29 Ekim 2008 Çarşamba

Cumhuriyet’in 85.Yılında NEREYE GİDİYORUZ ?

*
Türkiye Cumhuriyeti bugün 85.yılını kutluyor… Bugün Ankara’da, tüm illerde ve ilçelerde, meydanlarda, hipodromlarda, stadyumlarda resmi törenler yapılacak. Askerler, polisler, öğrenciler bu törenlerde askeri ve sivil erkanın bulunduğu tribünleri selamlayarak geçit resmi yapacaklar. Askeri ve sivil erkanda yan yana kimi yerde bir araç üstünde kimi yerde yürüyerek törenlere katılanların ve halkın bayramlarını kutlayacaklar. Hamasi kahramanlık ve birlik, beraberlik nutukları atılacak, şiirler okunacak. Anıtkabir yine bayraklı insanlarla dolup taşacak. Televizyonlar bu törenleri naklen verecek. Yarın tüm gazeteler “Cumhuriyet Bayramını Coşkuyla Kutladık !” başlıkları atacak…

Gerçekten bu yıl da Cumhuriyet Bayramı coşkuyla mı kutlanacak ? Yani bu bayram da tüm ulus askeri ve sivili ile birlik ve beraberlik içinde mi ? Bana hiç öyle gelmiyor…

Gelin şu birlik ve beraberlik manzarasını birlikte seyredelim…

Ülkenin güney doğusundaki dağlarda 25 yıldır kirli bir savaş sürüyor. Şehit cenazeleri geliyor. Bazen 15 , bazen 20… Kentlerde bir haftadır çatışmalar sürüyor…

Geçen yıl Cumhuriyet mitingleri düzenleyenler, bu mitinglerde bayrak sallayanlar “ Türkiye laiktir, laik kalacaktır ! “ diye slogan atanlar Silivri’de Ergenekon Davası’nda yargılanıyor…

Geçen yıl 22 Temmuz seçimlerinde yüzde 47 oy olan iktidar partisi AKP daha bir yıl dolmadan Anayasa Mahkemesi tarafından laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak saptanıyor ve kapatılmaktan kıl payı kurtuluyor. Hafta sonu 8 ilde türbanı yasaklayan Anayasa Mahkemesi lanetleniyor.

İktidar, muhalefet ilişkilerine bakın… Gazetelerin başlıklarına bakın… Ülkedeki kavganın, ayrışmanın boyutlarını görün.

Bütün bunlar bu Cumhuriyet Bayramı’nda sergilenen birlik ve beraberlik sahnelerinin ne kadar yapmacık olduğunu göstermiyor mu ?

İşte bu nedenle bu bayram için yapılan resmi törenlerin benim gözümde hiçbir anlamı yok. Çünkü bu kutlamalarda konuşan bazı siyasilerin, bürokratların hamasi nutuklarının sahte olduğunu, bizzat kendilerinin Cumhuriyet’e inanmadıklarını, Cumhuriyet’i yıkmak için yemin etmiş tarikat şeyhleri ile ilişkilerini bilmek doğrusu midemi bulandırıyor.

Cumhuriyet’in 85.yılındaki bu manzara sizi mutlu ediyor mu ? Doğrusu beni hiç mutlu etmiyor. Oysa biz Cumhuriyet’in 85.yılında bunları mı tartışmalıydık ?

Bu 85 yılda geldiğimiz noktada Cumhuriyet’in temel hedeflerinden biri olan çağdaşlaşma kavramını tartışmak isterdim. Bu tartışma için bundan 35 yıl önce yani 1973 yılında Cumhuriyet’in 50. yılı için Prof.Dr. Niyazi Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşma” kitabından ve Prof. Dr. Emre Kongar’ın 99 yılında Kıbrıs’ta yapılan Niyazi Berkes Sempozyumundaki sunumundan alıntılanmış birkaç paragraf okumaya ne dersiniz ? Belki biraz ufkumuz açılır.

“ 3) Berkes'te Çağdaşlaşma Kavramı.

Bütün bu açıklamaları yapan Berkes, sekülerleşme ile çağdaşlaşma arasındaki ilişikiyi kesin bir biçimde, "secularism sözcüğü bu çağdaşlaşma sözcüğüne hem anlam, hem köken açısından daha yakındır, hatta onun tam karşılığıdır," diyerek tanımlamıştır. (s.16).

Berkes, din ve devlet ayrımını vurgulayan laiklik kavramından çok daha kapsamlı olduğunu düşündüğü çağdaşlaşma terimi ile ifade ettiği değişme sürecini şöyle tanımlar:

"Değer ölçüleri olmayan hiç bir toplum yoktur; ancak bazı değerler zamanın gereklerine göre değişeceğine, zamanla katılaşma, kireçleşme eğilimi gösterirler. Bu, bize üç şeyi anlatır: toplumun insanları arasında birbirine çok yapışık bir birlik vardır; kişiler değişmez kurallara uyarak yaşamayı çok rahat ve kolay bulurlar; toplumları, yaşlanan kişilerin damarlarının sertleşmesi gibi katılaşmıştır. Kişiler böyle bir durumu çok beğenirler. Ancak değişme zorunluklarının sillesini yemeyen toplum da yoktur. Zamanın yumrukları altında bazı kişiler, alışık oldukları ölçüleri bırakmaya, bazılarını gizli ya da açıkça çiğnemeye; bazıları da dışardan yeni kurallar almaya, ya da kendileri yeni kurallar geliştirmeye başlarlar. Bunu yapanların iç hayatında ise çatışmalar başlar, bunun da sayısız görüntüleri vardır.

"Bir toplumda en yüksek sayılan değerler, özellikle böyle zamanlarda, dinsel değerler kılığına girmeye de eğilimlidirler. Din, geleneğin en son sığınağı, en son savunma kalesidir. Aslında toplumun eski yaşayışının kökeninden gelen bir çok alışkanlıklar, kolaylıkla din gereği imiş gibi bir nitelik kazanırlar. İşte bunun içindir ki, çağdaşlaşma sözcüğünün özü, ‘layikleşme'sözcüğünün söylemek istediği gibi toplumu, bu dinselleşme hummasının yakasından kurtarma işi imiş gibi gözüküyor ve burada laicisme ile secularism terimlerinin anlamları, ayrı sözcük kökenlerinden geldiği halde, birbirlerine uyuyor". (s.17).

Daha sonra Berkes, "çağdaşlaşma" ile "dinselleşme" arasındaki diyalektik ilişkiye işaret ederek, "dinselleşme" sürecini esas olarak değişmenin zorladığı "çağdaşlaşma"nın başlattığını belirtir:

"… bir toplumda değişme zorunlukları ortaya çıkınca, bilerek bilmeyerek ya da isteyerek istemeyerek, çağdaşlaşmaya doğru bir yönelme başlayınca, o zamana dek açıkça din şemsiyesinin altına girmemiş birçok işler, değişme yağmuru karşısında, bu şemsiyenin altında toplanmaya başlar. Örneğin, ilerde göreceğimiz gibi, sırf devlet işlerinde suçlu görülen bir Sadrazam, ‘dine ihanet etmiş bir kişi olarak' öldürülür. Demek ki, ‘çağdaşlaşma' ile ‘dinselleşme' birbirleriyle aşağı yukarı çağdaştırlar. Dinselleleşme, çağdaşlaşmaya karşı, kaplumbağanın kabuğuna cekilmesi gibi bir korunma çabasıdır. Bu eserde de göreceğimiz gibi, her çağdaşlaşma döneminin arkasından bir dinselleşme humması başlar". (ss. 17-18).

Berkes için çağdaşlaşma, özet olarak "kutsal kuralların" sarsılması sorunudur. Bu ise, laiklik ile ifade edilen, din işleri ile devlet işlerinin ayrılmasından çok daha kapsamlı bir süreçtir:

"Şu halde, çağdaşlaşma konusunda asıl sorun, kutsal sayılan alanın ekonomik, teknolojik, siyasal, eğitsel, cinsel, bilgisel yaşam alanlarında daralması, etkisizleşmesi sorunudur. Bu alanın (hiç değilse bazı kişilerin yaşamında) hemen hemen hiçe inmesi eğilimi olduğu için, buna karşı olanlar ‘gerici' adını hak ederler. Bu nitelikle başını kaldırdığı ya da ‘dur, olamaz' diye kolunu kaldırdığı zaman başka çeşitten bir savaş başlar. Bu savaş artık din-devlet savaşı değil, ileri-geri savaşı olur. İlerleme ve gelişme ile tutma ve denge gibi iki amacı gerçekleştirme çabası biçimin alır. Hatta kimi zaman halk-devlet arası çatışma, aydın-yobaz arası çekişme, ya da dengeleşme, millet-devleti, millet-toplumu olma biçimine de girer".(s.20). “


( http://www.kongar.org/makaleler/mak_ni.php )

(* Meraklısına Not : Prof.Dr.Niyazi Berkes’in 1973 baskısı kitabı piyasada bulunmamaktadır. Kitap YKY tarafından 2002 yılında yeniden basılmıştır.)

Tüm olumsuzluklara karşın Cumhuriyet’in 85.yılı ve Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun !

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 29 EKİM 08

19 Ekim 2008 Pazar

Çınarlı Köyün Muhtarı FEVZİ KAVUK



*
Nazım Hikmet ölümünden 10 yıl önce yazdığı “Vasiyet” isimli şiirinin sonunda şöyle der :

“Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-Öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
Ve de uyarına gelirse,
Tepemde bir de çınar olursa
Taş maş da istemez hani... “


Nazım Hikmet “Şeyh Bedreddin Destanı” nda İznik Gölü ve İznik’e önemli bir yer ayırır.

“ Bu göl İznik gölüdür.
Durgundur.
Karanlıktır.
Derindir.
Bir kuyu suyu gibi
içindedir dağların.
(…)
Bu göl İznik gölüdür.
Yanında İznik kasabası.
İznik kasabasında
kırık bir yürek gibidir demircilerin örsü.
Çocuklar açtır.
Kurutulmuş balığa benzer kadınların memesi.
Ve delikanlılar türkü söylemez. “


Nazım Hikmet’in birinci ölüm yıl dönümü olan 3 Haziran 1964 tarihinde İznik’in Müşküle Köyü’nde O’nun vasiyetini yerine getirmek üzere 5-6 kişi bir araya gelir ve İznik Gölü’ne nazır bir zeytinliğin içine bir çınar dikerler. Nazım Hikmet’in mezarı bir gün Türkiye’ye getirilirse Nazım oraya gömülsün diye… Kimdir bu beş kişi… Bursa Hapishanesinde Nazım Hikmet’i tanıyan Müşküleli İsmail Başaran, köyün genç muhtarı Fevzi Kavuk, çınarın dikildiği zeytinliğin sahibi Rıfat Talan ve Bursa’dan gelen yine Nazım Hikmet’in hapishane arkadaşı ressam İbrahim Balaban ve Mimar Emin Canpolat…

O gün dikilen çınar bugün ne yazık ki yaşamıyor. Hikayesi uzun… Tıpkı Müşküle Köyü’nün 20 yıl arlıksız muhtarlığını yapan Fevzi Kavuk’un hikayesi gibi.

Müşküle Köyü’nde muhtarlık yaptığı 20 yıl içinde (25 Ağustos 60 – 12 Eylül 80) ilk sosyalist köy muhtarı olması, 65 ve 69 seçimlerinde Bursa’dan milletvekili adayı olduğu TİP’ in ( Türkiye İşçi Partisi) oyların büyük çoğunluğunu alması nedeniyle Müşküle Köyü Türkiye’nin sosyalistlerinin ve aydınlarının ilgi noktası haline gelmiştir. O yıllardan beri Müşküle Köyü “ Çınarlı Köy “ ve Fevzi Kavuk “Çınarlı Köyün Muhtarı” olarak bilinir.

Gemlikli yazar Hasan Öztürk, Fevzi Kavuk’un çileli yaşam öyküsünü biyografik roman olarak yazmış… TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) yayınlarından çıkan “Çınarlı Köyün Muhtarı” isimli bu kitabı ben de bugün yani 19 Ekim’de aldım. Bugün Tüstav’ın İstanbul Beyoğlu’nda düzenlediği tanıtım toplantısına katıldım. Kitabın yazarı Hasan Öztürk ve kitabın kahramanı Çınarlı Köyün Muhtarı Fevzi Kavuk’un söyleşisini dinledim… Toplantı sonunda kitabımı ikisine de imzalattım.

Eve gelir gelmez kitabı şöyle bir karıştırdım ve hemen okumaya başladım. Toplantı sırasında Fevzi Abi’yi dinlerken 48 yıl öncesinin İznik’ine gittim, geldim…60’lı,70’li ve 80’li yılları anımsadım… 31 yıl önce İznik Gölü’nün kenarında bir çay bahçesinde İsmail Başaran, Fevzi Kavuk ve birkaç dostla birlikteki sohbetimizi anımsadım. O sohbetimizde de İsmail Başaran bana “Buğday Direniyor” isimli şiir kitabını vermişti. Hala saklarım.

Fevzi Kavuk’un yaşam öyküsünün biyografik olarak anlatıldığı “Çınarlı Köyün Muhtarı” isimli kitabı tüm dostlarımın, İzniklilerin ve kendisini aydın, solcu, sosyalist olarak tanımlayan herkesin okumasını dilerim. Çünkü bu kitap Fevzi Kavuk’un yaşam öyküsü olduğu kadar Müşküle’nin, İznik’in, Bursa’nın ve Türkiye solunun yakın tarihidir.

19 Ekim’deki toplantıda Fevzi Abi’nin sağlığını, özellikle hafızasını çok iyi buldum. Kendisine daha nice sağlıklı yıllar diliyorum.

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 22 EKİM 08

13 Ekim 2008 Pazartesi

KAPİTALİZMİN KÜRESEL KRİZİ

*

ABD’de mortgage (morgıç) ev kredi sisteminde başlayan ekonomik kriz ABD’den sonra AB’ni, Uzak Doğu’yu, kısacası tüm dünyayı sarmış durumda. Yani kapitalizmin krizi de küreselleşti. ABD’ de uluslar arası dev şirketler, bankalar batıyor. Borsalar tepe taklak… AB’de de durum aynı. ABD’de Başkan Bush, yeni başkan adayları krizi nasıl duraklatırızın derdinde. Temsiciler Meclisi ve Senato paket üstüne paket görüşüyor. AB ülkelerinin liderleri toplantı üstüne toplantı yapıyor.

Dünyada krizden etkilenmeyen, etkilenmeyecek bir tek ülke var. Bilin bakalım neresi ? Doğru tahmin ettiniz bu küresel krizden etkilenmeyecek tek ülke Türkiye’dir. Dünya yanarken neden Türkiye’ye bir şey olmuyor ? Çünkü bizim Kasımpaşalı Başbakanımız var…

Bugün 13 Ekim 08…Gazetelerin başlıklarına, haberlerine bakıyorum.

İngiltere Başbakanı Gordon Borown krizle ilgili aldıkları tedbirleri açıklıyor.

Bizim Kasımpaşalı Başbakanımız her şeye ve herkese kızdığı gibi bu kez de “Bu küresel krizden Türkiye de etkilenecek.” diyenlere kızıyor… Ve de ekliyor : "Kimse merak etmesin, evvel Allah bize bir şey olmaz..." Dünyaya ve krizine meydan okuyan Kasımpaşalı Başbakan neye güveniyor acaba ? Herhalde Türkiye de bol miktarda bulunan Şeyhlerin mucizelerine güveniyor gibi geliyor bana.

Bu araya bir parantez açayım. 5 hafta sürdürdüğüm “ TARİKATLAR VE DEMOKRASİ ” yazı dizimde bilerek son sözü söylemedim. Bir uygun zamanda bu konudaki son sözümü de söyleyeceğim. Bazı dost okurlarımın bilgisine…

Dönelim kapitalizmin şu küresel krizine. Devletler, liderler krizden kurtulmak için uğraşıyor. Batan şirketlere, bankalara destek paketleri hazırlıyorlar. Olmadı zordaki bankalara devletler el koyuyor… Sahi bu arada bir IMF vardı. Türkiye’ye 01 krizinde acı reçetelerle kriz önlemeye çalışan…Kurallarını Türkiye’nin liderlerine dikte ettiren. O IMF’nin bu krizde hiç sesi çıkmıyor… Neden acaba ? Bizim devlet bankalarını kapattıran, devlet bankacılık yapamaz diyen IMF özel bankaları devletleştiren ABD’ye ve AB ülkelerine niye karşı çıkmıyor dersiniz ?

Kapitalizmin bu küresel krizinin 29 krizinden daha derin olduğu söyleniyor. En iyi tahminle krizin ABD ekonomisinde büyüme yerine durgunluk getireceği ifade edilerek ABD’de tüketimin düşmesinin bütün dünyayı sıkıntıya sokacağı da belirtiliyor. Ve yapılan değerlendirmeye göre :


Avrupa Birliği ile Çin’in Amerika’ya yaptığı yaklaşık 800 milyar dolarlık ihracat azalacak.
Bu durumda Türkiye’nin AB’ye ihracatı da düşecek. Türk ekonomisi de durgunluğa girecek.

Cari açığı aşırı yüksek olan Türkiye, ekonomisini döndürmekte, borçlarını ödemekte büyük sıkıntılara düşecek.


Son dönemde yıldızı parlayan Başbakanımızın en çok kızdığı analistlerden Erhan Göksel adını duymuş muydunuz ? Bu krizi önceden gören Verso Araştırma Şirketi Sahibi Erhan Göksel daha da ilginç şeyler söylüyor.

Erhan Göksel’in söylediklerinden birkaç satır başı… Bu görüşler tartışmaya açık görüşler. Ben sadece bilginiz olsun diye aktarıyorum. Söz Erhan Göksel’de

Yeni bir kriz etnik savaş çıkarır

Krizin siyasi sonuçları için 3. dünya savaşı çıkabileceği yorumunda bulunan Erhan Göksel, "Eğer bu kriz, Türkiye'de tsunami etkisi oluşturursa, inşallah olmaz ama, o zaman bir Türk-Kürt savaşı çıkar. En büyük korkum bu" diye konuştu.

Amerika Sosyalist Devletleri!

2005'de ABD mortgage krizi ile 2009'da finans krizinin olacağını nasıl tahmin ettiğini anlatan Göksel, "Çünkü bu bir zincir. Kapitalizmin bugünkü politikaları çökmüştür. Bu kriz, kapitalizmin yapısal sorunudur. ABD bu krizi, para politikaları ile ötelemeye çalışıyor. ABD bir çeşit sosyalistleşiyor. Şimdi çok ilginç bir noktaya doğru gidiyor. Artık ABD'ye, İngilizce USSA, Amerika Birleşik Sosyalist Devletleri demek lazım" dedi.


Bütün bunlar, kapitalizmin küreselleşme politikalarının çöktüğünün işareti" diye konuştu.

Krizin Avrupa'ya yansımasını göstermemek için rakamların saklandığını belirten Göksel, "Avrupa, ABD'den daha kötü durumda. Çünkü ABD'de kriz olursa, ki olacağına kuşku yok, 2009'un başında bu işin olacağı görünüyor. 3-4 ay sonra. O zaman ABD'de yüzde 60'ını ihraç eden AB, en ağır patronu kaybetmiş olacak" dedi.

Aynı tehlikenin Türkiye için de geçerli olduğunu belirten Göksel, " Biz de ihracatımızın yüzde 58'ini Avrupa'ya yapıyoruz. Avrupa çökerse, Türkiye de çökecek. Bu bir zincir. Çünkü bütün dünya düzeni, bir kapitalist düzen. Bütün pazarlar birbirine bağlı. Bunun adı da zaten, küreselleşme veya küresel kapitalizm dedikleri olay" dedi.

Krizin siyasi sonuçları

Finans krizinin dünya ve Türkiye siyasetine etkisini de değerlendiren Erhan Göksel, "Eğer ABD, bugün dünyadaki kapitalizmi kendisine uydurarak komünist devlet olmasına rağmen kapitalist kurallarla oynayan Çin ile yeniden masaya oturup dünyadaki paylaşım alanları yeniden değerlendirmezse 3. dünya savaşı çıkacaktır. Tıpkı kapitalizmin kendi iç çelişkisi nedeniyle çıkan 1 ve 2. dünya savaşında olduğu gibi. Ama ABD küresel dünyanın liderliğinde bunu gördüğünü biliyorum. Genel eğilim Çin ile masaya oturmak yönünde. Dünyayı bir çeşit ikinci Yalta gibi yeniden paylaşacaklardır. Paylaşmazsa ABD kapitalizminin sonu gelecektir" dedi.

Türkiye'ye etkisini de değerlendiren Erhan Göksel, "Benim bir tezim var: 'Siyasette hangi vitesle iktidara çıkarsanız, o vitesle inersiniz'. AKP yolsuzluk ve yoksulluk viteslerine kullanarak iktidar oldu. Şimdi yolsuzluk konusunda ciddi töhmet altına girdi. Yıpranıyor. Ama bundan da önemlisi, yoksulluk vitesiyle inecektir. En büyük kriter bu. Eğer bir kriz olursa, Türk halkı fakirleşecektir, yoksullaşacaktır. Bu AKP'nin ciddi biçimde sonunu getirecektir" dedi.

Göksel, "Türk halkının muhafazakar kimliği, bölge ve İsrail politikalarından dolayı, ben Türkiye'de AKP tabanının üzerine yükselecek başka bir alternatif hareketin yelkenlerinin şişeceğini düşünüyorum. Ama dünyadaki her ekonomik kriz, etnik savaşları ve çatışmaları tetiklemiştir. Şayet, Türkiye'de ekonomik bir deprem olursa, inşallah olmaz ama, o zaman bir Türk-Kürt savaşı çıkar. En büyük korkum bu" dedi.

Erdoğan'a eleştiri

Türkiye'nin bu krizden fırsat çıkarabileceğini söyleyen Başbakan Erdoğan'ı da eleştiren Erhan Göksel, "Sayın Başbakan'a birkaç şeyi hatırlatmak istiyorum. Türkiye'nin anormal bir cari açığı var. Dünya genelinde en büyük cari açık ülkemizde. Miktar olarak önemli değil. GSMH'ye oranı yüzde 7,4'ü bulmuştur. 7'inin üstüne çıkmış bir ülke yönetilemez. Bu cari açığı da biz, yüksek faizle kapatıyoruz. Türkiye, AKP iktidarı döneminde 49 milyar dolar özelleştirme yapmış. Bu özelleştirmenin tamamı, cari açığı finans etmek için faize gitmiştir.

Şimdi Türkiye'nin yaşayabilme olanağının olması, borçlanabilme imkanına bağlıdır. Dünyadaki faizin iki katını ödüyorsunuz uluslar arası tefecilere. Bu faizin karşılığında, size yeni borçlar veriyorlar. Bu nereye kadar sürdürülebilir? " dedi.

Dünya kapitalizminde sıkıntı çıktığında borç veren sermayenin ülkelerine döndüğünü vurgulayan Erhan Göksel, "O zaman Türkiye cari açığını finanse edemez. Yetmiş sente muhtaç duruma düşer" dedi.

Türkiye'de devalüasyon olacak

Bu krizin 2001'dekine benzemeyeceğinin altını çizen Erhan Göksel, "Bu kriz çok daha kötü. Daha farklı sonuçlar doğuracak. Kötülüğünün nedeni, Türkiye'deki özel sektörün, AKP iktidara geldiğinde 27 milyar dolar dış borcu varken, bugün bu borç 176 milyar dolara çıkmıştır. Dışarıya libor artı 3-4 ile borçlanıyorlar. Bunların bir kısmı elbette yatırım için yapılıyor. Ama büyük kısmı bu parayı bozarak gelip devlete satıyor. Devlete faizle borç veriyorlar. Zaten piyasada eşek yüküyle dolar olmasının nedeni bu" dedi.

Kriz ortamındaki olabilecek devalüasyona dikkat çeken Göksel, "Böyle bir ortamda, Türkiye'de olabilecek bir devalüasyon, bütün özel sektörün anahtarının yabancılarına eline geçmesini yol açar. Bunu BDDK başkanı gördü, uyardı. TOBB başkanı Hisarcıklıoğlu da gördü, uyardı. Aslında özel sektörün hepsi bunu biliyor.

Bilmeyen Sayın Başbakan.

Önümüzdeki süreçte, kaçınılmaz bir şekilde devalüasyon tehlikesi var. Bu devalüasyonu dolar, euro olarak düşünmeyin. Topyekün devalüasyon. Tehlikesi var değil, olacak. Falcı değilim, rakamlara bakarak söylüyorum" şeklinde konuştu.


İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 15 EKİM 08

6 Ekim 2008 Pazartesi

BİR YIL ÖNCE - BİR YIL SONRA… DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK !

*
Bayram sonrası 6 Ekim Pazartesi sabahı bu haftaki yazımı yazmak için oturdum bilgisayarımın başına… Ulusal Gazetelerin birinci sayfalarına bakıyorum. Şehit cenazelerinden başka haber yok… Bir de trafik kazaları. Ve şehit cenazeleri üzerinden yapılan çirkin siyaset…Anadolu’da VAKİT isimli pespaye gazetenin başlığı : “ Bu analar fino köpekli değil, başörtülü “ Midem bulandı. Yeni bir yazı yazmak gelmedi içimden. Geçen yıl 17 Ekim 07 tarihinde bayram sonrası yazdığım yazıyı okudum bir kez daha. Gördüm ki bir yıl içinde değişen hiç ama hiçbir şey yok. Geçen yıl 15 şehit cenazesini bayram öncesi kaldırmışız. Bu yıl bayram sonrası. Tek değişiklik bu…

Bu nedenle geçen yılki yazımı yeniden yayınlıyorum…

17 Ekim 07 tarihli DOĞUŞ’tan :

“ BAYRAM GELMİŞ NEYİME-KAN DAMLAR YÜREĞİME…

Yazının başlığındaki sözcükler çoğunluğun anımsadığını sandığım bir halk türküsünün dizeleri.

Evet, bir bayram geldi geçti… Ama nasıl geçti ? Türkü sözlerinde olduğu gibi kan damlayan yüreklere bayram gelmiş, geçmiş kimin neyine.

Bir yanda siyasi terör, bir yanda trafik terörü… Siyasi terörde yaşamını yitirenler şehit, trafik teröründe yaşamını yitirenler Niyazi…

Bu yazıyı yazdığım Pazar akşam saatlerinde başta İstanbul olmak üzere büyük kentlere bayram dönüş çilesi devam ediyordu. Ve sadece üç günlük bayram trafiğinde yaşamını yitirenlerin sayısı 84 kişiydi… Bayramlarda trafiğe insan kurban etmek bizim ülkenin değişmeyen geleneği. Bozuk ve denetimsiz yollar, trafik kurallarına uymamayı kural edinmiş, aceleci, saygısız sürücülerle daha uzun yıllar değişmesi de mümkün değil.

Yazımızın asıl konusu siyasi terör. Bayram öncesi kalkan 15 şehit cenazesinin hüznü çöktü bayramın üstüne. Şehit askerlerin evlerinde ağıtlar yakıldı ,törenlerde nutuklar ve sloganlar atıldı, yumruklar sıkıldı…Siyasiler kınama demeçleri yayınladılar. Medyada şehitlerin yaşam öyküleri yazıldı, çarpıcı manşetler atıldı, insanların kanayan yürekleri, gözyaşları bol bol malzeme yapıldı…

İlk gün konuyu gelecek ay Başkan Bush’la görüşeceğini açıklayan Başbakan bayramda tavır değiştirdi. Sınır ötesi operasyon için Meclis’e yeni bir tezkere getirmeye karar verdi. Sanatçılara vereceği kokteyli erteleyen Cumhurbaşkanı kızının görkemli düğününü ertelemeyi düşünmedi.

Dünyanın çeşitli bölgelerinde, Ortadoğu’da ve Türkiye’de süren tüm kirli savaşların ve terörün kaynağı ABD emperyalizmidir. Bu gerçek apaçık ortadayken ABD emperyalizmine karşı çıkmayan, karşı çıkmak bir yana ABD emperyalizminin savaşlarına ve terör eylemlerine destek olanlar, bu terörden siyasi çıkar umanlar bu terör suçuna ortaktırlar. Bu suç ortaklarının başında Kuzey Irak’taki Kürt milliyetçileri ve PKK gelmektedir.

Kendi aralarında kavga eder görünseler de bizim Türk ve Kürt milliyetçisi siyasi partilerimiz de ABD emperyalizmine karşı kesin bir karşı duruş tavrı sergilemedikleri için içte verdikleri keskin mesajların ve sahte göz yaşlarının hiçbir önemi yoktur.

Bana göre savaşa ve teröre karşı yeni bir toplumsal muhalefet oluşturulmalıdır. Bu yeni toplumsal muhalefetin ortak paydası ise ABD emperyalizmine, savaşa ve teröre karşı duruş olmalıdır.

Terör eylemlerinde taraf olunmamalıdır. Masum insanların canına kast eden terörizmin milliyeti de dini de yoktur.Teröristin Kürdü,Türkü, Ermenisi, Rumu, Arabı, Amerikalısı, İngilizi, Fransızı, Almanı, İspanyolu olmadığı gibi teröristin müslümanı ,hıristiyanı, yahudisi de olmaz. Milliyetlerine ve dinlerine göre terör eylemlerinde taraf tutulursa, teröristler bu kriterlere göre değerlendirilip sadece bir kısmına karşı çıkılıp bir kısmına destek olunursa bu terörizme karşı çıkmak olmaz. Nerden ve kimden gelirse gelsin tüm terörist eylemlere karşı çıkılmalıdır.
Yoksa terörizmin kaynağı ve baş destekçisi ABD emperyalizminin yaptığı gibi Iraklı, Arap, Filistinli, Afgan teröristler kötü, Amerikalı, İsrailli ve Kürt teröristler iyidir derseniz, ya da tersini söylerseniz siz terörizmde taraf tutuyorsunuz demektir.

ABD emperyalizmine, onun savaşlarına ve terörist eylemlerine karşı çıkmayanlar, ulusal ve bölgesel düzeydeki terörist eylemlerde taraf tutanlar ne kadar milliyetçi, ne kadar solcu, ne kadar dinci olurlarsa olsunlar sonuçta ABD kaynaklı terörist anlayışın ve vahşetin değirmenine su taşımaktan başka bir şey yapamazlar.

İşte bu koşullarda bir bayram gelmiş, geçmiş benim neyime… “


İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ 08 EKİM 08