ölmesi İznik’in kuruması,İznik’in ölmesi demektir…Çünkü İznik’e yaşam veren İznik Gölü’dür.İznik Gölü yoksa İznik’te yoktur…
Küresel ısınma,kuraklık,bilinçsiz ve hor kullanma gölümüzü öldürüyor.
Ne yapmalı,nasıl yapmalı ? Neler yapılabilir ? Bilimsel olarak neyi,nasıl yapmalı da bu evrensel felaketten gölümüzü en az zararla kurtarmalı ?
Fotoğraf çekmek için balıkçı barınağının oraya gittiğimde gördüklerim beni şaşkına çevirdi.Belediyemiz buraya bir çay bahçesi açmış.Bir çay ocağı,büfe kondurmuş,üç beş de masa,sandalye koymuşlar.Bir de renkli bir tabela.Bu yer olmuş mu sana “İznik Belediyesi Sosyal Tesisleri”… Ne tesis ama… Buna pek fazla da itirazım yok doğrusu…
Ama o da ne ? Sosyal Tesislerin yanında kocaman bir kepçe…Yıllardır oradaki otoparkta duran,acaba bunları ne yapacaklar diye merak edip durduğum 3 büyük mermer bloğu gölün içinde.Üzerinde ise bir bayrak ve belediyemizin flamaları…Vay be ne düşünce…Ne akıl…Ne Belediye faaliyeti ama…
Darka’ya kadar yürüdüm,döndüm o koca kepçe çalışmaya başlamıştı.Kepçe oraya daha önceden sahil güvenlik amacıyla konan jandarma konteynerinin önüne dalıyor,çamurları çıkarıyor ve kamyonlara yüklüyor.Kamyonlarda o çamurları gidip bir yerlere döküyor.Ama ne faaliyet,ne çalışma,gözlerim yaşardı vallahi.
Belediyemiz kepçeyle İznik Gölü’nün çamurunu çıkarıp gölümüzü temizleyecek…Darka’ya kadar olan 1 km.lik alan böyle temizlenecekmiş…Gölümüzü mesken tutmuş mekelerin,bahrilerin,siyah ve beyaz balıkçılların yaşam alanları yok edilecekmiş kimin umurunda…Kuşlar,balıklar,doğal yaşam,ekoloji,çevre kimin umurunda…
Baktım,gördüm ve fotoğrafladım.Beyaz balıkçıl da benim kadar üzgün ve çaresizdi…
Benim bildiğim kepçeyle kanal temizlenir,inşaat çukuru açılır…Ama kepçeyle göl temizlenmez…
Bu Bursa’da,İznik’te hiç mi etkili,yetkili,bilime inanmış akıllı adam yok ? Birisi bana kepçeyle 308 km2 lik gölün nasıl temizleneceğini açıklasın,anlatsın…Dünyada bir örneğini göstersin…Neyzen Tevfik gibi kafayı yiyeceğim ya…
Bu yazının DOĞUŞ’ta yayınlandığı 12 Eylül’de ben Malatya İnönü Üniversitesi’nde düzenlenen 7.Ulusal Çevre ve Ekoloji Kongresi’nde olacağım.En iyisi bu konuyu oradaki bilim insanlarına sorayım da öğreneyim bari…
Yaa Yılmaz Abi; İznik’te daha bilmediğin,görmediğin,duymadığın,aklına gelmeyen neler var ? İznik’te kepçeyle sadece arkeolojik kazı yapılmıyor…Türkiye’nin beşinci gölü olan İznik Gölü de kepçeyle temizleniyor…
İznik Kaymakamı da Belediye Başkanı da kepçeyi çok seviyor anlaşılan…Başka ne diyelim ? Başka açıklaması var mı ?
Peki Bursa’da bir Vali var mı ? Bir Kültür Müdürü var mı,bir Tarım Müdürü,Çevre Müdürü var mı ? Vakıflar Bölge Müdürü,Doğal ve Tarihi Varlıkları Koruma Kurulu var mı ? Varsa onlara seslenmek istiyorum.
Hey Bursalı yetkililer ! İznik hala Bursa’nın ilçesi…Bu ilçede neler oluyor ? Haberiniz var mı ? Orada mısınız ?
Bir de İznik Belediye Meclisi’ndeki muhalefet partilerinin üyeleri ve diğer siyasi partiler bu konularda ne düşünürler acaba ? Bu konularda İznik Belediye Meclisi’nin bir görüşmesi,ya da kararı var mı ? Bu gölü kepçeyle temizleme işinin bir projesi var mı ? İlgili makamlardan alınmış bir izin var mı ? Merak ediyorum doğrusu…
İznik yerel yönetimini artık iyi tanıyorum.Bu yazıya da,bu sorulara da yanıt vereceklerini hiç sanmıyorum.
Bu yazıyı ve yazının konusu fotoğrafları İznik Kent Arşivi’ne bir belge olarak bırakıyorum…Günün birinde birilerinin işine yarar belki…

http://huseyinay.blogspot.com/


İznik Belediyesi gölü kepçeyle temizliyor.


Göl temizlik alanında bir beyaz balıkçıl.
Gölün ve kendisinin geleceğini düşünüyor.

2 Eylül 2007 Pazar

NEYZEN TEVFİK




Bu yaz Bodrum’a gelenler görmüştür.Bodrum Belediyesi ünlü Bodrumluları tanıtmak amacı ile Bodrum içinde, Bodrum-Turgutreis ve Bodrum-Milas karayolundaki büyük reklam panolarına Türkçe-İngilizce tanıtım afişleri astı.
“Tarihin babası Herodot Bodrumludur ! “ “Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Bodrumludur ! “ “”Neyzen Tevfik Bodrumludur !” “Zeki Müren Bodrumludur !”
Gerçekte Cevat Şakir ve Zeki Müren Bodrum dışında doğmuşlar ama yaşamlarının bir bölümünü Bodrum’da geçirmiş ve Bodrum’un tanıtımına önemli katkılar sağlamışlardır.
Bu hafta size bu ünlü Bodrumlulardan birini tanıtacağım.Çoğunluk onun adını duymuş,dörtlüklerini ve fıkralarını okumuş ya da dinlemiştir.
Yaşadığı dönemin en ünlü ney üstadı olan Neyzen Tevfik 24 Mart 1879’da Bodrum’da doğdu.” Bir kova suyu damla damla içsen de,bir kere de içsen de su biter” diyen Neyzen Tevfik 28 Ocak 1953’te İstanbul’da öldü.
Neyi dergahtan çıkarıp halkın ayağına götüren Neyzen Tevfik tüm otorite ve düzen koyucu güçlere muhalif olarak lafını hiç sakınmadı.Düzen karşıtı sözleri nedeniyle defalarca sorgulandı ve tutuklandı.Meyle bedenini dinlendirip neyle ruhunu arındıran Neyzen Tevfik saraylara da konuk oldu akıl hastanesine de.
1940’lı yıllarda Bakırköy Akıl Hastanesi’nin 21 No.lu koğuşu ona ayrılır,istediği zaman gelir,yatar dinlenir ve çıkar giderdi. Hayatı hep uçlarda yaşayan Neyzen Tevfik hakkında o kadar çok şey anlatılır ve söylenir ki o bir efsanedir.Neyzen Tevfik’i kendi satırlarından tanımak en iyisidir.İşte size arada bir meyini çekip neyini üfleyen Neyzen Tevfik’in dörtlüklerinden ve ikiliklerinden seçmeler:

Kim demiş bizde demokrat idare yoktur
Ne demek,olmasa elbet dışarıdan alırız
Sırredip karne usulüyle o gümrük malını
Karaborsaya verir,biz bize benzer kılarız.

*Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
"Bizdeki kayda göre, şimdi o meb'us!" dediler...

*Kim demiştir kanun alınmıştır ayak altına,
Böyle bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir.
Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede,
Kaldırım olmazsa kanun-ı hükûmet çiğnenir.


*Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden,
Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.
Kara bir kinle taassub pusudan çıktı yine,
Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bürüdü.


*Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,
Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!


Bodrum’da Neyzen Tevfik adına bir cadde vardır.Bodrum Kalesi’nin karşısında Bodrum Limanından Tepecik Camiine giderken Kaymakamlık önünde Neyzen Tevfik’in ney üflerken bir de anıtı vardır.
Neyzen Tevfik’i anlatmak,tanıtmak onunla ilgili bir fıkra olmazsa eksik kalır.İşte onunla ilgili fıkralardan biri.


Hangisini içer

Yeşilaycı bir profesör, "içkinin zararları" konulu bir konferans veriyormuş.Konuşmasının bir yerinde dinleyicilere sormuş: " iki kovadan birine rakı diğerine su doldurup bunları bir eşeğin önüne koysak, eşek hangisinden içer acaba " Dinleyiciler hep bir ağızdan " Suyu " demişler. " Neden suyu içer" demiş profesör, Neyzen hemen atılmış " Eşekliğinden " Ahmet Rasim milletvekilliği döneminde bu espriyi Mustafa Kemal'e anlatmış.M.Kemal bunu çok beğenmiş. Atatürk beraberindekilerle bir aksam çiftliğinde içerken,az ötede dolaşan bir köylü çocuğunu yanına çağırarak sormuş : --Biz ne yapıyoruz ? --Rakı içiyorsunuz. --Söyle bakalım, iki kovadan birine rakı diğerine su doldursak,bunları eşeğin önüne koysak,eşek hangisini içer ? --Rakıyı ! --Aman,demiş,sebebini sormayalım!!!
* İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ- 5 EYLÜL 07