25 Ocak 2009 Pazar

“ BUGÜN NE YAZSAM ? “

“ BUGÜN NE YAZSAM ? “

“Bugün ne yazsam ? “…

Bir çok yazıma bu soruyla ve benzer sorularla başladığımı anımsıyorum.
Bu hafta da öyle oldu. İnsanın içinden yazı yazmak gelmezse böyle olur…

Dün 24 Ocak’tı…
Uğur Mumcu’yu andık 16. katlediliş yıldönümünde…
Yıllar geçiyor…
Unutuluyor çekilen acılar…
Dün tarih oldu.
Bugünü yaşıyoruz.
Yarını yaşar mıyız bilmiyoruz…
Ama çocuklarımız yaşayacak.
Çocuklarımız tarihi okumalı, tarihi öğrenmeli, tarihi bilmeli, tarihi sevmeli.
Çocuklarımız, gençlerimiz gelecekte mutlu yaşamak istiyorlarsa;
Yarını kurmak ;
Bugünü anlamak için ;
Dünden başlamalılar tarihi okumaya…
Çocuklarımız bilmeliler ki tarih dediğimiz;
Ezenleri kahraman ilan eden, ezilenlerden, öldürülenlerden, yenilenlerden hiç söz etmeyen ; Okullarda okutulan tarih dersi değildir.
Tarih halkın belleğinde yaşayan ezilen halkların , savaşlarda ölüleri bile sayılmayan , adları sanları bilinmeyen sıradan insanların, işçilerin, köylülerin, kölelerin isyan tarihidir…

Tarih üzerine düşüncelerimi açıklayan bir yazı mı yazsam ?

Hayır, hayır bugün tarih yazmayacağım… Siyaset, seçimler, adaylar… İnsanlar televizyon izliyor nasılsa…

Beyaz Amerika’ya siyah başkan… B.Hüseyin OBAMA’yı mı yazsam ? 60 yılda ırkçılığın geldiği nokta filan… Hiç sırası değil.

Uğur MUMCU…

Ne yazabilirim ki Uğur MUMCU hakkında…

83 yılında Paris’teki tanışıklığımızı…Bana neden “asker arkadaşım” dediğini… Asker arkadaşımla ellerimizi omuzlarımıza atarak ve de saatlerimizi göstererek çektirdiğimiz askerlik hatırası fotoğrafımızdan mı söz etsem… Ama bunlar özel anılarımız bizim… Sırası değil.

Dün ve bugün tekrar tekrar okuduğum ve dinlediğim 25 Ağustos 75’te Cumhuriyet’te yayınlanan “Sesleniş” isimli yazısını mı yayınlasam…

“ Vurulduk ey halkım, Unutma Bizi “ diye başlayan…

“Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.”
,

Diye devam eden “Sesleniş” i bugünün gençleri bir kere daha okumalı…

um:ag (Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı) Vakfı Yayınları’nın ilk kitabı olan “Vurulduk Ey Halkım” kitabını açıyorum.

Bu kitapta “Sesleniş” yazısı Nuri KURTCEBE’nin çizgileriyle anlatılmış. Bu kitaptaki diğer yazıları okuyorum.

İşte o yazılardan birinin başlığı : “Kır Çiçekleri…” Cumhuriyet’te 5.12.81’de yayınlanmış…

İşte bu yazıdan buldum ben de yazımın başlığını…

Asker arkadaşım Uğur MUMCU’nun “Kır Çiçekleri…” yazısından bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Kır Çiçekleri..."

"Bugün daktilomun başında yıllardan beri ilk kez, ne yazacağımı düşünerek dakikalarca durdum. Elim bir türlü tuşlara varmadı.

- Ne yazayım bugün?

İnsan, içindeki sıkıntılarla boğuştu mu sözcükler, bir dönme dolap gibi beyninizde döner durur. Öyle ki, sözcükleri beyninizden, yüreğinizden ve dilinizden çekip, daktilo şeridine vuramaz, ak kâğıt üzerine siyah harfleri, siyah sözcükleri dizemez, noktaları, virgülleri koyamazsınız...

Çünkü, sözcüklerin kendi dünyaları vardır; bu dünyalar, güneş çevresinde dönen küreler gibi beynimizde, vicdanımızda, yüreğimizde döner dururlar...

Sözcükler, gün olur, uzanamadığımız yıldızlar kadar uzak, gün olur, hoyratça ezip, geçtiğimiz kır çiçekleri gibi, bizlere yakın olurlar. Ve biz çoğu kez bu uzaklığı da, bu yakınlığı da ölçüp biçemeyiz.

Ve sözcükler, yüreklerimizde, vicdanlarımızda, beyinlerimizde ve de atar damarlarımızda döner, dururlar...

Bugün hiç yazı yazmasam diyorum, gitsem bir dağ başına, gitsem, kır çiçekleri toplasam, bunları bir demet yapsam; desem ki, bu çiçeğin adı, "Erdem", bunun "Onur", bunun "İnanç"...

- Ne yazayım bugün?

(…)

- Ne yazsam bugün?

Eski dosyaları mı çıkarsam? Hayır çıkarmayacağım!.. Geçmiş olaylarından vicdan muhasebelerine sayfalar mı açsam? Hayır, açmayacağım! Düne, önceki güne, daha öncesine mi uzansam? Hayır uzanmayacağım!...

- Ne yazsam bugün?

Canım bir dağ başında kır çiçekleri toplamak istiyor. Kıbrıs'tan kopup gelen ılık güney rüzgârları ile Ege'nin güneşli sabahlarından kaçamak gelen ışıklarla, ülkemin dört bir yanından toplayacağım kır çiçeklerini bir vazoya yerleştirip, "işte" desem, işte yıllarca yazmak isteyip de yazamadığım bunlar, işte bunlar.

Çiçekler yan yana, çiçekler aynı topraktan gelme ve aynı suyun içinde; biri "İnanç", biri "Erdem", biri "Onur"...

- Bugün ne yazsam, ne yazsam acaba?

Daktilomun başında yıllardan beri ilk kez yazacağım yazının soru işaretine takılıp dakikalarca düşünüp duruyorum. Sözcükleri, daktilonun tuşlarından kara şeride bir türlü çarpamıyorum. Yanıma oğlum "Özgür" geliyor. "Ne düşünüyorsun baba?" diyor. Sonra ekliyor:

- Beni yaz baba, beni yaz, benim adımı yaz baba, benim adımı yaz, benden söz et baba, benden söz et... Duruyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, yine düşünüyorum...

Bir dağ başına gitsem, kır çiçekleri toplasam ve sonra, evet ve sonra... ve... ve... ve...

- Bugün ne yazsam?"

Uğur Mumcu
Cumhuriyet, 5.12.1981


Sevgili asker arkadaşım ; Seni özlemle anarak bu yazıyı bitirdim…

Senin yaşayamadığın ama benim şimdilerde yaşadığım şirin bir Ege köyü olan Mazı’da kır çiçeklerinin fotoğraflarını çekmeye çıkıyorum…

Eğer yaşasaydın seni mutlaka bu köye getirirdim… Sana kır çiçeklerinin nasıl fotoğrafının çekildiğini gösterirdim…

Sana “Kır çiçeklerinin fotoğrafı otel defterinin fotoğrafı çekildiği gibi çekilmez…” derdim.

Bu sözü söylediğimde atacağın kahkahanın yankılarını duyuyorum Gökova üstünde…

Bak işte bir kır çiçeği… Bu iki papatyanın biri sen olmalısın…Biri de ben olmalıyım… Biri Patnos’tan biri Siirt’ten gelmiş ve Mazı’da buluşmuşlar…

Ege’de bahar Ankara’da kar var…



İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 28 OCAK 09

19 Ocak 2009 Pazartesi

AHTAPOTUN KOLLARI

AHTAPOTUN KOLLARI

Önceki yıllarda yazdığım gibi Ocak ayı yaşadığımız alışılmadık ölümler nedeniyle bir “hüzün ayı”… Bu ayda belleğimize kazınan isimler ve onların ölüm günleri vardır. Bu nedenle hüzün ayı Ocak’ta yazı yazmakta da, söz söylemekte de hep zorlanmışımdır… Bu ayda o tarihleri ve isimleri düşünmeden gündemdeki diğer konuları yazmak içimden gelmez.

Onları bir kez daha hüzünle, özlemle anarak başlayayım bu haftaki yazıma…

13 Ocak 08 Sevgili Dostum Yücel ÖZEL,
19 Ocak 07 Hrant DİNK,
24 Ocak 93 Uğur MUMCU,
31 Ocak 90 Muammer AKSOY…

Hiçbirinin yeri doldurulamıyor. Beynim çalıştığı sürece anılarımda ve yüreğimde yaşayacaklar…

*

Bundan böyle 09 yılının Ocak ayını da İsrail’in Gazze’de öldürdüğü çocuklarla anımsayacağız. İlk saldırı gününden gelen Gazzeli çocukların ölüm fotoğraflarını yaklaşık bir aydır blogumdan kaldırmadım. Üstüne daha yenileri eklendi. Bu ay fotoğraf sitelerinde neşeli çocuk fotoğrafı paylaşarak andım Gazzeli çocukları… Bugünlerde “geçici bir ateş kes” var gibi görünüyor ama “Barış” Filistin’e ve Irak’a henüz çok uzak…

*

Dünya savaşla ve küresel ekonomik krizle boğuşurken biz Türkiye’de 29 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerin aday şovları ve “bir deli” ile uğraşıyoruz…

*

Yerel seçimlerde kentin ya da beldenin sorunları konuşulmuyor… Varsa yoksa koltuğa kim oturacak, hangi partiden oturacak ? Partilerinden aday gösterilmeyen mevcut başkanlar koltuğu kaptırmamak için parti parti dolaşıyorlar. Kim kabul ederse… İlke milke hak getire… Beş yıl boyunca demediğini bırakmadığı rakip parti birden yeni parti oluyor… Beş yıl boyunca seçimlere bir programla hazırlanmayan ve kendi içinden bir aday bile çıkaramayan parti de hazır başkanla seçime girerse tarihin tekerrür edeceğini geçen seçimi diğer partiden kazanan başkanın bu seçimleri kendi partisinden kazanacağını sanıyor. Yerel seçimlerin bu “Zübük” adayları bana Aziz Nesin’i anımsatıyor…

*

Çocukluğumdan anımsadığım bir halk deyişi var. “Bir deli kuyuya bir taş atar kırk akıllı çıkaramaz.”

Bırakın kırk kişiyi tam yetmiş milyon insan Tuncay Güney isimli bu “deli”nin Türkiye’de “Ergenekon” adı verilen kuyuya attığı taşı çıkarmaya çalışıyor ama nafile…

Bütün medya bu deliden söz ediyor…Devletin televizyonu bile bu delinin saçmalıklarını dört saat yayınlayabiliyor… Bu Ergenekon soytarılığının temelinde bu deli var da “akıllı” olması gereken devlete ve medyaya ne demeli… Bu delinin saçmalıklarını ciddiye alan Vakit, Taraf ve diğer yandaş medya bırakın olayı haber yapmayı yeni operasyon dalgalarında kimlerin evini basılacağını, kimlerin gözaltına alınacağını bile söylüyorlar. Haklarında hukuka uygun bir iddianame bile olmayan, henüz yargılanmayan insanları bile yargılayıp hükümlerini veriyorlar…

Meğer biz farkına varmadan Türkiye’de hukuk sistemi değişmiş. Artık yeni sistemde yargılamayı yargıçlar değil yandaş medya yapıyor, hükümleri de yargıçlar değil bu medyanın yazı işleri kadrosu veriyor. O zaman Silivri’deki mahkemeye ne gerek var ?

Sonuç olarak bu Ergenekon’un ne operasyon dalgası biter, ne bu davası biter… Kısacası “ömür biter bu dava bitmez…”

*

Bu arada biz TRT 2’de bir delinin hikayelerini aval aval dinlerken TRT 3 Meclis TV, AKP’li vekillerimizin ormanlarımızı talancılara peşkeş çekmek anlamına gelen “ 2 B “ yasal değişikliğinin yapıldığı haberini vermiş. Haberiniz var mı ?

*

Deniz dibinin esrarengiz sürüngen canlıları ahtapotlar hakkında ne biliyor sunuz ?
Ahtapot deyince benim aklıma önceleri sadece bu deniz canlısından yapılan salatası ve de Beşiktaş’ta sık sık gittiğim Ahtapot Restaurant gelirdi… Sonraları deniz canavarı olarak tanımlandıkları mitolojik öyküler ve “ Ahtapotun kolları” deyimi.
Bilgi paylaşınca değerlenir… Size ahtapotlar hakkında edindiğim yeni bilgilerden bir kaçını kısaca aktarmak istiyorum.

“Ahtapotlar denizlerde yaşayan en esnek canlılar. O kadar esnekler ki, 2-2,5 cm'lik bir delikten geçebilirler. Gövdelerinde kılçık, iskelet olmadığı için çok küçük boyutlara büzebilirler kendilerini.
Ahtapotların ömürlerinin kısa olması (yaklaşık 300 çeşit ahtapot var en uzun ömürlü tür 5 yıl, sıradan türler 6 ayda bu dünyadaki işlerini tamamlayıp gidiyorlar) onların bazı yetenekler geliştirmesine neden olmuştur. En güzel özellikleri oldukça iyi öğrenme yeteneğidir. Ömürleri kısa olduğu için ebeveynler yavrularına eğitim veremeden ölür böylece ahtapot bireyleri bütün davranışlarını kendi başlarına öğrenirler. Beden büyüklerine göre de oldukça güçlü hayvanlar oldukları için çok ilginç işler yapabilirler. Akvaryumdan kaçıp küvete giden, beslenmek için balıkçı teknelerine giren ahtapotların hikayeleri yaygındır. Ahtapotlar da hem kısa süreli hem uzun süreli hafıza bulunduğu da ispat edilmiştir.
Ahtapotların sinirlerinin çoğu kollarında bulunur, bu yüzden şekilleri algılayamazlar. Durumları file dokunan körlere benzer. Asla tam şekli bilemezler. Ama dokundukları şeyin tadını alabilirler. Dokunma duyuları bu derece hassastır.
Denizden ne çıksa yerim düsturu ahtapotların da yenebilir olduğunu gerektirir. Türüne göre kolları ve/veya kafaları pişirilir yenir. Ahtapotların kollarını düğümleyip, canlı canlı sosa batırıp yiyenler de var. Bu daha çok Kore’de yaygın bir yemek.

Ahtapotlar doğal ortamlarında köpek balıklarını bile yer yutabilir. “


Bu bilgilerin bir parçası olan “Balıkçının karısı ve ahtapotlar” hikayesini de bir gün ayrıca anlatırım…

Bu ahtapot bilgisinin son cümlesinin kanıtı olan belgesel filmi ben internetten şu linkten izledim.

http://www.dailymotion.com/video/xax7_octopus-eats-shark

İnternetteki blogumun okuyucularına kolaylık olsun diye blogumun “bağlantılarım” bölümüne bu belgeselin linkini koydum. Bir tıkla izleyebilirsiniz…

Yazının başlığındaki “Ahatapotun kolları” ne demek oluyor… Siz ne anladıysanız o…
*


*

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 21 OCAK 09

10 Ocak 2009 Cumartesi

İNEGÖL KENT MÜZESİ AÇILDI…İZNİK NE ZAMAN AÇILACAK ?




İNEGÖL KENT MÜZESİ AÇILDI…
İZNİK NE ZAMAN AÇILACAK ?


İnegöl Kent Müzesi’nin 10 Ocak 09 tarihindeki açılışı ile ilgili İnegöl Belediye Başkanı Alinur Aktaş imzalı bu davetiyeyi aldığımda hem çok sevindim hem de içimi bir burukluk kapladı… Çok sevindim. Çünkü komşu ilçelerimizden İnegöl’ün bir kent müzesine kavuşmasının bu ilçeye getireceği artıları düşündüm. Bursa Kent Müzesi’nden sonra ilimizde 5 yıl içinde ikinci bir Kent Müzesi açılması mutluluk verici bir kültür olayıydı…

Bu davetiyeye karşılık İnegöl Belediyesi Kent Müzesi’ne aşağıdaki kutlama mesajımı gönderdim.

“ İnegöl'e bir Kent Müzesi kazandıran başta Belediye Başkanı Alinur AKTAŞ olmak üzere emeği geçen herkesi yürekten kutluyorum. İnegöl Kent Müzesi'nin İnegölümüze, Bursamıza ve ülkemize hayırlı olmasını dilerim.

Bir İznikli olarak İnegöl Kent Müzesi'ni kıskandığımı da itiraf etmeliyim. Maalesef biz İznik'te başaramadık...

Çünkü İznik tarihine, kültürüne ve doğasına değer verecek İznik'in tarihinden geleceği görecek vizyonu olan bir Belediye Başkanı bulamadık... İznik'in okuyan, düşünen, yazan insanlarına değer vermek, onları dinlemek bir yana onlara bir selamı bile esirgeyen bir Belediye Başkanı ile İznik'in bir 5 yılı daha uçup gitti...

Keşke Alinur AKTAŞ gibi bir Belediye Başkanımız olsaydı...

İnegöl Kent Müzesi'ni en kısa zamanda ziyaret edeceğim.

İznik'ten selam,sevgi ve saygılarımla.

Hüseyin AY
İznik DOĞUŞ Gazetesi Yazarı “


İnegöl Belediyesi Kent Müzesi’nin açılışını bir kez daha buradan kutluyorum.

Peki bu kadar sevindiğim bir olayla ilgili neden içim burkuldu ?

Kutlama mesajımda İnegöl Belediyesi Kent Müzesi’ni bir İznikli olarak kıskandığımı belirttim…Bu gazete sütunlarında İznik Kent Kimliği ve İznik Kent Müzesi ile ilgili yazdığım yazıları anımsadım.
Bu yazılarımın sadece tarihlerini ve başlıklarını vereceğim…

02 Şubat 05 : “ İZNİK’İN KENT KİMLİĞİ “
09 Şubat 05 : “ İZNİK’İN KENT KİMLİĞİ -2- “
16 Şubat 05 : “ Kent Kimliği’nin Güzel Bir Örneği BURSA KENT MÜZESİ”
07 Aralık 05 : “YEREL TARİH-KENT BELLEĞİ VE İZNİK TARİHİ “
10 Mayıs 06 : “MÜZELER, KÜLTÜR VE TURİZM (1)”
17 Mayıs 06 : “MÜZELER, KÜLTÜR VE TURİZM (2)”
24 Mayıs 06 : “MÜZELER, KÜLTÜR VE TURİZM (3)”


Bu sütunda 07 Haziran 06 tarihinde yayınlanan “ Bir kere daha…Bıkmadan, Usanmadan…“ İZNİK’İN KENT KİMLİĞİ ve İZNİK KENT ARŞİVİ “ başlıklı bir yazımı ise bir kez daha yayınlıyorum. İznik Kent Arşivi’ne bir belge olarak kalsın diye…

“ 2005 yılının 2 Şubat ve 9 Şubat günlerinde Çarşamba Sohbetleri Grubunda “Kentlilik Bilinci ve Kent Kimliği” konusunu konuştuk.Ben de bu sütunlarda 2 ve 9 Şubat tarihlerinde “ İZNİK’İN KENT KİMLİĞİ”, 16 Şubat günü ise “ Kent Kimliği’nin Güzel Bir Örneği BURSA KENT MÜZESİ” başlıklı yazılar yazdım.

Bu akşam saat 21.00 de Süleyman Paşa Medresesi’nin bahçesinde Bursa’dan gelen bu konuların uzmanı 3 konuğumuzla aynı konuları konuşacağız. Bir kere daha, bıkmadan, usanmadan İznik’in Kent Kimliği’ni ve İznik Kent Arşivi’ni İznik’in gündemine getiriyoruz.

Bundan sonra da bu konunun ısrarla, inatla takipçisi olacağız. Çünkü İznik’i sevmenin lafla olmayacağını biliyoruz. İznik’in çağdaş bir kent olabilmesi için önce kent kimliğinin tanımlanması, sonra Kent Arşivinin oluşturulması, daha sonra da İznik Kent Müzesi’nin kurulmasından geçtiğini biliyoruz. Bunun gerçekleşmesi için uğraşımız sonuna kadar sürecek. Bunlar olmadan İznik için ne yaparsanız yapın İznik kasaba olmaktan kurtulamayacak, çağdaş bir kent olamayacaktır. 25 değil 100 metrelik aydınlanma direği dikseniz de, dört bir yana çevre yolu yapsanız da İznik’i aydınlığa, çağdaşlığa, geleceğe bunlarla taşıyamazsınız…”

İznik tarihiyle, doğasıyla zengin bir kent. Ancak aynı İznik bu zenginliğini dünyaya tanıtamıyor, bu zenginliğinden nimetlerinden yararlanarak ileriye doğru bir adım atamıyor. Günden güne de geriye doğru gidiyor. Yukarıda belirttiğim gibi 9 Şubat 2005 tarihinde bu sütunlarda yazdığım yazımdan bir bölümü ( bir kere daha… ) burada tekrarlamak isterim.

“İznik bu tarihi-kültürel zenginlikleri ile kent kimliğine adını “Müzekent” olarak yazdırmıştır. İznik, gölü ile, zeytini,üzümü ile süslediği bu kimliğini geleceğe nasıl taşıyacaktır? Önemli olan soru budur. Sorun da buradadır.

Bana göre İznik bu zengin kent kimliğine yerel yönetimi, sivil toplum kuruluşları, yerel basını, aydınları ve halkı ile sahip çıkmalı, bu kimliği bir marka olarak tanımlama sürecini başlatmalı, bu zengin kimlikten yararlanarak çağdaş kent kimliğini de tüm dünyaya tanıtmalıdır. Bunun da yolu kentlilik bilincinden geçer.Çağdaş İznik bir kültür kenti, bir turizm kenti, bir tarım kenti olacaksa sorunlarını da demokratik bir biçimde tartışabilmeli, sorunlarına çözüm yolları üretebilmelidir.”

Birbiriyle sadece dedikodu yapmak için konuşanlar, düşüncelerini ifade edemeyince karalamaya, küfüre, küsmeye sığınanlar, tartışmayı bilmeyenler de bizim gündeme taşıdığımız bu kavramlara alışacaklar. Yavaş olacak ama olacak…

Kendi kendinize konuşmayın, kendi kendinizi alkışlamayın. Gelin diğer insanlarla konuşun, dinleyin, bilmiyorsanız öğrenin. Sizden farklı düşünen insanların düşüncelerini dinleyin, farklı düşünceye hoşgörüyle yaklaşın, tahammül edin. Aynalar çoğunlukla yalan söyler,aynalara inanmayın. Bence bu akşamki sohbeti kaçırmayın. “


Bu konuda 07 ve 08 yıllarındaki yazılarımı bir kenara bırakıyorum…

Şimdi anlaşıldı mı İnegöl Belediyesi Kent Müzesi’ni neden kıskandığım ?

Eğer İnegöl Belediye Başkanı Alinur AKTAŞ gibi İznik Belediye Başkanı Kadri ERYILMAZ da İznik’in düşünen insanlarının düşüncelerine değer verseydi, onların yazdıklarını okusaydı biz İznikliler olarak İnegöl’den önce İznik Kent Müzesi’ni açardık…

Ancak yapamadık… Çünkü İznik’in önünde İznik Belediye Başkanı Kadri ERYILMAZ gibi bir engel vardı…

İznik Belediye Başkanı Kadri ERYILMAZ, İznik Kent Müzesi açmak yerine ne yaptı ?

İznik Gölü’nün kuşlarının barınma yeri olan sazlıklarını yok ederek doğayı katlettiği yetmiyormuş gibi İznik Gölü’nün en güzel yerine “golf sahası” açacağım diye birilerine peşkeş çekmeyi “icraat” saydı.

Yazık oldu İznik’in 5 yılına… AKP’nin sloganı gereği “ DURMAK YOK, YOLA DEVAM !” anlayışı sürecekse İznik bir 5 yılı daha şimdiden kaybetmiş demektir…

İnegöl Belediyesi Kent Müzesi ile ilgili bilgilere şu linkten ulaşa bilirsiniz :

http://www.inegol.bel.tr/kentmuzesi.php

*
YEREL SEÇİME DOĞRU : SON DAKİKA…

Bu haftalık yazımı Cumartesi günü yazıp gönderdikten sonra hafta sonunda Bursa’da ve Ankara’dan yapılan açıklamalarla 29 Mart 09’da yapılacak yerel seçimlerde İznik’in adayları da kesinleşti…

AKP’nin “ Golfçü Başkan” Kadri ERYILMAZ’ a “buraya kadar…” deyip İsmail YILMAZ’ ı aday göstermesine sevindim.

CHP’den Dündar KOYUTÜRK’ ün adaylığı da bu parti adına umut vericidir.

Belediye Başkan adayları belli olduğuna göre şimdi geçen hafta Recep BOZKURT Hocamın yazdığı gibi sırada “ortak akıl kullanarak yerel yönetimlerde takımı oluşturmak…” ilk görevdir.

İznik’in önümüzdeki 5 yıl içinde kaybettiği yılları telafi etmek ve zincirlerini kırarak atağa geçmesi için ben bir yurttaş olarak gönlümden geçen takımın oyuncularını, yani yeni dönemde İznik Belediye Meclisi’nde görmek istediğim arkadaşların isimlerini yazmak istiyorum. Hiç biri ile bu konuyu konuşmadım, görüşlerini almadım. Bu nedenle tamamen benim gönlümden geçen isimlerdir. Kuşkusuz daha başka isimler de vardır.

Dündar KOYUTÜRK’ ün Başkanlığında ya da kaptanlığında benim yeni dönemde İznik Belediye Meclisi’nde görmek istediğim isimler :

Murat SÜRÜK, Tarık DEMİRAY, Hüseyin KURTAY, Hüseyin ACAROL, Hüseyin FIÇICIOĞLU, Mahmut ÇALIŞKAN, Şefik AKIN, Metin AYDEMİR, Serdar AYDIN ve Mahmut USTA…Bu listeye 3-4 kadın üyenin de katılması ile oluşturulacak yeni bir İznik yerel yönetimi ile kazanan siyasi partiler değil İznik ve İznikliler olacaktır.




İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 14 OCAK 09

5 Ocak 2009 Pazartesi

09 ‘ A “MERHABA” DERKEN…

09 ‘ A “MERHABA” DERKEN…

Haftalık yazılarımı genellikle Pazar günleri yazarım. Pazar günü yazdığım yazıyı önce DOĞUŞ ’a gönderir sonra da internet ortamında dost okurlarımla da paylaşmak için blogumda yayınlarım.

Ancak bu hafta öyle olmadı. Yazı yazma ve paylaşma işi Pazartesiye sarktı. Çünkü Pazar günü fotoğraf dostlarımla bir fotoğraf gezisine katıldım. Kırklareli’nin Vize ilçesine bağlı Kıyıköy ’de sürekli yağan yağmura karşın sıcak dostluklar paylaştığım yeni dostlar edindim.

Yeni yılın ilk günü Ankara’da 7 üniversiteli gencimizi doğal gaz zehirlenmesinden yitirmekle yaşadığımız büyük acıyı bir nebze olsun unutabilmek adına da bu gezi benim için yararlı oldu. Gün boyu hiç gazete okumadan, televizyon seyretmeden yağmurda ıslanarak, karlara bata çıka Trakya’nın bu şirin köyünde doğa, tarih ve dostlarla iç içe yaşarken zaman zaman yazacağım bu haftaki yazımı da düşünmedim değil…

Bir yandan bir gece önce okuyup bitirdiğim gazeteci-yazar Ece TEMELKURAN ‘ ın “AĞRI’ NIN DERİNLİĞİ” kitabının düşündürdükleri. “Soykırım” ı “kabul edenler - inkar edenler” den “özür dileyenler - özür dilemeyenler” basitliğine indirgenen tartışmalar… Sadece Türkiye tarihinin değil içine iki “ dünya savaşı” bile sığmış dünya tarihinin en önemli bir “kargaşa” “altüst” oluş dönemi olan 1820 – 1950 dönemini öyle bir-iki cümlelik metinlerle geçiştirmek mümkün mü ? Bu sosyolojik, kültürel ve ekonomik yönden gerçekten karmakarışık dönemin tarihine ve olaylarına ; Irkçılığa kadar varan “ milliyetçi fanatizm”in ve “dini fanatizm”in at gözlüğünden bakarsanız mümkün tabii ki…

Aynı at gözlüğünden bakış günümüz siyaseti için de geçerli. Bu yılın yerel seçimlerine üç aydan az bir zaman kaldı. Bu köşede bundan bir ay önce yani 3 Aralık 08 ’de yayınlanan “KÖMÜR VE ÇARŞAF KARASI” başlıklı yazımda bu yerel seçimlerle ilgili yazdığım yazımdaki şu cümlem geçerliliğini koruyor :

“ Kısacası yerel seçimler yaklaşırken siyasi partilerin “alevi açılımı”, “kara çarşaf açılımı”, “kürt açılımı” , “doğal gaza yüzde yüz zam, bedava kara kömür açılımı” gibi sahte açılımlarla Türkiye’nin bir yere varması mümkün değildir.”

Siyasi partilerin bu sahte açılımlarının gölgesinde bu yerel seçimde adayların da belli olmaya başladığı bugünlerde yerel yönetimlerin beldeler için tarihsel ve toplumsal önemine değinen enfes bir yazı okudum bu sabah…

Yine bu köşede 17 Aralık 08 tarihinde yayınlanan “ İznik Mavi Çini’den İznik Kültürü’ne…“ İZNİK Dün – Bugün - Yarın I ” “ başlıklı yazımda son kitabını tanıttığım sevgili dostum tarihçi, araştırmacı, yazar Recep BOZKURT’un İznik’teki yerel gazetelere ve yerel internet sitelerine gönderdiği yazısı…

“ YEREL YÖNETİMLERDE TAKIM ÇALIŞMASI VE ORTAK AKIL KULLANMANIN YARARI VE ÖNEMİ…” başlıklı yazısında Recep BOZKURT, İznik yereli ve özelinde hiçbir siyasi hesabı ve beklentisi olmadan , hiçbir siyasi partiyi hedef göstermeden düşüncelerini aktarmış.

“ İş işten geçmeden ve tam bugünlerde, bu konuda aklı ve sağduyuyu her türlü düşüncenin ve siyasetin önüne koyalım…

Yoksa İznik yine yerinde sayacak !..

Yine, “Bu İznik’ten adam çıkmaz!..” diyenler kazanacak…”


Recep Hocamın İznik’in bugününü ve geleceğini tarihin ışığında yaptığı değerlendirmelerine ve düşüncelerine tümüyle katılıyorum. Benim pek umudum yok ama umarım Recep Hocamın bu düşüncelerini İznikliler ve İznikli siyasetçiler anlar…

Ocak aylarında neden yazı yazmak istemediğimi önceki yıllardaki yazılarımda belirtmiştim. Bu ruh halim bu yılın Ocak ayı için de geçerli. Ancak ne yazık ki yaşam devam ediyor… 30 yıl önce Ankara’da faşist kurşunlarla kaybettiğimiz 7 gencimize bu yıl doğal gazdan zehirlenen 7 gencimiz eklendi… Gençler açısından değişen bir şey yok… Ankara’yı yönetenler açısından da…

Yeni bir yıla, ölümlere inat yaşama “Merhaba !”

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 07 OCAK 09