25 Ocak 2009 Pazar

“ BUGÜN NE YAZSAM ? “

“ BUGÜN NE YAZSAM ? “

“Bugün ne yazsam ? “…

Bir çok yazıma bu soruyla ve benzer sorularla başladığımı anımsıyorum.
Bu hafta da öyle oldu. İnsanın içinden yazı yazmak gelmezse böyle olur…

Dün 24 Ocak’tı…
Uğur Mumcu’yu andık 16. katlediliş yıldönümünde…
Yıllar geçiyor…
Unutuluyor çekilen acılar…
Dün tarih oldu.
Bugünü yaşıyoruz.
Yarını yaşar mıyız bilmiyoruz…
Ama çocuklarımız yaşayacak.
Çocuklarımız tarihi okumalı, tarihi öğrenmeli, tarihi bilmeli, tarihi sevmeli.
Çocuklarımız, gençlerimiz gelecekte mutlu yaşamak istiyorlarsa;
Yarını kurmak ;
Bugünü anlamak için ;
Dünden başlamalılar tarihi okumaya…
Çocuklarımız bilmeliler ki tarih dediğimiz;
Ezenleri kahraman ilan eden, ezilenlerden, öldürülenlerden, yenilenlerden hiç söz etmeyen ; Okullarda okutulan tarih dersi değildir.
Tarih halkın belleğinde yaşayan ezilen halkların , savaşlarda ölüleri bile sayılmayan , adları sanları bilinmeyen sıradan insanların, işçilerin, köylülerin, kölelerin isyan tarihidir…

Tarih üzerine düşüncelerimi açıklayan bir yazı mı yazsam ?

Hayır, hayır bugün tarih yazmayacağım… Siyaset, seçimler, adaylar… İnsanlar televizyon izliyor nasılsa…

Beyaz Amerika’ya siyah başkan… B.Hüseyin OBAMA’yı mı yazsam ? 60 yılda ırkçılığın geldiği nokta filan… Hiç sırası değil.

Uğur MUMCU…

Ne yazabilirim ki Uğur MUMCU hakkında…

83 yılında Paris’teki tanışıklığımızı…Bana neden “asker arkadaşım” dediğini… Asker arkadaşımla ellerimizi omuzlarımıza atarak ve de saatlerimizi göstererek çektirdiğimiz askerlik hatırası fotoğrafımızdan mı söz etsem… Ama bunlar özel anılarımız bizim… Sırası değil.

Dün ve bugün tekrar tekrar okuduğum ve dinlediğim 25 Ağustos 75’te Cumhuriyet’te yayınlanan “Sesleniş” isimli yazısını mı yayınlasam…

“ Vurulduk ey halkım, Unutma Bizi “ diye başlayan…

“Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.”
,

Diye devam eden “Sesleniş” i bugünün gençleri bir kere daha okumalı…

um:ag (Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı) Vakfı Yayınları’nın ilk kitabı olan “Vurulduk Ey Halkım” kitabını açıyorum.

Bu kitapta “Sesleniş” yazısı Nuri KURTCEBE’nin çizgileriyle anlatılmış. Bu kitaptaki diğer yazıları okuyorum.

İşte o yazılardan birinin başlığı : “Kır Çiçekleri…” Cumhuriyet’te 5.12.81’de yayınlanmış…

İşte bu yazıdan buldum ben de yazımın başlığını…

Asker arkadaşım Uğur MUMCU’nun “Kır Çiçekleri…” yazısından bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Kır Çiçekleri..."

"Bugün daktilomun başında yıllardan beri ilk kez, ne yazacağımı düşünerek dakikalarca durdum. Elim bir türlü tuşlara varmadı.

- Ne yazayım bugün?

İnsan, içindeki sıkıntılarla boğuştu mu sözcükler, bir dönme dolap gibi beyninizde döner durur. Öyle ki, sözcükleri beyninizden, yüreğinizden ve dilinizden çekip, daktilo şeridine vuramaz, ak kâğıt üzerine siyah harfleri, siyah sözcükleri dizemez, noktaları, virgülleri koyamazsınız...

Çünkü, sözcüklerin kendi dünyaları vardır; bu dünyalar, güneş çevresinde dönen küreler gibi beynimizde, vicdanımızda, yüreğimizde döner dururlar...

Sözcükler, gün olur, uzanamadığımız yıldızlar kadar uzak, gün olur, hoyratça ezip, geçtiğimiz kır çiçekleri gibi, bizlere yakın olurlar. Ve biz çoğu kez bu uzaklığı da, bu yakınlığı da ölçüp biçemeyiz.

Ve sözcükler, yüreklerimizde, vicdanlarımızda, beyinlerimizde ve de atar damarlarımızda döner, dururlar...

Bugün hiç yazı yazmasam diyorum, gitsem bir dağ başına, gitsem, kır çiçekleri toplasam, bunları bir demet yapsam; desem ki, bu çiçeğin adı, "Erdem", bunun "Onur", bunun "İnanç"...

- Ne yazayım bugün?

(…)

- Ne yazsam bugün?

Eski dosyaları mı çıkarsam? Hayır çıkarmayacağım!.. Geçmiş olaylarından vicdan muhasebelerine sayfalar mı açsam? Hayır, açmayacağım! Düne, önceki güne, daha öncesine mi uzansam? Hayır uzanmayacağım!...

- Ne yazsam bugün?

Canım bir dağ başında kır çiçekleri toplamak istiyor. Kıbrıs'tan kopup gelen ılık güney rüzgârları ile Ege'nin güneşli sabahlarından kaçamak gelen ışıklarla, ülkemin dört bir yanından toplayacağım kır çiçeklerini bir vazoya yerleştirip, "işte" desem, işte yıllarca yazmak isteyip de yazamadığım bunlar, işte bunlar.

Çiçekler yan yana, çiçekler aynı topraktan gelme ve aynı suyun içinde; biri "İnanç", biri "Erdem", biri "Onur"...

- Bugün ne yazsam, ne yazsam acaba?

Daktilomun başında yıllardan beri ilk kez yazacağım yazının soru işaretine takılıp dakikalarca düşünüp duruyorum. Sözcükleri, daktilonun tuşlarından kara şeride bir türlü çarpamıyorum. Yanıma oğlum "Özgür" geliyor. "Ne düşünüyorsun baba?" diyor. Sonra ekliyor:

- Beni yaz baba, beni yaz, benim adımı yaz baba, benim adımı yaz, benden söz et baba, benden söz et... Duruyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, yine düşünüyorum...

Bir dağ başına gitsem, kır çiçekleri toplasam ve sonra, evet ve sonra... ve... ve... ve...

- Bugün ne yazsam?"

Uğur Mumcu
Cumhuriyet, 5.12.1981


Sevgili asker arkadaşım ; Seni özlemle anarak bu yazıyı bitirdim…

Senin yaşayamadığın ama benim şimdilerde yaşadığım şirin bir Ege köyü olan Mazı’da kır çiçeklerinin fotoğraflarını çekmeye çıkıyorum…

Eğer yaşasaydın seni mutlaka bu köye getirirdim… Sana kır çiçeklerinin nasıl fotoğrafının çekildiğini gösterirdim…

Sana “Kır çiçeklerinin fotoğrafı otel defterinin fotoğrafı çekildiği gibi çekilmez…” derdim.

Bu sözü söylediğimde atacağın kahkahanın yankılarını duyuyorum Gökova üstünde…

Bak işte bir kır çiçeği… Bu iki papatyanın biri sen olmalısın…Biri de ben olmalıyım… Biri Patnos’tan biri Siirt’ten gelmiş ve Mazı’da buluşmuşlar…

Ege’de bahar Ankara’da kar var…



İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 28 OCAK 09

Hiç yorum yok: