24 Kasım 2009 Salı

DÖNDÜM !..



40 YILLIK HAYALİMİ GERÇEKLEŞTİRDİM...

"HİNDİSTAN'IN KAPISI" MUMBAİ'DE BAŞLAYAN BU İLK HİNDİSTAN YOLCULUĞUM 40 GÜN SONRA YİNE MUMBAİ'DE SONA ERDİ. "HİNDİSTAN'IN ANAHTARI" GOA'DA ÇOK RENKLİ BİR AY GEÇİRDİM.

TÜM DOSTLARIMA YENİDEN MERHABA !

HİNDİSTAN ANILARIMI VE FOTOĞRAFLARIMI SİZLERLE BURADA PAYLAŞMAKTAN MUTLU OLACAĞIM.
SİZLERE HİNDİSTAN'DAN ANILARIMIN VE FOTOĞRAFLARIMIN DIŞINDA "SEVGİ VE HOŞGÖRÜ" GETİRDİM.

ŞİMDİDEN GELECEK YILIN HİNDİSTAN PROGRAMLARINI YAPMAYA BAŞLADIM BİLE...

GELECEK YILIN PROGRAMINDA KUZEY HİNDİSTAN VE NEPAL VAR. SONRASINDA İSE YİNE GOA. GOA'DAN SONRA DA KERALA VE SRİ LANKA VAR.

TÜM DOSTLARIMA SAĞLIK VE MUTLULUK DOLU NİCE BAYRAMLAR DİLERİM.

HÜSEYİN AY

24 Ekim 2009 Cumartesi

HİNDİSTAN'DAN MERHABA !!


M.Gandhi'nin ülkesi Hindistan'dan Merhaba !
16 Ekim 09 Cuma günü geldiğim Mumbai'de çektiğim ilk fotoğraf M.Gandhi'nin bu anıtı oldu.
2 gün Mumbai'de kaldıktan sonra 18 Ekim'de Goa'ya geldim. Bir haftadır kuzey Goa'da Candolime Beach'teyim. Pazartesi güney Goa'ya Palolem Beach'e geçiyorum. Goa'dan ilk fotoğrafların örnekleri aşağıda.
Tüm dostlara Hindistan'dan, Goa'dan selam,sevgi ve saygılar...

**
24 Ekim 09 tarihinde buraya koyduğum 5 Hindistan fotoğrafını "FOTOĞRAFLARIM" bölümüne aldım. Yeni Hindistan fotoğraflarımdan örnekleri de FOTOĞRAFLARIM bölümünden izleyebilirsiniz.

Goa, Palolem Beach'ten selam,sevgi ve saygılarımla.

5 Ekim 2009 Pazartesi

NAMESTE (*) HİNDİSTAN

NAMESTE* HİNDİSTAN !

Gel, gel benim gölüme suda yıkanacaksan.
Çıldıracaksan eğer, ölümüne atılacaksan, gel, gel benim
gölüme.
Serindir gölüm, derindir de.
Düşsüz uykular kadar karanlıktır.
Gecelerle gündüzler birdir derinliklerinde, şarkılar
sessizliktir.
Gel, gel benim gölüme dalacaksan. “


( Rabindranath TAGORE Çeviren: Ülkü TAMER )

Hindistan’ın Nobel ödüllü ünlü şairi Tagore ’ un bu dizeleri benim kırk yıllık rüyama yani Hindistan’a yolculuğum için bir çağrıdır. Ancak kırk yıl sonra bu çağrıya uyup nihayet Hindistan’a gidiyorum. Bu yolculuk öncesi duygularımı, heyecanımı siz dostlarımla paylaşmak için bu satırları yazıyorum.

Bu yazıyı yazarken bilgisayarımda Hindistan’ın ünlü müzisyeni Ravi Shankar’ın büyülü sitarıyla çaldığı ezgileri dinliyorum.

Hindistan sinemasının babası Satjayit Ray’in 1955 yapımı “Apu Üçlemesi” nin ilk filmi olan Pather Panchali’deki Apu ve Durka’nın zeytin gözlerini yirmi altı yıldır unutamadım.

Hindistan’ın kurucusu, ulusal önderi, pasifist siyasetçi ve düşünce adamı Mahatma Gandhi’nin şu sözleri de benim Hindistan yolculuğumun nedenlerinden biri sayılabilir :

“ Bizi yok edecekler şunlardır: İlkesiz siyaset; vicdanı sollayan eğlence; çalışmadan zenginlik; bilgili ama karaktersiz insanlar; ahlâktan yoksun bir iş dünyası; insan sevgisini alt plana itmiş bilim; özveriden yoksun bir din anlayışı. “



Gandhi ve Tagore bir arada.

İşte benim de son günlerde kendime sık sık sorduğum ve dostlarımın bana sorduğu “ Neden Hindistan ? “ sorusunun da yanıtı olacak bu yazının satır başları. Yazının ilerleyen bölümlerinde bu satır başlarını açmak, kırk yıllık rüyamın başlangıcını anlatmak ve de hazırlıklarını tamamladığım bu yolculuktan beklentilerimi de paylaşmak istiyorum.

Benim bu Hindistan yolculuğu öncesi heyecanıma eşim ve kızım yakın tanıktır. Benim edebiyat yeteneğimin bu heyecanımı anlatmaya yeterli olmadığını bildiğimden bu heyecanı yaşayan bir edebiyatçının yazısından kısa bir alıntı yapmam da yarar var. Bakın Gülten Dayıoğlu Hindistan yolculuğu öncesi heyecanını nasıl anlatıyor :

Çok uzun yıllardır düşlediğim Hindistan ve Nepal gezisi sonunda gerçekleşti. Hindistan tutkusuna öğrencilik yıllarımda kapılmıştım. Bu tutkunun oluşmasında, belleğime biriken Hindistan’la ilgili bilgilerin çok etkisi olmuştur. Başta Büyük İskender olmak üzere, tarihin en ünlü kralları, padişahları, sultanları, firavunları, kumandanları, kâşifleri, gezginleri neden Hindistan yollarına düşmüşlerdi? Amerika kıtası bile Hindistan’a yeni bir yol aranırken bulunmuştu. Canlarını dişlerine takarak Ümit Burnu’nu aşanlar da Hindistan’a ulaşma tutkusuyla yanıp tutuşuyorlardı. Tarihin babası, Herodot, Büyük İskender’in görkemli ordularıyla Hindistan’a gidişini öyle bir anlatıyordu ki! Orduyla birlikte bilginler, ressamlar, düşünürler de yollara dökülmüş. Makedonya’dan kalkıp, koskoca Asya kıtasını aşıp, Hindistan’a ulaşmak kolay mı? Hele o günkü koşullarda!.. Ama, onlar bu zoru başarmışlardı. Hindistan, ilk çağlardan bu yana insanların düşü, tutkusu, hedefi olmuştu kısacası. Kimileri bu düşü gerçekleştirmiş, kimilerininse kursağında kalmıştı. Ben de insanım. Ayrıca, kırk yıldır kendi kendime Hindistan düşü kurmamın kimseye bir zararı da yok. İşte bu düşüncelerle, bu tutkuyu yıllarca içimde büyüttüm. Bir gün Hindistan’a gidebilsem türküsünü söyleye söyleye, sonunda o gün geldi. “

Sayın Gülten Dayıoğlu’nun “Hindistan tutkusu” na ben de onun gibi öğrencilik yıllarımda kapılmıştım. 60’lı yıllarda “Hippi” olarak adlandırılan Batı’nın “çiçek çocukları” nın Hindistan’a gitmek için Türkiye’den geçişlerini gördüğümde hep kendi kendime sorardım… “ Ne var bu Hindistan’da ? Bunca insan neden Hindistan’a gidiyor ? Acaba bir gün bende Hindistan’a gider miyim ? “

70’li yıllarda Sultanahmet’te o yılların Hindistan yolcularını gördükçe Hindistan merakım giderek arttı. Bu merakım 80’li yılların başında Paris Sinametek’ inin düzenlediği “Hindistan Filmleri Toplu Gösterimi” kapsamında gösterilen 120 filmden yarıdan fazlasını izlemem, bir anlamda Hindistan Sineması’nı tanımamla bu merak tam anlamıyla bir tutkuya dönüştü. Hindistan Sineması diye bildiğimiz olay 60’lı yıllarda yazlık sinemalarda izlediğimiz sadece Raj Kapoor ve “Avare” değildi.

Bizde tanınmayan ama o yıllarda Batı’nın tanıdığı Satjayit Ray isimli bir yönetmen vardı ki insanı tek başına “Hindistan Tutkunu” haline çeviriyordu. Satjayit Ray’in bütün filmlerini gördüm. Satjayit Ray’in “Apu Üçlemesi” nin ilk filmi olan ve 56’da Cannes Film Festivali’nde “En Büyük Ödülü” alan “Pater Panchali” filmi ise muhteşem bir baş yapıttır. Bu filmi izledikten sonra filmin küçük kahramanları Apu ve Durka’yı, anne ve baba ile yaşlı “babaanne” rolündeki oyuncuyu unutmak mümkün mü ? Bu filmi kaç defa izlediğimi anımsamıyorum. Ravi Shankar’ın müziği ile bataklık sahnesi, yağmurda ıslanan Durka’nın hastalanıp ölmesi, annenin açlığa ve yoksulluğa karşı direnişi gibi unutulmaz sahnelerini iyice ezberlemiştim. Bu yazının içine filmin yönetmeni Satjayit Ray’in ve beni etkileyen oyuncuların bulabildiğimi fotoğraflarını koyarak siz dostlarımla da paylaşmak istiyorum.



Pather Panchali filminden...

Hindistan Sineması’nı tanımamla ben de meraktan tutkuya dönüşen Hindistan üzerine bu kez okumaya başladım. Hindistan’ı daha önce gezen gezginlerin anılarını ve izlenimlerini de okudum.

Okudukça öğrendim ki Hindistan sadece Asya’da bir ülke değil bir “Kıta-Ülke”. Nüfus yönünden Bir Milyar Üçyüz Milyon nüfusu ile dünyanın ikinci en kalabalık ülkesi. Nüfusu İki Milyonun üstünde yirmiden fazla şehri olan Hindistan’ın en kalabalık şehirleri ise Mumbai ( Eski adı Bombay), Yeni Delhi (Başkent) ve Kolkata ( Kalküta) dır.

Kıta-ülke Hindistan için o kadar çok yazılacak bilgi var ki… Özetlemek gerçekten zor. Dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden ama yoksulluğun en yoğun yaşandığı ülke olmasına mı değinmeli. Tekstil sektöründeki öncülüğünden mi yoksa bilgisayar yazılımları ve bilimsel araştırmalardaki başarılarına mı değinmeli. En eski çağlardan beri ticaret yollarının son noktası Hindistan olması, başta Amerika kıtasının keşfi olmak üzere dünyada keşiflerin hedefinde de gizemli Hindistan’ın olması sadece tesadüflerle açıklanabilir mi ? Ayrıca Timur Han’dan Babür Şah’tan, Büyük İskender’e kadar fatihlerin; başta İngiliz ve Portekiz sömürgecilerinin hedefi de hep Hindistan’dır. Bu açıdan Hindistan’ın tarihi de oldukça ilginçtir.

Hindistan’ın en ilginç özelliklerinden biri de dinler ve dillerdeki çeşitliliği ile zenginliğidir. Kesin sayı bilinmemekle beraber Hindistan’da 800’den fazla farklı dilin ve bir o kadar farklı dinin olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Dünyanın başka hiçbir ülkesinde görülmeyen ve sadece Hindistan’a özgü bu farklılıklar Hindistan toplumunun kültürel yönden de ne kadar zengin ve hoşgörülü olduğunun da bir göstergesidir. Hindistan hakkındaki ansiklopedik bilgilere isteyen herkes internetten ulaşabilir. Bu nedenle bu yazıyı bu bilgilerle doldurmak istemiyorum.

Hindistan’a turist olarak gitmenin iki yolu var. Ya Hindistan’a tur düzenleyen şirketlerden birinin programına katılarak sadece gösterilen kentleri ve yerleri rehber eşliğinde hızla dolaşmak; Ya da bireysel olarak kendi kafana göre istediğin kentte istediğin kadar kalarak özgürce dolaşmak… Turizm şirketlerinin düzenlediği Hindistan turlarının süreleri genellikle 7-10 gün arasında değişiyor ve sadece Kuzey Hindistan’ı kapsıyor. Kuzey Hindistan’da gidilen-gezilen şehirlerde sadece Delhi, Jaipur, Agra ve Varanasi oluyor. Hatta bu süreye 1-2 günlük Nepal-Katmandu gezisi de ekleyen turlarda var.

Hindistan’daki yaşamı ve turistik mevsimleri muson yağmurları belirliyor. Tropikal iklimlerin bir özelliği olarak bu yağmurlar Hindistan’da Nisan-Eylül arasında etkili olduğundan Hindistan turları da genellikle Ekim-Mart ayları arasında yapılıyor. Bizim yaz mevsiminde “yüksek sezon” dediğimiz Temmuz-Ağustos ayları Hindistan için Aralık-Ocak aylarına denk geliyor.

Benim Hindistan gezime gelince… Önce Eylül ayı içinde bir turizm şirketiyle 10 günlük Kuzey Hindistan ve kendi olanaklarımla bir hafta Nepal-Katmandu, bu sürenin bitiminde ise yine kendi olanaklarımla Batı Hindistan’ın Goa bölgesinde bir ay geçirmeyi planlamıştım. Ancak bu planlamanın Kuzey Hindistan-Nepal bölümü zorunlu olarak gelecek yıla ertelenince kendi olanaklarımla Goa programını uygulamaya koydum. Hindistan’ı bu ilk keşif gezimin hazırlıklarını tamamladığım programına göre 15 Ekim’de Hindistan’ın en büyük kenti olan Mumbai’ye (Bombay) gidiyorum. İki gün bu kentte kaldıktan sonra Goa bölgesine geçeceğim. Goa’nın Candolim-Calangute, Palolem, Anjuna ve Panjim plajlarında bir aydan fazla bir zaman geçirdikten sonra tekrar Mumbai’ye dönüp 4 gün daha bu kenti ve çevresini gezdikten sonra Kasım’ın son haftasında döneceğim.

Yazılanlara, söylenenlere bakılırsa Batı Hindistan’da Arap Denizi sahillerinde Mumbai’nin 300 km. daha güneyinde olan Goa Bölgesi Hindistan’dan oldukça farklı bir bölgesi. Siyasi olarak, Hindistan İngiliz sömürgesi iken sadece Goa Portekiz sömürgesi imiş. Hindistan 47’de bağımsızlığına kavuşurken Goa ancak 64 yılında Portekizlilerden kurtulabilmiş. Goa Bölgesi Arap Denizi kıyısında 100 km.lik bir sahil şeridine dizilmiş onlarca plajdan oluşan bir bölge. Yerel halkın geçimi balıkçılık ve turizmden. Goa’da her bütçeye uygun otel ve konukevleri var.

Hindistan’ın bu bölgesine insanlar değişik amaçlar için gidiyorlar. Ticaret, eğlence, dinlence… Ben bu kültürü tanıma, keşfetme, fotoğraf çekmek ve dinlence amacıyla gidiyorum. Eğer anlatılanlar doğruysa gelecek yıllarda daha uzun süre Hindistan’ın bu bölgesinde konaklamayı da düşünüyorum. Bu Hindistan’ı ilk keşif gezimin iyi geçmesini bekliyorum.

Hindistan dönüşünde gezi izlenimlerimi ve fotoğraflarımı siz dostlarımla bu blogda paylaşmak kuşkusuz keyifli olacak. Goa’daki internet olanaklarına göre kısa gezi notlarımı ve çektiğim fotoğrafları bloguma koymaya çalışacağım. Kasım sonunda görüşmek üzere şimdilik hoşça kalın, esen kalın.

(*) Nameste, Hintçe “Merhaba” demek.

2 Ağustos 2009 Pazar

EGE AKŞAMLARINDA KLASİK MÜZİK DİNLEMENİN KEYFİ


Turgutreis D-Marin 5. Klasik Müzik Festivali

*

Fazıl Say-Patricia Kopatchinskaja-İbrahim Yazıcı

*

Turgutreis D-Marin'de akşam

*

Piyanist Hande Dalkılıç

*

Festival izleyicileri
*

Festival izleyicisi
*
EGE AKŞAMLARINDA KLASİK MÜZİK DİNLEMENİN KEYFİ

22-25 Temmuz tarihlerinde Doğuş Grubu’na ait Bodrum Turgutreis’teki D-Marin’de düzenlenen “Klasik Müzik Festivali”nin 5.incisini izleme olanağı buldum. Festival kapsamında düzenlenen 7 klasik müzik konserinin tamamını ( 3 “Gün Batımı Konseri” ve 4 “Gece Konseri” ) izledim.

İlk konserden başlayarak izlenimlerimi kısaca yazarak dostlarımla paylaşmak istedim. Festivalin “Açılış Konseri” İbrahim Yazıcı’nın şefliğini yaptığı İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın (İDSO) eşliğinde Fazıl Say – Patricia Kopatchinskaja konseriydi. Açılış konseri hem festival organizatörlerini hem de klasik müzik severleri katılım açısından çok sevindirdi. Çünkü marinanın çekek alanında oluşturulan konser alanında 4500’ü biletli olmak üzere yaklaşık 5 Bin kişi vardı. Bu 5 Bin kişi muhteşem bir konser izledi. Öncelikle İDSO yaylı ve nefesli sazların dengeli uyumu ile harikaydı. Şef İbrahim Yazıcı ise çok genç ve sempatik bir orkestra şefi.

Konserin solistlerinden piyanoda Fazıl Say’ı yazı ile anlatmak mümkün mü ? Piyanosu ile konuşan ve de piyanosunu konuşturan Fazıl Say piyano çalmıyor ki piyanosu ile sevişiyor adeta. Şef İbrahim Yazıcı ikinci bölümün başında açıklamasa piyanonun tuşlarından birinin koptuğunun kimse farkına varmayacaktı. Fazıl Say kendisine benzeyen müthiş yetenekli ve çok genç bir kemancı Patricia Kopatchinskaja’yı partner olarak seçmiş. Patricia Kopatchinskaja’da kemanıyla konuşan ve kemanını konuşturan bir sanatçı. O kemanı ile sevişmiyor adeta kavga ediyor.

Hele konserin son bölümünde İDSO sahneden çekildi. Sahnede sadece üç kişi kaldı. Piyano’da Fazıl Say , çıplak ayaklı kemancı Patricia Kopatchinskaja ve dinleyici şef İbrahim Yazıcı. Fazıl ve Patricia’nın konserin bu bölümündeki şovları 5 Bin kişiyi kelimenin tam anlamıyla mest etti. Gece yarısında, yıldızların altında yaşanan bir konser miydi yoksa bir rüya mı ? Anlamak, anlatmak mümkün değil. Eminim bu şanslı 5 Bin seyirci ertesi güne kadar bu rüyadan uyanamamıştır.

Festivalin ikinci gününe “Gün Batımı Konseri” nde Piyanist Hande Dalkılıç’ı dinleyerek başladık. Güneş Ege’nin öte yakasında adalar üstünde güne veda ederken genç piyanist Hande Dalkılıç’ın piyanosundan tanınmış Türk bestecileri Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin ve Muammer Sun’un ortaya saçılan notaları hafif rüzgarın etkisiyle Ege’nin iki yakasına dağılıyordu. Herkese açık bu konserlerin izleyici profili çok ilginçti. Her ulustan ve her yaştan klasik müzik izleyicisi benim dikkatimi çekti. Üçlü bir bebek arabasındaki ikizlerden ülkemizin 80 yaşını aşmış ünlüleri Halit Kıvanç ve Yıldız Kenter bu akşam konserlerinin devamlı izleyicileri arasındaydı.

Festivalin ikinci “Gece Konseri” nde bu kez İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın şefi Azerbeycanlı Yalçın Adıgezelov’du. Bu konserin solisti Çinli Sun Huang’ın Türk izleyicisi ile ilk kez buluşturduğu müzik aletinin adı “Erhu” (Arhu olarak okunuyormuş !) ise gecenin sürprizi idi. Tanıdığımız hiçbir müzik aletine benzemeyen bu müzik aletinden çıkan sesler gerçekten büyüleyiciydi. Çin’de klasik müzik orkestralarında “baş kemancı” konumunda bu müzik aleti ile yer alan Sun Huang gerçekten hem çok yetenekli hem de çok sempatik bir sanatçıydı. Bütün müzikseverleri kendine hayran bıraktı. Türk klasik müzik izleyicisini yeni bir enstrüman ve sanatçıyla tanıştıran Turgutreis D-Marin Klasik Müzik Festivali “müzik eğitimi” işlevini de görüyordu.

Bu arada eğitim demişken bir konuyu daha aktarmalıyım. Doğuş Grubu festivalde satılan biletlerin ücretlerini masraflara karşılık kendine ayırmıyor. Peki ne yapıyor ? Festivalin bilet gelirleri Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri’ne “enstrüman bağışı olarak gidiyormuş. Ne kadar takdir edilesi bir davranış…

Festivalin üçüncü gün “Gün Batımı Konseri” nde İzmir Barok Orkestrası vardı. Tüm müzisyenleri İzmir Devlet Opera ve Balesi’nde görev yapan barok melodilerle klasik müzik izleyicisini gece konserine hazırlıyordu. Gece konserinde “Şefi olmayan orkestra” olarak bilinen 12 kişilik virtüöz müzisyenden oluşan “Il Musici di Roma” topluluğunun çaldığı kemanlar müzisyenlerin de, bestecilerin de, eserlerin de önüne geçiyordu. Nasıl geçmesin ki sahnedeki müzik aletlerinin en genci 120 yaşındaydı.Yapım tarihi 1600 olan bir keman 20’li yaşlarını yaşayan genç bir kemancının elindeyken insanın aklına o an neler neler geliyor… Il Musici di Roma festivalde bize heyecanlı bir gece yaşattı.

Festivalin son günü “Gün Batımı Konseri” nde Piyanist Zeynep Üçbaşaran’ı dinledik. Liszt, Mozart ve Chopin’den seçtiği parçalarla Zeynep Üçbaşaran klasik müzik severlerin beğenisini kazandı.

Festivalin son konserinde sahnede Viyana Halk Operası Senfoni Orkestrası vardı. Avusturya Halk Danslarından örnekler sunan iki genç dansçısı ve adını öğrenemediğimiz yaşlı ve sempatik şefin şovuyla belleklerimizde yer etti…

Kısacası dostlar bu yıl Temmuz’un son haftasında Turgutreis D-Marin 5. Klasik Müzik Festivali’nde çok keyifli 4 gece geçirdim. Avrupa Festivaller Birliği’ne (EFA) de kabul edilen bu festivale emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Ben gelecek yıl için programımı bu festivale göre yapacağım. Tüm klasik müzik sever dostlarıma da öneririm.