YASAK KİTAPLAR
Bu yazımda son dönemlerde okuduğum kitaplardan söz etmek istiyordum. Ancak son haftanın gelişmeleri aynı konuyu başka açıdan bakmamı ve değerlendirmemi gerektirdi.
“Yasak” ve “Kitap” kavramlarının geçmişte ve günümüzde kullanımı üzerine beynimde bir düşünce fırtınası oluştu.
Blogumda 27 Şubat tarihinde yazdığım “ PAYLAŞIM ÜSTÜNE “ başlıklı yazımı internet ortamında yayınladıktan sonra tüm bloglara erişim mahkeme kararıyla yasaklandı.
Daha önceki “youtube” yasağında yasağın nasıl delineceğini Başbakanımızdan öğrenmiştik. Biz bilgisayar kullanıcıları bu kez Başbakanı beklemeden yasak bloglara erişim yöntemini bulduk. Ancak ben kendi adıma bloguma erişebilmekle birlikte tedbir olarak kendime başka bir servis sağlayıcıdan bu blogu açmakta yarar gördüm.
27 Şubat tarihli “PAYLAŞIM ÜSTÜNE” başlıklı yazımın son cümlelerini burada tekrarlamak istiyorum.
“ Son söz olarak söylemek istediğim şudur : Beyninizin enformasyon çöplüğüne dönüşmeden aydınlık bilgilerle dolması için Türk görsel ve yazılı medyasına mesafeli durun ! Daha az televizyon seyredin ama daha çok kitap okuyun lütfen ! “
Medyaya mesafeli durmak, ülkede ve dünyada olup bitene duyarsız kalmak anlamına gelmiyor elbette ki. Okur-yazar bir yurttaş olarak bu duyarlılığınızı, düşüncelerinizi, tepkilerinizi diğer insanlarla nasıl paylaşacaksınız ? Öncelikle yazarak, konuşarak ve bir araya gelerek… Demokratik ülkelerin Anayasalarında ve yasalarında buna yurttaşların “bireysel hak ve özgürlükleri” denir.
Ancak faşist, totaliter rejimlerde ve bizdeki gibi “ileri demokrasi” lerde bu bireysel hak ve özgürlükler karşımıza “yasak” olarak, “gözaltı”, “ cezaya dönüşmüş yıllarca süren tutukluluk”, “yandaş medyanın yargısız infazı”, “bitmeyen ceza davaları”, “tecrit”, “işkence”, “orantısız güç”,”tekme-tokat”, “cop”, “biber gazı” ve “tazyikli su” olarak karşımıza çıkar.
12 Eylül 10’ referandumunda yüzde 58 “evet”, “yetmez ama evet” oyuyla geçiş yaptığımız “ileri demokrasi” mizde geçen haftanın olaylarına bakar mısınız ? Önceki hafta gözaltına alınıp tutuklanan Odatv yöneticisi Soner Yalçın ve 2 arkadaşından sonra geçen hafta da gazeteciler Nedim Şener, Ahmet Şık’la birlikte 5 kişi daha gözaltına alınarak tutuklandılar ve Silivri’ye gönderildiler.
Hukuki prosedür uygulanmaktadır. Haydi diyelim ki “soruşturmalar gizlidir” bilmediğimiz şeyler vardır “hala yasalara saygılı” bir hukukçu olarak yorum yapmayalım, eleştirmeyelim… Ama bugün ve geçen hafta bütün medyaya yansıdığına göre polis ve savcılık sorgularında Soner Yalçın, Nedim Şener ve Ahmet Şık’a yazdıkları yayınlanmış ve yazacakları yayınlanmamış kitapları ile ilgili sorular sorulmuştur.
Bu sorular, sorgular neyi gösteriyor sizce ? Size neyi gösterir bilmem ama bana göre bunun Hitler gibi faşist yönetimlerin “kitap yakması” ndan, 12 Mart ve 12 Eylül faşist yönetimlerinin “kitap yasaklaması” ve insanları “ yasak kitaptan yargılaması”ndan hiçbir farkı yoktur.
İleri demokrasimizin bu ilk aşamasında “kitap yazmanın suç” olduğu dönemi yaşıyoruz. Çok yakında “kitap yasaklama” dönemine de geçeriz. Ardından da “yasak kitap bulundurmak suçtur” dönemine ve de “yasak kitapların yakıldığı” döneme geçeriz. Hiç kuşkunuz olmasın gidiş o yönedir…
Yazı yazmanın, kitap yazmanın suç olduğu, Amerika’dan bile fazla özgür basınımızın çalışan gazetecileri yazdıkları kitaplardan ve yazılardan dolayı sorgulanıp tutuklandığı bu dönemde peki ne yapmalı ?
Milliyet Gazetesi köşe yazarı Nuray Mert’in dün (6 Mart 11) yaptığı gibi “Doğru bildiklerimizi özgürce yazamayacaksak, yazmanın anlamı yok!” deyip yazı yazmayı mı bırakalım ?
Bugünün blog yasaklarını, kitap yasaklarını şimdilik bir kenara koyup konuyu biraz kişiselleştirip şöyle biraz geriye gidip benim kitap okuma tutkumdan, yasak kitaplar yüzünden başıma gelenlerden, anılarımdan kısaca söz etmek istiyorum.
Çocukluğumdan beri kitap okumayı çok severim. Çocukluğumda ne bulursam okurdum. Gençliğimde ise ( 12 Mart 71 – 12 Eylül 80 dönemlerini kapsar) bizim edebiyatımızın ve dünya edebiyatının klasikleri ile birlikte siyaset üzerine yazılmış, özellikle de yasaklanmış kitapları okumayı çok severdim. Şimdilerde ise yakın tarih ve gezi kitaplarını okumayı seviyorum.
Bu araya bir parantez açıp şu anda yeniden ve keyifle okuduğum üç kitabın adını vermek istiyorum. Sayfaları sararmış, yıpranmış, ikisi benim adıma biri bir yakınım adına yazarları tarafından imzalanmış bu üç kitaptan ilki 7 Nisan 67’ tarihinde Mahmut Makal’ın benim adıma imzaladığı “ HAYAL VE GERÇEK” isimli kitabı. İkincisi ise 5 Mayıs 67’ tarihinde Fakir Baykurt’un benim için imzaladığı “KARIN AĞRISI-Hikayeler” kitabı. Üçüncüsü ise Rıfat Ilgaz’ın bir yakınım adına imzaladığı “MEŞRUTİYET KIRAATHANESİ-mizahi roman” isimli kitabıdır.
İnsanın özgür düşünmesine, aydınlanmasına yarayan kitapların başına, o kitapları yazanların ve okuyanların başına neler geldiğini tarihten biliyoruz. “Kutsal Kitaplar” a inanan tek tanrılı dinlerin, özellikle kiliselerin nasıl kitap yaktığını bir kenara bırakalım.
Ben kendi aydınlanma sürecimde ilk “ kitap yakma “ eylemini faşizmin tarihini okurken Hitler’de gördüm diyebilirim. Hitler tarihe milyonlarca insanın ölümünden sorumlu faşist bir diktatör olarak ve de 33’ yılında Berlin Opera Meydanında yaktırdığı kitaplarla da geçmiştir. Faşist Hitler’in yaktırdığı kitapların belgesel filmini de izlemiştim. Sizinle bu olayın 3 fotoğrafını paylaşayım.
**
12 Mart 71’ sürecinde kitabın nasıl bir suç unsuru olduğunu, evlerden, iş yerlerinden, kitapçılardan toplanan kitaplara, insanların korkudan kendi kitaplarını yakmasına, yasak kitap yüzünden yargılanan yazarlara, okurlara bizzat tanık oldum.
77 Mayıs ayına geldiğimizde bu kitap düşmanlığını bizzat yaşadım. İstanbul’daki öğrenci evimizi basan polis evimizde benim kitaplarımdan başka bir suç unsuru bulamadı. Ben kitaplarım sayesinde Sirkeci’deki Sansaryan Han’ında ve Gayrettepe 1.Şube hücrelerinde 5 gün misafir kaldım. Sonrasında da “yasak kitap bulundurma” suçundan yargılandım. Yargılama sürecinin sonunda ise hem bu suçtan aklandım hem de mahkeme kararı ile yasaklanan kitaplarımı adli emanetten geri aldım. Rahmetli babamın da yasak bile olsa kitap okumanın, bulundurmanın suç olmadığını yaşayarak öğrenmesi ile bana kendi eliyle yaptığı kütüphaneme o yasak kitaplarımı yerleştirmemi unutamam…
12 Eylül 80’ faşizminin azgın günlerini yurt dışında olduğum için bizzat yaşamadım. Ama yakın dostlarımdan öğrendim. 12 Mart’ın üzerinden tam 40 yıl geçti. 12 Eylül 80’ faşist darbesinin üzerinden 30 yıl geçti. 12 Eylül’den hesap sorulacak diye yapılan 12 Eylül 10’ referandumunun üzerinden 6 ay geçti…
İleri demokrasimizin bu döneminde Mart 11’ de yine yasak kitaplar gündemde. Şimdilik kitap yazanların, kitap yazmaya hazırlananların evleri, işyerleri basılıyor. Yazılacak kitap taslaklarına, belgelerine, bilgisayarlarına el konuyor. Şimdilik sadece yazarlar ve gazeteciler hedefte. Hiç merak etmeyin yakın zamanda kitapların okurlarına da sıra gelecektir.
Ben kendi adıma okur yazar bir yurttaş olarak 30-40 yıl önce faşizmin yasakladığı kitapları nasıl okuduysam, bugünde ileri demokrasinin yasakladığı kitapları okumaya devam edeceğim. Blog yasaklarına inat olsun diye de yazmaya devam edeceğim. Yasakçılar kendi yollarına devam etsin ben de kendi yoluma…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder