10 Ocak 2011 Pazartesi

HUKUK VE ADALET

Bu blogu yayınlamaya başladığım Ağustos 07’den beri blogun sağ üst köşesine siyah bir kurdela simgesi ile birlikte koyduğum ve hiç değiştirmediğim bir söz var :

“ NE ŞERİAT NE DARBE HUKUK VE DEMOKRASİ İSTİYORUZ ! “

Yeni yıla yeni umutlarla girdik ama toplumun gündemini oluşturan ve başta 188 kişiyi vahşice katleden hizbullah katilleri olmak üzere seri katillerin bir yasa maddesindeki değişiklik nedeniyle tahliye edilmesi yeni bir tartışma ve umutsuzluk yarattı. Bu umutsuzluk dalgası toplumda hukuk, adalet, yargılama süreci, suç, suçlu, tutuklu, hükümlü, ceza, af yasaları, insan hakları ve siyaset gibi kavramların yeniden tartışılmasını da gündeme taşıdı.

Bu gündeme ve tartışmaya hangi noktadan katılmalı ? Hukuk eğitimi almış, adaletin nasıl işlediğini ya da işlemediğini deneyimleriyle az çok bilen ülke sorunlarına duyarlı bir yurttaş olarak böylesi bir tartışmanın dışında kalmak mümkün mü ? Benim de bu konularda bugüne kadar söylediklerim – yazdıklarım olduğu gibi söylemek istediğim düşünce özgürlüğü bağlamında açıklamak istediğim düşüncelerim - söyleyeceklerim var.

Açıklanacak bir düşüncenin, söylenecek bir sözün sağlam bir zemine oturması için elbette çok gerilere gidilerek kapsamlı bir toplum-tarih-siyaset analizi yapılmalıdır ama sözü uzatmamak için 68 olaylarının başlangıcından itibaren son 40 yılın toplumsal olaylarını yaşamış bir yurttaş olarak hafızamızı tazelemek bile bugün geldiğimiz noktayı ve gittiğimiz yönü açıklamaya kısmen yeter sanıyorum.

Bu 40 yıl içinde benim aklımdan hiç çıkmayan yaşanmış olaylardan bazıları. Sadece isimleriyle…

12 Mart’tan 12 Eylül Darbesine,

69 Kanlı Pazarı’ndan 72 Kızıldere’ye

77 1 Mayıs Katliamından 78 K.Maraş Katliamına,

Bahçelievler Katliamından , 16 Mart Katliamına, Sivas Madımak Katliamı’na,

Bedrettin Cömert, Kemal Türkler, Bahriye Üçok, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Hrant Dink cinayetlerine…

Hangi birini yazayım, hangisini unutayım…

Bütün bu katliamların, cinayetlerin iki ortak paydası var.

Ortak paydanın birincisi ; Bu katliamları yapanlar, cinayetleri işleyen katiller ve onların destekçileri bellidir. İkincisi ise bu katillerin hiç birisi hukuka uygun olarak yargılanmamış, kimse mahkum olmamış, ceza almamış ve adalet yerini bulmamıştır…

Bu olaylarla ilgili açılan davaların bir kısmı zaman aşımından düşmüş, bir kısmı ise usulen sürmekte ve zamanaşımı süresinin dolması beklenmektedir.

Bu durum şunu göstermektedir ki bu ülkede hukuk ve adalet sistemi eskiden beri temelinden sancılıdır.

Hukukun üstünlüğüne gerçek anlamında inanılmadan, Anayasanın, yasaların değiştirilmesi bu sorunu asla çözemez. Hele hele evrensel hukuk yerine çözümü şeriat hukukunda aramak bu toplumu ancak Taliban tipi bir yönetime ve Hizbullah tipi katil örgütlenmelerine götürür.

Kimseye korku vermek, kimseyi tedirgin etmek istemem ama maalesef son tahliye olayları ve yapılan tartışmalar gösteriyor ki yasaması, yargısı ve yürütmesi ile evrensel hukuktan uzaklaşıp şeriat hukukuna doğru bir gidiş söz konusudur. 12 Eylül Darbesi ile açılan bu yolun son duraklarından birisi de 12 Eylül Referandumudur. Çünkü bu referandumda yargı bağımsızlığı yok edilerek “yandaş medya” dan sonra “yandaş yargı” yaratmak için bir adım atılmıştır.

BİR KİTAP ÖNERİSİ

Bu blogda tarikatlar ve demokrasi bağlamında yazdığım yazılarda Fethullah Gülen’den söz eden yazılar yazdım.

Geçtiğimiz yıl ülkemizde en çok konuşulan kişilerden biri yine Fethullah Gülen’di denilebilir. Fethullah Gülen cemaatinin kendi medyası, gazeteleri, televizyonları yetmedi diğer medyada da Fethullah Gülen müridi, cemaatsever gazeteciler ve sözde bilim adamları çıktı karşımıza. Hatta eskiden “solcu” geçinen bazıları liberalizm durağında fazla beklemeden huzuru cemaatte buldular…

Geçtiğimiz hafta kitapçı raflarında onlarca Fethullah Gülen kitabı gördüm. Çoğunluğu Fethullah Gülen’i “uçuran” kitaplardı. Bunların dışında bir Fethullah Gülen kitabı buldum ve okudum.

Deneyimli gazeteci Saygı ÖZTÜRK’ün “ OKYANUS ÖTESİNDEKİ VAİZ” kitabından söz ediyorum. Resmi belgeler ve “çok gizli” damgalı raporların ışığında, MİT-Emniyet-Yargı üçgeninde Fethullah Gülen gerçeği… olarak tanıtılan kitap gerçekten sadece belgelere dayanıyor.

Kitapta 90’lı yılların başından beri Fethullah Gülen cemaatinin emniyet birimleri içindeki örgütlenmelerinin raporları, belgeleri olduğu gibi geçen yıl eski cemaat mensubu Hanefi Avcı’nın yazdığı kitaptan sonra başına gelenlere kadar güncel bilgiler de var.

11 yıldır ABD’de yaşayan ve sadece cemaatini değil bu ülkeyi de oradan yöneten bu eski vaiz öylesine etkili ki kitabı okuyunca daha iyi anlıyorsunuz. Geçen yıl 12 Eylül Referandumu öncesi Okyanus ötesinden “ İmkan olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda “evet” oyu kullandırmak lazım.” diyen Fethullah Gülen’e Başbakanımızın referandum sonrası yanıtını anımsayın. “Okyanus ötesine teşekkür ediyorum…”

Bu Okyanus ötesindeki vaiz Fethullah Gülen’in etkisi sadece cemaati ve AKP ile sınırlı değil. Geçen yıl CHP’nin başından bir kaset skandalıyla ayrılan Deniz Baykal’ın okyanus ötesine gönderdiği selamı da “yeni CHP” Parti Meclisi üyesi Muhammet Çakmak’ın selamını da unutmayın…









3 Ocak 2011 Pazartesi

YENİ YIL VE YENİ UMUTLAR

Bir yıl daha geçti. Bir yıl daha yaşlandık. Öğrencilik ve gençlik yıllarımda bir alışkanlığım vardı. Her yılbaşında geçen yılın muhasebesini yapar gelen yıl için kendime hedefler koyardım. Son yıllarda bu alışkanlığımdan vazgeçmiştim. Gençlik yıllarımdaki gibi olmasa bile yeni yılın bu ilk günlerinde kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Geçen yıldan anılar dolabıma kaldırılacak sıradan günlerin dışında olumlu ve olumsuz çok sayıda yaşanmış günler var. Niyetim , geçen yıl yitirdiğim iki dostumun anıları dışında olumsuz günleri anılar dolabıma kaldırmak yerine unutmak ama ne kadar mümkün olur bilemiyorum.

Geçen yıldan kalan ve fotoğraf arşivimde de yer bulan iki yurt dışı bir de yurt içi gezilerimin anılarını ise anılar dolabımın baş köşesine koydum bile. Geçen yıl Şubat ayı sonunda yaptığımız Mısır gezisi, Mayıs ayı içinde İzmir ve çevresi gezisi ile devamında Assos, Ayvalık ve Ağustos-Eylül aylarında Güney Amerika gezimizin fotoğraf karelerine baktıkça keyifle anımsayacağım. Bu gezilerin keyifli anıları geçen yılın benim açımdan iyi geçtiğinin birer kanıtı.

Gelen yeni yıl yeni umutlarla ve yeni gezi planları ile geldiği için şimdiden unutulmayacak keyifli bir yıl olmaya aday görünüyor. Gidiş-dönüş uçak biletleri alındığı için tarihi kesinleşen bu yılki dış gezi programımızda geçen yıl Güney Amerika gezisi nedeniyle bu yıla ertelenen Hindistan ve Nepal gezisi var. 16-26 Eylül tarihlerinde özel bir grupla klasik Kuzey Hindistan şehirleri ( Yeni Delhi-Agra-Jaipur ve Varanassi) gezisinden sonra ailece yapılacak 8 günlük Nepal (Katmandu ve Pokhara) gezisi gezi programımızın ilk ayağı olacak. Bu gezinin ikinci ayağında eşimle birlikte Hindistan’ın Kerala eyaleti gezisi ise yaklaşık bir ay sürecek. Kerala gezisine birkaç günlük nostaljik Goa, Sri Lanka veya Maldiv Adalarını ekleyebilir miyiz diye düşünmekteyiz. Bu gezi için ders çalışma kitabımız olan lonely planet yayınevinin “India” kitabı ile internetin gezi sitelerine bakmak bile beni heyecanlandırmaya yetiyor. Bu yılın son aylarında bu gezinin fotoğraflarını siz dostlarımla paylaşmak ayrı bir keyif olacak…

Bu yeni yıldan beklentilerimin ve dileklerimin başında bu gezi programını etkilemeyecek bir sağlık sorunu yaşamamak geliyor.

Yeni yılın ortalarında ülkemizde bir genel seçim yapılacak. Bu seçimin startı siyasi partilerce verilmiş durumda. Siyasi partilerin açılımları-saçılımları, tartışmaları, süren siyasi davalar bu seçimin zeminini iyice kayganlaştıracaktır. Bu kaygan zeminde hangi siyasi parti, hangi lider ayakta kalır, kim düşer hiç belli olmaz. Bu arada ABD destekli cemaat ile AB destekli terörün bu ülkenin geleceği için neler planladıklarını bilmek oldukça zor. Bu ıslak zeminde ortalıkta dolaşan ileri demokrasi-sivil faşizm, ümmet-ayrı millet, birlik-ayrılık kavramlarının bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Hele solcuların temelden ayrışma tartışmalarının ise hiçbir anlamı yok… Umarım birbirlerine sadece yumurta atmaya devam ederler. Birbirlerine kurşun sıkmaya kalkarlarsa vay bu ülkenin haline o zaman.

Yazılı ve görsel yandaş medyanın yalakalığın sınırlarını zorlayan davranışları ise benim sadece sinirlerimi bozup tansiyonumu yükseltmekle kalmıyor midemi de bulandırıyor. Onun için yeni yılda sağlığım için daha az gazete okumak, mümkünse hiç televizyon seyretmemek kararındayım. Bunların yerine daha çok kitap okumak, daha çok müzik dinlemek ve daha çok fotoğraf çekmek istiyorum.

Yeni yıldan beklentilerimi, umutlarımı kısaca yazdım. Bu düşüncelerimle, umutlarınızın gerçekleştiği bir yıl olması, size anılar dolabınızda keyifle saklayacağınız anılar bırakması dileğiyle bu yazımı okuyan dost okurlarımın yeni yıllarını kutluyorum.