26 Mayıs 2008 Pazartesi

KESKİN SİRKE

*

Türkiye’de kuşkusuz geçen haftanın en önemli olayı 21 Mayıs’ta yayınlanan Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun bildirisi idi. Daha önce birkaç kez okuduğum bu bildirinin tam metnini bu yazıya başlamadan önce bir kere daha okudum…

AKP’nin anlamadığı, anlamak istemediği ve bazı yalakaların “ Yargı Darbesi “ olarak adlandırarak eleştirdikleri ve benim tümüyle katıldığım bu metinden iki kısa paragrafı sizinle de paylaşmak istiyorum.

Çelişki ve yanlışlıklar sürdürülmüş, açılan davayı Anayasal ve yasal sorumluluk ve yetkinliğiyle hukuka uygun olarak değerlendirilip sonuçlandıracağında hiçbir kuşku bulunmayan Anayasa Mahkemesi’nin, her tür etkiden uzak biçimde yargı yetkisiyle baş başa bırakılması ve sonucun saygıyla karşılanacağı kanısının yaratılması yerine, Anayasa’nın 138. maddesi hükmünü gözardı eder bir sorumsuzlukla, yargıyı etkilemeye yönelik tavır, davranış ve görüş açıklamaları artan bir hızla sergilenmiştir.

Yargı huzurunda, kendini ve siyasi teşekkülünü hukuka uygunluk içinde savunmak, ithamların asılsızlığı inancına sahip olunuyorsa kendi karşı kanıtları ve gerekçeleriyle iddiaları çürütmek yerine, “dilediği her şeyi yapabilme yetkisini halktan aldığı” gibi şaşırtıcı bir inançla, Yargıyı ve mensuplarını halka şikayet ederek, hedef göstererek, hatta yabancı kişi ve kuruluşların yardım ve katkılarını sağlayarak, Türk yargısını etkileme niyet ve gayretine girmek suretiyle, açılan kapatma davasında lehe sonuç alma heves ve yöntemleri sıklıkla denenir olmuştur.”


Önceki yıllarda Yargıtay Başkanları Adli Yıl’ın başlangıç törenlerinde yaptıkları konuşmalarla yargının sorunlarına değinir, satır aralarında ifade ettikleri kelimeler bile başta Hükümet olmak üzere herkes tarafından ciddiye alınırdı. Bu kez sadece Yargıtay Başkanı değil tarihinde ilk kez Yargıtay Başkanlar Kurulu geniş kapsamlı bir bildiri yayınlıyor, çok açık ve net eleştirilerde bulunuyor.

AKP Hükümeti’nin Adalet Bakanı Mehmet Ali ŞAHİN ‘ in tepkisine bakın… “ Dam Üstünde Saksağan…” Sayın Bakan gerisini getirmiyor. “ Vur Beline Kazmayı “ diyemiyor. Sonrasında ise vay efendim bildiri siyasi imiş de… Yargıtay’ın böyle bir bildiri yayınlama yetkisi yokmuş da…

Adalet Bakanı’nın “ Dam Üstünde Saksağan…” olarak adlandırdığı bu bildiri ulusal basında bir haftadır enine boyuna tartışılıyor. Tartışılmaya da devam ediyor.Benim bu yazıyı yazdığım 26 Mayıs 08 günü Hürriyet’ten Tufan TÜRENÇ’in yazısından bir bölümünü aktarıyorum…

Anlayamadığım, Başbakan rejimin hemen bütün kurum ve kuruluşlarıyla kavga ederek rejimi nasıl daha güçlendirecek?

Başbakan ve bakanları acaba birbiri ardına gelen bu bildirileri oturup sakin bir kafayla hiç değerlendirdiler mi?

Yargı mensuplarının bu bildirilerinin derinliklerindeki kişisel olmayan rahatsızlıklarını, endişelerini algıladılar mı?

Bu bildirilere imzalarını koyan insanların Cumhuriyet’in temel değerleri konusundaki duyarlılıklarını görebildiler mi?

Yine bu bildirilerin özünün, yargı bağımsızlığının, hukukun üstünlüğünün AKP iktidarı tarafından yok edilmek istendiği mesajına dayandığını anladılar mı?

* * *

Daha açık bir dille soralım.

Başbakan ve bakanları, yargı mensuplarının laik demokratik cumhuriyet, yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin üstünlüğü konularında bu hükümete güvenmediklerini hálá anlamadılar mı?

Evet anlamadılar. Zaten ta başından beri de anlamıyorlar.

Yalnız yargının değil, tüm cumhuriyet kurumlarının rejimin temel ilkeleri konusunda AKP iktidarına güvenmediğini de anlamadılar.

Çünkü devlet yapısını kendi kafalarındaki yapıya göre şekillendirmeyi amaçladıkları için anlamak istemiyorlar.

Hedef belli: "Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletine dayanan cumhuriyeti, üzerine İslam şalı geçirilmiş bir cumhuriyete dönüştürmek."

İşte yaşadığımız kavganın ve gerginliğin bir türlü bitmemesinin de nedeni bu. “


AKP’nin Başbakanı, Bakanları, parti yöneticileri ve yandaşları ile yalaka medyaları bugünlerde pek bir sinirliler…Bizim daha önceki yazılarımızda “ yüzde 47 şımarıklığı” dediğimiz davranışları toplumun bütün kurumları ile kavgaya, saldırganlığa dönüştü.

Yüzde 47 ile son seçimleri sandıkta kazanan ama iktidar olamayan AKP kendilerine göre bir devlet düzeni kurmanın sıkıntılarını yaşıyorlar. Sadece Anadolu’da değil İstanbul’da bile turistik tesislerde dahi alkolü yasaklıyorlar. Manisa’da Belediye Başkanı ve Mesir Macuncu milletvekili Bülent ARINÇ 19 Mayıs’ta üniversiteli kız öğrencilerin spor kıyafetlerini beğenmemişler… 23 Nisan’a alternatif olarak kutladıkları Kutlu Doğum Haftaları’nda küçücük çocuklara tesettür kıyafeti giydirip ilahi okutanlar gelecek 19 Mayıs Bayramlarında da buna benzer görüntü istiyorlar.

Özgürlük diye türban özgürlüğünden başka özgürlük tanımayanlar, toplumun her kesimi ile kavgalı, sadece AB ve ABD ile dost olanlara söylenecek çok söz var da biz de Sayın Adalet Bakanı gibi bir atasözü ile bitirelim yazımızı… Keskin Sirke Küpüne Zarar…

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 28 MAYIS 08

19 Mayıs 2008 Pazartesi

UTANMAK ÜZERİNE

*

Uzunca bir süredir İznik’te yaşamadığım için yazılarımın konularını İznik değil genel siyasal ve sosyal konular oluşturuyor. Bilinçli olarak İznik’te olup bitenleri yazmıyorum. Ama bir İznikli olarak kasabamda neler olup bittiğini çeşitli kanallardan izlemeye çalışıyorum.

Ünlü şair Kavafis’in “Kent” şiirinde “ …bu şehir arkandan gelecektir…Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda…” dediği gibi nereye gitsem İznik beni bırakmıyor. İznik arkamdan geliyor…

En son 26 Aralık 07 tarihli yazımı İznik’ten yazmışım. İznik üzerine bir yazı yazmak istiyordum ama başka konuda. DOĞUŞ’ ta bir süredir ilgiyle izlediğim Soner İLHAN arkadaşımın “Dördüncü Yılın Sonunda Belediye” yazı dizisi hakkında yazacaktım. Soner İLHAN arkadaşımın emeğine, kalemine sağlık. İznik Belediyesi’nin 4 yıllık icraatını uzun uzadıya kanıtlarıyla birlikte yazmış. Arada atladığı çok konu da var. Yazılanlara İznik Belediyesi’nin bir yanıt verip vermediğini bilmiyorum. Benim sözüm Soner İLHAN arkadaşıma. Benim görüşüme göre İznik Belediyesi’ni bu kadar uzun uzadıya yazmaya gerek yoktu…

Bana göre mevcut İznik Belediye yönetimi, iktidarı ve muhalefeti ile (Metin Aydemir hariç) benim son 50 yılda tanıdığım, gördüğüm en başarısız, en beceriksiz belediye yönetimidir…

Gelelim yazının başlığındaki “ Utanmak “ konusuna…
Geçen hafta İznik’in web sayfalarında ve yerel basında “ YOKSA MİNAREDEN UTANIYOR MUSUNUZ ? “ başlıklı bir haber dikkatimi çekti…

Kendilerini “Biz İznik Halkı Olarak, İznik Halkının tercümanı olarak, “ tanımlayan İznik’in AKP serdarı olan iki arkadaş Ayasofya’nın restorasyonu kapsamında yapılan minareyi beğenmemişler… Restorasyon adı altında müteahhide yaptırılan minareyi “Bu Müslüman Türk Milletine Hakaret” olarak görmüşler ve de “Bu İznik’e ve İznik Halkına yapılmış bir Hakarettir.” buyurmuşlar…Bu iki kişilik İznik Halkını ve İznik Halkının gerçekten tercümanlarını kutluyorum…Hiç değilse ilçede olup bitenle, hiçbir sorunla ilgilenmeyen CHP, MHP ve diğer muhalefet partileri gibi sessiz kalmayıp düşüncelerini açıklamışlar ve yetkililere iletmişler.

Fotoğraflarını gördüm. Gerçekten İznik’in bu en ünlü tarihi eserine yakışmayan, estetikten uzak, kelimenin tam anlamıyla çirkin gecekondu minaresi gibi bir şey çıkmış ortaya…Bu çirkinlikle ilgili söyleyeceğim çok şey var da ilk aklıma gelen soruyu sorayım.

Bu çirkinlik anıtı oraya yapılıncaya kadar İznik’in yöneticileri neredeydi acaba ? Proje aşamasında bu garabeti görüp itiraz etmediler mi ? Yaptığı restorasyonlarla övünen, övülen İznik Kaymakamı proje aşamasında bunu göremedi mi ? Eşrefzade Camii’nin inşaatında kazma kürek poz veren Belediye Başkanı bu projeyi merak edip hiç görmedi mi ? Bu çirkinlikten ilk utanacaklar bu yöneticilerimiz değil mi ? Ya adı var kendi yok Bursa Koruma Kurulu’na ne demeli ? Böyle mi koruyacaksınız tarihi eserleri ?

Bu çirkinliği hazmedemeyen arkadaşlara ve hazmeden yerel yöneticiler ile diğer siyasi partilere söylenecek çok söz var… Öncelikle İznik’in 30 yıllık yerel gazetesi DOĞUŞ’u okusunlar, incelesinler. Önce güncel olduğu için Ayasofya’dan başlayayım…Sadece geçen yıl yazdıklarımı anımsatıyorum.

14 Şubat 07 tarihli DOĞUŞ’un bu köşesinde “ACEMİ BERBER FIKRASI ve RESTORASYON REZALETİ !” başlıklı yazımda Milliyet Gazetesi’nden bir haber aktararak sözü bizim Ayasofya’ya getirmişim. Aydın’ın Didim ilçesinde bir kilisenin restorasyon adı altında nasıl tahrip edildiğini örnek gösterdim. Aynı yazımın sonunda işte yazdıklarım :

İznik’te de bazılarının alkışlarla karşıladığı tam bir restorasyon seferberliği yaşanıyor.Bu restorasyonların bilimsel kurallara ve yasalara uygun olarak yetkililerin denetiminde yapılmasına elbette hiçbir itirazımız olamaz.Yapanları biz de alkışlarız…

Ancak önceki uygulamaları, Şeyh Kudbeddin Camii, Kırgızlar Türbesi örneklerini gördükten sonra doğrusu yetkisiz, bilgisiz, kural tanımaz kişiler ve şirketler tarafından yapılacak bu restorasyonlara kuşkuyla yaklaşıyoruz…

Yerel basından öğrendiğimize göre İznik’in en önemli tarihi eseri bir dünya mirası olan 1700 yıllık Ayasofya’nın restorasyonu da İznik Köylere Hizmet Birliği tarafından yaptırılacakmış…Bu ülkede Vakıflar Genel Müdürlüğü ne iş yapıyorsa…

Didim’de 200 yıllık kiliseyi restorasyon adına tahrip edenler gibi umarım İznik’in Ayasofya’sını da tahrip etmezler ve benzer haberler okumayız. Ben şimdiden uyarayım dedim. Eğer bu restorasyon işi yetkililerin kontrolünde ehil insanlar tarafından yapılmayacaksa, sırf birilerine iş çıksın, para kazansınlar diye yapılacaksa, tarihi eserimiz tahrip edilecekse hiç yapılmasın daha iyi…”


Bitmedi.

5 Aralık 07 tarihinde yazdıklarımdan :

“Bu arada yerel ve bölge basınında Ayasofya Müzesi’nin restorasyon ihalesinin yapıldığını, restorasyonun yakında başlayacağını okuyorum.
Restorasyon adı altında Kırgızlar Türbesi’nin mezarlarını yok edenlere hiç güvenim yok. İznik’in en eski tarihi eseri Ayasofya Müzesi’ni de restorasyon adı altında, 1700 yıllık mozaik ve freskleri tahrip ederek, burayı da camiye çevirmelerinden kuşku duyarım.”


Son olarak 26 Aralık 07 tarihinde yazdıklarımdan :
“Ayasofya’nın restorasyonundaki ilk göze çarpan olumsuzluk ise yapının önüne ve cadde tarafına çekilen çirkin perde. Binanın önünü kapatan bu çirkin perde nedense arkasına çekilmemiş…Yani yarısı perdeli yarısı perdesiz. Aslında hiç olmasa daha iyi olacak…

İzniklilerin bu Ayasofya restorasyonunu dikkatle izlemelerini öneririm. Bakalım yarım perdenin arkasından ne çıkacak ?”



Ayasofya’nın minaresinin çirkinliğini hazmedemeyen İznikli arkadaşlar, yerel yöneticiler ve siyasi partiler Şeyh Kudbettin Camii’nin restorasyonundaki çirkinlikleri (cami ve minare kapılarını, konulan Bizans sütunundan kazınılan haçı vd.) nasıl hazmettiniz ? Yazıları ve fotoğrafları DOĞUŞ arşivinde var.

Ya Kırgızlar Türbesi’nden mezarları kaldırıp içi boş sandukaları İznik halkına, Kırgız yetkililerine mezar gibi gösterip kandırmak Müslümanlığa hakaret değil de nedir ? Ben kendi adıma olayı TBMM’ne kadar taşıdım. Fotoğrafları, yazıları her şey DOĞUŞ arşivinde var. Ne Hükümeti, ne Valisi, ne Kaymakamı bir tek satır yanıt veremedi. Olayı hazmettiler. Örtbas ettiler. Ya siz nasıl hazmettiniz ?

İznik’teki restorasyonlarla ilgili söylenecek o kadar çok şey var ki…Ben bildiklerimi söyledim,yazdım. Söylemeye de yazmaya da devam edeceğim…

Son olarak bir öneri…Belediyemiz geçmiş yıllarda İznik Dörtyol’a anıt dikmeye uğraşıyordu. Alın size Dörtyol’a anıt…Hatta İznik’in amblemi de değiştirilmeli ve bu yeni anıt İznik’in sembolü olmalı. Bu anıttan utananlar ve utanmayanlar ne dersiniz ? İznik’e yakışmaz mı ?

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 21 MAYIS 08

12 Mayıs 2008 Pazartesi

MARE NOSTRUM

*




**


Bildiğiniz gibi geçen hafta zorunlu nedenlerle yazımı yazamadım. Geçen hafta yazmayı düşündüğüm 1 Mayıs 08 olayları ile ilgili düşüncelerimi –güncelliğini yitirmiş gibi görünse de- yine de kısaca yazmak istiyorum.

30 Nisan 08 tarihinde bu köşede yayınlanan “ 1 MAYIS DÜŞÜNCELERİ “ başlıklı yazımın sonunda “ Umarım ve dilerim ki Türkiye’yi yönetenler 31 yıl önceki ayıbı tekrarlamazlar ve Türkiye’nin işçileri, emekçileri 1 Mayıs bayramlarını özgürce ve barış içinde Taksim Meydanı’ nda kutlayabilirler.” demiştim ama ne yazık ki bu dileğim gerçekleşmedi. Doğrusu gerçekleşmeyeceğini ben de biliyordum ama çaresiz bir umut ifadesiydi benimki.

1 Mayıs 08 günü İstanbul’da yaşananları sabahın ilk saatlerinden itibaren televizyon kanallarından izlemeye çalıştım. İletişim teknolojisi sayesinde o gün İstanbul’da olup biteni benim gibi tüm Türkiye ve de tüm dünya izledi, gördü.

Aman işçiler Taksim’e çıkmasın, orada bayram yapmasın…” korkusu ile 1 Mayıs 08 günü İstanbul’un otobüs, metro, araç , vapur, motor seferlerini durduran , Taksim Meydanı’nı tel örgülerle kapatan, polislerle dolduran, kendini kentin yöneticisi sanan Vali Bey’i bunca önleme karşın yine de Taksim Meydanı’na gitmek isteyeceklere “orantılı güç” kullanarak engel olacağını duyuruyordu.

İstanbul Valisi’nin “orantılı güçleri” ellerinde taleplerini yazdıkları bezden pankartlardan başka silahı olmayan işçilerin sendikaları olan DİSK’te bile toplanmasına izin vermedi. Üzerlerine tazyikli su sıktı, gaz bombası attı. Aynı şey bir siyasi parti olan ÖDP ‘ de toplananlara da yapıldı. Orantılı güçler önüne geleni copladı, tokatladı, tekmeledi… Yetmedi. En kanlı savaşlarda bile dokunulmayan hastaneye bile gaz bombası attı bu orantılı güçler.

Ama Allah için görevlerini yaptılar…İşçileri Taksim Meydanı’na sokmadılar. Bu görevini başaran orantılı güçlerin komutanı İstanbul Valisi’ ne bir madalya ve o gün işçilere dayak atmaktan bitap düşen tüm polislere birer maaş ikramiye verilmezse ayıp olur…

AKP ’nin nasıl bir özgürlükçü ve demokrat parti olduğunu bütün dünya gördü. Türbandan başka özgürlük tanımadığını, bilmediğini biz biliyorduk ve söylüyorduk da AKP yardakçısı bazı yazar ve çizer de nihayet gerçeği gördü mü acaba ? İşte bu yardakçılardan biri olan Radikal Gazetesi’nin 2 Mayıs 08 tarihli manşeti :

“AKP'nin demokratlığı buraya kadarmış “

Gazetelerine bu anlamlı başlığı atan İsmet Berkan ve ekibine ne diyelim ? “ Günaydın ! “

Radikal Gazetesi’ne “ günaydın “ diyorum da olayları partisinin grup toplantısında değerlendirirken sendikalara “ Şişli’de 500 kişiyi bile toplayamadılar…” diyen Kasımpaşalı Başbakana diyecek bir söz bulamadım…

Türban özgürlükçüsü AKP bu başarılı Taksim savunmasından sonra İstanbul Valisi’ ne madalya, orantılı güçlerine birer maaş ikramiye verir de AKP’ ye ödülü kim verecek ? AB’ nin şaşkın müfettişleri mi ? AB artık durdurduğu üyelik görüşmelerini açabilir. Hatta sadık dostları türban özgürlükçüsü, sandık demokratı AKP kapatılmasın diye Anayasa Mahkemesi karar vermeden önce Ankara’da bir zirve toplantısı da düzenleyebilirler…

Biz geçelim 1 Mayıs’tan 6 Mayıs’a…

6 Mayıs 72 günü sabaha karşı Ankara’da darağacına asılarak idam edilen üç fidan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan aradan 36 yıl geçmesine karşı unutulmadı. Eğer yaşasalardı bugün 60’lı yaşlarda benim gibi birer emekli olacaklardı…Bu konuda yazılacak çok şey var.

Ben sözü ve yazıyı uzatmamak için onları Can Baba’ nın (Can YÜCEL) bir şiiri ile saygı ve özlemle anıyorum.

CAN YÜCEL

MARE NOSTRUM *


En uzun koşuysa elbet Türkiye'de de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun !

___________________
*Bizim Deniz (Latince)

İZNİK DOĞUŞ GAZETESİ - 14 MAYIS 08